Kur'ân'ın Yazıya Geçirilmesi

25 Eylül 2009

Kur'ân-ı Kerim, ümmi bir topluluk içinde, ümmi olarak yetişen Allah Rasûlü'ne nazil oluyordu. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in en fazla önem verdiği işlerin başında, kendisine inen vahyi muhafaza etmek ve aynı zamanda başkalarına ulaştırmak geliyordu. Nitekim O da bunu yapıyordu. Yani öncelikle kendisi iyi bir şekilde onu ezberliyor, sonra da etrafındaki kimselere ulaştırıyordu. Şu âyet, bahsettiğimiz bu gerçeği dile getirmektedir.

"O, ümmiler arasından, kendilerinden olan bir elçi gönderdi. Bu Elçi onlara Allah'ın âyetlerini okur, onları inançlarına ve davranışlarına bulaşmış kirlerden arındırır, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Halbuki daha önce belli ve kesin bir sapıklık içinde idiler."

Image

Rasûlullah, kendisine gelen vahyi ezberleme ve onu muhafaza etme konusunda son derece hırslıydı. Cibril tarafından kendisine getirilen vahyi kaçırırım endişesiyle bu konuda çok acele davranıyor, bunun için de dilini hemen hareket ettiriyordu. Hz. Peygamber'i çok zor durumda bırakan bu hal, Cenâb-ı Hakk'ın bu konudaki şu teminatıyla son bulmuş oldu:

"Sana vahyedileni unutmamak ve hemen anında bellemek için dilini kımıldatma. Çünkü vahyi Senin kalbinde toplamak ve onu okutmak Bize ait bir iştir. O halde Biz Kur'ân'ı okuduğumuzda, Sen de onun okunuşunu izle. Ayrıca onu açıklamak da Bize ait bir iştir."

"Demek ki gerçek Hükümdar olan Allah çok yücedir.  Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan unutma endişesi ile Kur'ân'ı okumada acele etme ve: 'Ya Rabbi! Benim ilmimi artır' de!"

Böylelikle kendisine inen vahyi en sağlam bir şekilde ezberleyen Hz. Peygamber, Yüce Yaratıcı'nın emrettiği şekliyle onu insanlara ulaştırıyor, aynı zamanda onunla gecelerini ihya ediyor ve namazlarını süslüyordu. Bunun yanında bir de Cibril ile birlikte her yıl bir defa o zamana kadar inen vahyi yeniden okuyorlardı. Bu durum vefat yılında ise iki defa tekrarlanmıştı. Hz. Aişe ve Fatıma (ra)'nın şu rivayetleri de bunu göstermektedir:

"Cibril Bana her yıl Kur'ân'ı bir defa arzediyor. Bu sene ise bu iki defa meydana geldi. Bununla ecelimin yaklaştığını hissediyorum."  Kur'ân, başlangıçtan itibaren Hz. Peygamber tarafından yazdırılıyordu. Nitekim Kur'ân-ı Kerim, Mekke Müşriklerinin şu itirazlarını bize aktarmaktadır:

"Ayrıca: 'Onun söyledikleri, kendisi için yazdırtmış olduğu ve sabah akşam kendisine dikte ettirilen önceki nesillerin efsanelerinden başka bir şey değildir' dediler."

Bununla birlikte şu âyetler de Kur'ân'ın başlangıçtan itibaren yazıldığına ve sayfalarda olduğuna işaret etmektedir:

"Bu Kitab, pek değerli, şerefli bir Kur'ân'dır. O iyi korunmuş bir kitapta, Levh-i Mahfuzdadır. Ona tertemiz (abdestli)  olanlardan başkası dokunamaz."

"Artık isteyen ders alır. O âyetler şerefli, yüce ve tertemiz sahifelerde, iyilik timsali çok değerli katiplerin elleriyle yazılıdır."

Aynı zamanda hicretten önce Hz. Ömer'in Müslüman olmasına vesile olan hadise de göstermektedir ki, vahiy daha ilk günden itibaren yazıyla tespit edilmektedir.

Hz. Peygamber kendisine vahyedilen her âyeti okuyarak, etrafındakilere öğretiyor, aynı zamanda bunlar direkt olarak kendisinden duymayanlara da ulaştırılıyordu. O dönemde herkes büyük bir iştiyak içerisinde gelecek olan vahyi bekliyor, geldiği zaman da hemen öğrenmek için harekete geçiyordu.

Allah Rasûlü, meleğin kendisine getirmiş olduğu vahyi ezberliyor, sonra vahiy katiplerinden birisini çağırtarak, gelen kısmı, ait olduğu yeri de kendisi belirterek yazdırıyordu. Vahiy katipleri vahyi tabaklanmış deri, hurma dalları, yassı taşlar, tahta levhalar, deve ve koyunların kürek kemikleri gibi o gün için kullanılan yazı malzemelerine kaydediyordu. Rivayetlerden de anlaşıldığı üzere, Hz. Peygamber, muhtemel bir yanlışlığı düzeltmek için, gelen vahyi yazdırdıktan sonra katipten onu okumasını istiyordu. Katip de onu okuyordu. İyice sağlamlaştırılmış bir hale getirilen bu metni, daha sonra ashaptan isteyen kimseler kendileri için şahsi nüshalara istinsah ediyorlardı.

Şüphesiz Kur'ân-ı Kerim Rasûlullah hayattayken, şu andaki gibi değildi. Her ne kadar metin O'nun yazdırdığının tamamen aynısı ise de, dış görünüşü itibariyle bir hayli değişikliğe uğramıştır. Evvela o ciltli bir kitap değildi. Çünkü Kur'ân Rasûlullah'a parça parça, sûre  olarak, bir âyet şeklinde, hatta bazan bir âyetin de bir bölümü olarak nazil oluyordu. Hz. Peygamber kendisine vahyedilen her âyeti okuyarak, etrafındakilere öğretiyor, aynı zamanda bunlar direkt olarak kendisinden duymayanlara da ulaştırılıyordu. O dönemde herkes büyük bir iştiyak içerisinde gelecek olan vahyi bekliyor, geldiği zaman da hemen öğrenmek için harekete geçiyordu. Hatta Rasûlullah'ın düşmanları bile Kur'ân'a kayıtsız kalamıyor, gerek rekabet ve hücumlarına karşılık gelecek zayıf noktaları tesbit etmek için, gerek edebî zevklerini tatmin etmek için olsun, çok defa Kur'ân âyetleri okunurken onu dinlemek istiyorlardı. Bu durumda Kur'ân-ı Kerim'in Müslümanlara telkin edeceği manaların ne kadar büyük olacağını tahmin etmek zor değildir. Kur'ân, ruhlarının gıdası, ahlaklarının esası, ibadetlerinin temeli, tebliğde onların vasıtaları, gündelik zikirleri ve aynı zamanda tarihleridir. Tek kelimeyle söylemek gerekirse o, hayatın bütün yönlerini düzene koyan temel kanunlarıdır.