Karakterimiz, duygularımız, özgüvenimiz, inandığımız konuya olan bağlılığımız istesek de istemesek de ses tonumuza yansır. "Sesinin tonundan New York'un kenar mahallerinden birinde yaşadığı belli olan bir kadın, meler gibi dedi ki…" cümlesinde bir kadının ses tonundan nerede yaşadığının bile tahmin edilebileceğini ifade eden yazar bu nedenle haklıdır.
Bir şeyi dile getirdiğimizde daha biz tereddüt içindeysek, güya savunmaya kalkıştığımız bazı ayetler ve hadisler daha bizim iç dünyamızda tam benimsenmemişse ne kadar inandırıcı olabiliriz ki? Peygamberimiz Ebu Kubeys tepesinden Kureyş'e seslenirken, Huneyn'de dağılan ordusunu geriye çağırırken, ıssız bir yerde Peygamberi uykuda yakalayıp kılıcını boğazına dayayan bir müşrikin "Seni benim elimden kim kurtaracak?" sorusuna "Allah!" diye cevap verirken sesi nasıl çıkmıştır?
Bulunduğu mekânda namaz kılma yeri talep eden biri içinde bir yerlerde "en yakın camiye gidiverelim", "cem ediversek mi" ya da "olmazsa kaza ederiz" diye düşünüyorsa ne kadar güçlü olabilir talebi? Böyle birinin sesi de "meler gibi" mi çıkar?
Namaz kılacak yeri ısrarla isteyemeyen veya hiç istemeyip kaza etmek üzere vazgeçen, bunu her zaman Müslümanlığının zayıflığından değil çoğu kez toplumsal varoluşundaki ürkekliğinden yapmaktadır. Çünkü öncülerini kaybetmiş bir toplum olarak uzun yıllar bu ülkede din -istisnalar hariç- kafasına vurulmuş ve elinden ekmeği alınmış bir çoğunluk tarafından temsil edildi.
Aslında bu gerçek, yani inançlarımız; haklılığımız ve isteklerimiz konusunda iç dünyamızda belirsizlik, şüphe veya güvensizlik barındırmama, bütün hayatımızı baştan sona etkiler. Bu bizim en güçlü ya da zayıf tarafımızdır. Ve bu konu daha birkaç yazı daha devam etmeyi hak etmektedir.