Sürekli “verdiği” için midir?
Anlamla doldurduğu için…
İnsan ona aklını verdikçe yüreğini doldurduğu için.
Yüce olanı verdiği, basit olanı çekip aldığından mıdır?!
Sürekli “yüklediği” için midir?
Sorumluluk bilincini yüklediği için…
Bireysel sorumluluklarla, yetmedi toplumsal duyarlılık ve beraberinde bin türlü sorumluluklarla ona yüklendiği için.
Gerçek ağırlığı yüklendikçe insan, bu hafifleyen vicdan mıdır?!
O size hayatın anlamını anlatıyor. Bir yandan da bir o kadar anlamsızlığını da… Ve siz bu anlamla anlamsızlık arasında sizi üstün bakış açısıyla kendisine bağlayan bu Kitabın Sahibi’nden başka şeyler istemeyi kendinize yakıştıramıyorsunuz. O an paylaşılan ortama bu sıradan, dünyevi istekleri yakıştıramıyorsunuz. Bir tahtın yakınında tutup dilenciliğe yeltenemiyorsunuz.
“Seni seviyorum, sen değerlisin, değerlerin bunlar, uğruna yaşayacağın ve öleceğin şeyler bunlar” diyen ve manevi değerleri gösteren Bir’ine; “Bana ev verir misin? Araba verir misin? Para verir misin?” diyemiyorsunuz.
Diyemediğiniz yetmiyor, bütün yönelişinizi ve çabanızı gönüllü tutsak etmiş bu “okuma”dan dolayı tutup diğer insanlar gibi bunları elde etmek için gereken yollara düşemiyorsunuz. Tam bir işin ucundan tutacakken ayracınız sancıyla kıpırdıyor ve sizi İbrahim (as)’in çağırdığını söylüyor. Pek az kazandığınızı düşünmeye başlayacakken ve ev eşyalarınızı değiştirmenin zamanının gelip geçtiğini düşünürken “oyun ve oyalanma yeri”nde olduğunuzu size fısıldıyor sayfalar ve gülünç duruma düşüyorsunuz samimiyetinizin çok olduğu o sayfaların önünde.
Evinizin diğer odalarında bile dolaşırken ellerinizi, gözlerinizi çeken ilahi sayfalar var. Kutsal bir mıknatıs var. O sizin tek artınız. Ve siz hep eksiksiniz…
Üstelik hayatta en değerli olanı, hakikati size veren bir kitapla/ varlıkla karşı karşıya kaldığınızda yapacağınız en anlamsız ve yersiz şeyin ondan daha basit ve geçici, ölümlü bir şeyleri istemek olduğu da ortada. Belki bu yüzden istemiyorsunuz. İstemek aklınızın ucundan bile geçmiyor.
Belki kitabın başından kalkıp hayata çömeldiğinizde, koşup yaşamı yürüdüğünüzde, caddelerden, vitrinlerin yanından, mağazalardan yükselen hareketli müziklerin, marketlerin, devasa apartmanların, her şeyiyle bir kentin içinden geçerken her şeyi istemek geliyor içinizden. Fakat Kitab’ın içinden geçerken bütün o istekler dışarıda kalıyor. Unutulmuş bir tarihin sükûnetine sokulmuş gibi oluyorsunuz o kitabın kapısından içeriye adım atarken ve dışarıda kalan isteklerin her biri o kutsal fanusun camına burnunu yapıştırmış olarak kayıp düşüveriyor bir süre sonra. Hepsi birer silüet oluyor. İçleri boşalıyor. Boş giysiler gibi düşüyorlar yalan askılarından. Korkulukları andırıyorlar. Sönüyor ve kayboluyorlar. İstenecek halleri kalmıyor.
Kitabın içinden geçerken isteksiz oluyorsunuz dünyaya. Yaşamak eğer ona değen değerler varsa güzel ve istenilesi oluyor. Yoksa çirkin ve en ufak bir arzu duyulmayacak kadar basit, düzeysiz, anlamsız duruyor.