Evet, bizi bir yerden alıp bir yere taşıyan bir geçitten fazlası değildir burası. Lakin azıcık genişlik ister o da. Yan yana iki kişi geçerken vücut kokuları birbirine karışmamalıdır. Mümkünse bir parça aydınlık ve bir miktar esinti de çok iyi olur. Karanlık ve havasız yer altı geçidine benzeyen koridorlar ruhumuzu sıkar, bunaltır. Sonu ferah bir odaya açılsa da oraya girene kadar içimize darlık yerleşiverir. Bu da hoş değildir. Öyleyse ne yapmalı? En değerli levhalarımızı, kıymettar tablolarımızı, nadide vazolarımızı oraya koymasak da ferahlık versin diye bir ayna ve derinlik hissi için de nispeten ucuz resimler asabiliriz yol üstüne. Böylece gözümüzü ahiret menzillerine dikip dünyadan gelip geçerken, içimiz sıkılarak, korku tüneli gibi dar geçitlerden geçerek değil, huzur içinde koşarız hedefimize.
Bazı koridorlar ise hepten geniştir. Yüksek tavanları, kemerli pencereleri ve cam önlerinde dizi dizi saksıları ile soğuk iklimlerdeki tarihi binalarda bir nevi avlu işlevi görürler. Odasında bunalan, elinde çayı veya kahvesiyle oraya çıkar, ayaküstü sohbetler orada yapılır, adeta bina sakinlerinin hayatlarının içinden akan büyük bir ırmak gibidir. Hadsizlik etmiş olmazsam, hayatları, hepimizin hayatını içine alacak kadar geniş olan peygamberlerin dünyadan geçtikleri yolu, böyle içinden çıkmayasınız gelen koridorlara benzetirim. Gerçi ne olsa önünde sonunda bir koridordur. Bu nedenle serapa güzelliklerle dolu hayatlar yaşamalarına rağmen gözleri hep geçidi geçip de varacakları menzilde olmuştur onların. Zira her ne kadar yüreğinizde çiçekler açtırsa da hiç kimse bir koridorda, ayakaltında yaşamak istemez. İlgisi, merakı hep varacağı odalara kayar.
Mahremiyetin kolayca temin edildiği uzun koridorlu evleri pek severim. Birbirine karışmaması gereken sesler, hayatlar yerlerini bilir bu vesileyle. Bazılarımız içinse odalara sığmayan hayatın taştığı yerdir kapıların kendisine açıldığı bu tüneller. Koridorlarını kitaplığa çeviren Alberto Manguel ve Salah Birsel gibi. Ya da derslerini yapabileceği boş oda bulamadığında koridora taşıdığı minik bir sehpanın üzerinde, üstünden atlayıp geçenlere aldırmadan, ders çalışan küçüklüğüm gibi. Uzun ömür de uzun koridor gibi hayatın odalarını birbirinden ayırır, evreler arasına mesafeler koyarak birini diğerinden yalıtmaya yardım eder. Her odadan diğerine gidene kadar nefesini tazelemeye, birinin etkisini ötekine taşırmamaya fırsat veren uzun koridorlar gibidir uzun bir hayat.
Hiç şüphe yok ki çoğu hayat gibi koridorların da ekserisi mutantan değildir. Onlarla ilgili olarak akıl tasımıza, sıklıkla bunaltıcı anıların düşmesi tesadüf müdür? Çocukluğumuzun hastane koridorları zihnimizde gri yağlı boya ile boyanmış duvarları, tahta kanepeleri ve keskin ilaç kokusu ile yer ettiği gibi bazı hayatlar da geriye iç bunaltan hatıralar bırakarak böyle bunaltıcı, böyle zevksiz, böyle gri geçip giderler. Bir de korku filmlerinde gördüğümüz, nereye varacağı kestirilemeyen, ürkütücü, karanlık koridorlar vardır. Vahyin nuru ile aydınlanmamış akılların ölüm ve sonrası hakkındaki belirsizliklerle dolu hayatlarını işte böyle bir dehlizde yürümeye benzetirim. Ne kadar ürkseler yeridir.
Koridorlar mekânları birbirine bağlayan geçitlerdir demiştik. Ne kadar güzel olsalar da hedef değil, vasıtadırlar. Asıl mesele geçidin nereye açıldığıdır. Güzel ve bakımlı bir koridorun leş gibi bir odaya çıkması nasıl fecaat olur, düşünün. Hele de vardığı yer, içinde sonsuza kadar yaşayacağı bir yurt olacaksa insanın gözü ve aklı nasıl geride kalır. Bu nedenle akıllı dekoratör elindeki imkânın tamamını koridora yatırmaz. Oraya bir iki dokunuş iyidir ama asıl hedef, içinde uzun zamanlar geçirilecek olan yaşam alanlarıdır. Aklın gereği şudur ki dikkatimizi, özenimizi, paramızı orayı tefrişe sarf ederiz.
Nedir, bu iş böyledir diye koridorlarınızı -bazı hemzemin geçitlerde olduğu gibi- karanlık, pis, ürkütücü ve tiksindirici durumda da bırakamazsınız. Hiç olmazsa bir geçişi hak edecek kadar bakımlı olmalı ki çıktığı kapıya ferahlıkla varası gelsin insanın. Hz. Ali’nin, dünya için yaptığı, “Allah’ın peygamberlerinin mescidi, vahyin iniş yeri, meleklerin namazgâhı, Allah dostlarının mekânı, Allah’ın rahmetinin kazanıldığı ve cennetin hak edildiği yer” tanımlamasında olduğu gibi. (Hadislerle İslam, c. 1, s. 342)
Sonuç olarak dünya bizi ezelden ebede bağlayan bir koridor ise fazla bel bağlamaya gelmediği gibi ihmal edilmeye de gelmez. Efendimizin (sav) ashabı dünya denen bu koridoru ezelden ebede uzanan hayat binasında öyle doğru bir yere oturtmuşlar ve öyle yerinde kullanmışlardır ki asırlar geçse de aşağıdaki örnekte olduğu gibi hepimiz dönüp dönüp onların binasına bakmalı ve oradan kendi binalarımız için örnekler devşirmeliyiz.
Buhari’nin naklettiğine göre, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde, Bahreyn dolaylarındaki büyük Arap kabilelerinden Abdülkays kabilesine mensup olan Câbir (veya Cüveybir) isminde zeki ve güzel konuşma kabiliyetine sahip bir kişi, bir ihtiyacı nedeniyle Hz. Ömer’e gelir. Ona ihtiyacını anlattıktan sonra dünyayı kötüleyen ve küçük gören bir konuşma yapar. Bu arada Hz. Ömer’in yanında beyaz saçlı ve beyaz elbiseli bir zât da vardır. Câbir sözünü bitirince, o zât ona şunları söyler: “Bütün söylediklerini münasip görebilirim, ancak dünyayı kötüleyen sözlerini değil! Sen dünyanın ne olduğunu biliyor musun? Dünya öyle bir yerdir ki orada bizim ahirete götüreceğimiz tedarikimiz ve azığımız vardır. Orada, ahirette karşılığını göreceğimiz amellerimiz vardır.” Bunun üzerine Câbir, kendi ifadesiyle, “dünya hakkında kendisinden daha bilgili olan” bu zatın kim olduğunu sorar Hz. Ömer’e. Müminlerin Emiri, “Bu zât, Müslümanların efendisi Übey b. Kâ’b’dır.” cevabını verir. (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 168)