Tüm peygamberlerden farklı olarak Peygamber Efendimiz (sav), söz konusu ilâhî müdâhaleyi son kez ve evrensel çapta şekillendirmiş, bu müdahalenin formunu sünnetiyle oluşturmuştur. O halde Sünnet, Peygamberimiz (sav) tarafından temsil edilen ilâhî müdahalenin kurumsal adı ve temsilcisi demektir. Hadisler de tabiî olarak, bu temsilin bilgi ve belgelerini oluşturmaktadır.
Bu tespit çerçevesinde Hz. Peygamber’e ve sünnetine baktığımız zaman, onun ve yaşayışının bizim için ne ölçüde önem arz ettiği anlaşılacaktır. Buna ilave olarak bir şey daha anlaşılacaktır; bu temsil bütünlüğüne ait her şey önemlidir. Günlük beşeri formlar da metafizik dünyaya yönelik mesajlar da söz konusu ilahî müdâhaleyi, kendi sahalarında temsil ettikleri için fevkalâde önemlidir. Hz. Âişe validemizin, “Onun ahlakı yani yaşayışı Kur’an’dan ibarettir.” (Müslim, Müsâfirîn/139) tespit ve beyanı, tam da işte bu noktada anlamını bulmuş olmaktadır.
Sünnet’i kendi içinde farklı ve bilimsel nitelendirmelere tabi kılmak ayrı bir iş, onu “ilâhi müdahalenin temsilcisi olarak”, temel fonksiyonu ve yapısal bütünlüğü içinde algılamak çok daha farklı ve anlamlı bir iştir. Bu ikinci durum, “ben müslümanlardanım” diyen İslam ve iman kimlik ve kişiliğinin orijinalitesini ve duruşunu ifade eder.
Hz. Peygamber (sav), Kur’an’da olmayan hükümler de koymuştur. Sahih sünnetin İslam hukukunun ikinci önemli kaynağı olduğunda ve bunun gereğine göre amel etmenin vücubu üzerinde bütün müctehidler ve âlimlerin görüş birliği içinde oldukları kuşkusuzdur. Onlar bu sonuca varırken, Hz. Peygamber (sav)’e itaati emreden, ona itaati Allah’a itaat sayan pek çok ayetlere dayanırlar. Bunlardan birkaç örnek verelim:
“Allah’a itaat edin, Rasûl’e de itaat edin ve –kötülüklerden-sakının.”(Maide, 5/92)
“Kim Rasûl’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.”(Nisa, 4/80)
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmran, 3/31.
“Peygamber (sav) size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının…”(Haşr, 59/7)
Biz, İslâm imanının gereği ve sonucu olarak dünya hayatında, ilâhi müdahalenin muhatapları olduğumuzu, yani Allah’a kulluk imtihanında bulunduğumuzu biliyoruz. Bunun farkındayız. Bireysel anlamda ergenlik-ölüm arası yaşanan bu sürekli kulluk imtihanında başarının, Allah’a nasıl kulluk edeceğimizin bize öğretilmesine bağlı olduğunu da biliyoruz. Bu da bizim gerçek, imtihanın sadece bir bilgi imtihanı değil, amel ve uygulama imtihanı, hayat imtihanı olduğunu, pratik bir kılavuz ve rehberlere muhtaç olduğumuz anlamına gelmektedir.
Bu en köklü ihtiyacımızın, Hz. Peygamber (sav) ile karşılanmış olması, gerçekten bizim için büyük bir lütuftur. Nitekim Yüce Rabbimiz bir âyette, Hz. Peygamber’in bize dönük yönlerini sayarak bu durumu açıkça bildirmiştir:
لَقَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولا مِنْ أَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمْ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ
"Gerçek şu ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden, yanlış inançlardan ve inançsızlıktan) onları arındıran, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermek suretiyle Allah, mü'minlere büyük bir lütufta bulunmuştur..." (Âl-i İmrân, 3/164)
Kendisi de, biz ümmeti karşısındaki konumunu “inne meselî = benim konumum” diye başlayan beyanlarında, değişik açılardan ortaya koymuştur. Neticede de “aleyküm bi sünnetî = Size benim yaşayışımı takip etmek düşer.” buyurmuş, bizimle arasındaki ilişkinin ittiba ve uyum ilişkisi olduğunu duyurmuştur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de “O elçiye uyarsanız, doğru yolu bulursunuz” (A’raf, 7/158) buyrulmuştur.
Öte yandan Allah Teâlâ, Hz. Peygamber (sav) ile aramızdaki ilişkinin temelini “النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنْفُسِهِمْ “ Peygamber, mü’minlere öz nefislerinden daha ileri/önceliklidir” (Ahzab 33/ 6) diye belirlemiştir. Bu sebeple biz artık, “Makbul kulluk, Sünnet’e uygun olan kulluktur” gerçeğiyle karşı karşıya bulunmaktayız. Çünkü Allah Teâlâ Hz. Peygamber’i bize “en güzel hayat örneği” olarak takdim etmiştir.
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
“Andolsun ki sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok ananlar için Allah’ın Rasûlünde güzel bir örnek (hayat modeli) vardır” (Ahzâb, 33/21)
Hz. Peygambere uymak, hiç şüphesiz, onun yaşayış biçimine, sünnetine hayatımızı uydurmakla mümkündür. Bir başka deyişle, onun hayatını taklit etmek, iman gereğidir. Bu, asla terim anlamında bir taklit değil, tam aksine İslâm kimlik ve kişiliğinin elde edilmesi için gerekli olan ittiba anlamında taklit demektir. Dini yaşamış olmak için onun nezih hayatının -imkânlar ölçüsünde- taklit edilmesi gerekmektedir.
Şuursuzca yapmamak şartıyla sünnete uymak, mümini sürekli bir uyanıklık ve dolayısıyla kendine güven duygusu içinde yaşamaya alıştırır. Çünkü Hz. Peygamber’in sünnetine uymak, her işi onun yaptığı gibi yapma esasına dayanır. Bu da müminlerde, Hz. Peygamber’in iş ve davranışlarını, işlerinde ve davranışlarında örnek alma düşünce ve dikkatini geliştirir. Böylece Hz. Peygamber’in ruhaniyeti günlük hayat programına düzenleyici bir unsur olarak yerleşir. Hayata manevi bir huzur ve rahatlık gelir. Çünkü en kısa tanımıyla sünnete uymak, Müslümanca yaşamaktır.
İlk Müslümanlar cahiliye karanlıklarından, İslam’ın nuruna O’na uyarak kavuşmuşlardır. Onlar, helal ile haramı ayırıp helal dairesi içinde mesut bir hayat yaşamışlar, günahlarını tevbenin ateşinde yakıp hayatlarını nurlandırmışlardır. Sahabe için kural Kar’an’a , onu yaşayan ve duyuran Hz. Peygambere uymak, onu taklit etmek olmuştur.
Öyle ise Müslümanca yaşamak isteyen insanlar, kendilerini Kevser-i Kur’an’da eritmeli, sünnete uygun bir hayat geçirmeye çalışmalıdır.
Aydınlanma, modernizm, post modernizm, geç kapitalizm, küreselleşme hepsi “ben” merkezli insan istiyor. Bunlara göre bütün değerler değiştirilebilir, mesela bir yapıda kullanılacak tuğla gibi. Tuğla, yerleştirilmek istenen yere uymazsa, sağı solu kesilir. İslam’ın değişmezleri ile oynamak da böyledir. Kaynaklara müdahale, değerlerle oynama nerede biter, nereye kadar gider bilinmez.
Çare toplumumuza sağlıklı doğru dini bilgileri sabırla vermek, İslam’ın farklılığını anlatmak, İslam’ı sünnete uyarak, yaşayıp göstermek, zengin kültürümüzün farkına vardırmaktır.
Bunu ne kadar yapabiliyoruz? İslam’ı bize öğretene hayatımızda ne kadar yer verebiliyoruz? İşte günümüzde kendimize sormamız gereken soru bu…