Parkın etrafında oyun oynayan küçük bir kız çocuğuna, elindeki simitten bir parça uzattı bankta oturan yaşlı kadın. Çocuk, annesinin hafif bir baş hareketiyle izninin olduğunu anladıktan sonra simiti alarak yemeye koyuldu. Yaşlı kadın ayağa kalkıp gitmek üzere birkaç adım atmıştı ki, arkasından gelen ayak seslerini işitip başını çevirdi. Küçük kız
“Az kaldı unutuyordum.”
Yaşlı kadın neyi unuttuğunu sordu.
“Bana verdiğiniz simit için teşekkür etmeyi…”
Hayat bazen küçük bir gönül almadır. Bize ikramda bulunan kişiye, minnet duygumuzu ifade etmektir. Verdiğiyle bizi ne kadar sevindirdiğini; hem verdiğinin hem de kendisinin bizim için olan kıymetini ona hissettirmektir. Yaptığına karşılık, o kişiye teşekkür etmeyi unutmaktan, nezaketsizlik etmekten, onu incitmekten endişe duymaktır.
Hayatın merkezinde ibadet vardır. İbadetin merkezindeyse, sevgi duymak, gönül almak. Bitmez ikramlarıyla kullarına kendini sevdirmek isteyen, merhameti herkesinkinden üstün, yardımı herkesinkinden büyük; varlığın ve hayatın sahibi olan o kerem sahibi Yaratıcı’ya, verdikleriyle bizi ne kadar sevindirdiğini ifade etmektir ibadet. Ne zaman bir şükrü, bir duayı ihmal etsek ceza göreceğimizden değil, Allah’a karşı nezaketsizlik etmiş olmaktan korkmaktır.
“And olsun ki, içinizden mücahidleri ve sabredenleri ayırt etmek ve halinizi meydana çıkarmak için Biz sizi imtihan edeceğiz.” buyurmuştur Rab, Muhammed Sûresi 31. ayetinde. Görülüyor ki bir mücadele içindeyiz. Ve mücadele ediyorsak bu, ortalığın pek de sakin olmadığı anlamına gelir. Fakat kargaşada olan yalnızca ortalık mı? Aklımızı karıştıran yüzlerce fikrin, etrafımızı saran binlerce günahın arasında yaşarken, ruhumuz da kargaşanın ortasında kalmaz mı?
Allah’ın Rasûlü bu noktada, sözleriyle bizi umutlandırıyor. Kim bu ruh karmaşasının ya da başka bir karışıklığın içinde olup ibadete sarılıyorsa, kendisine hicret etmiş olacağımızı müjdeliyor. Bundan daha güzel bir teselli olabilir mi?