“Hakikati inkâra şartlanmış olanlar, ister geçmiş vahyin mensuplarından isterse Allah'tan başkasına da ilahlık yakıştıranlardan olsunlar kendilerine hakikatin açık kanıtları gelmeden O'nun tarafından gözden çıkarılacak değillerdir. Onlara kutsanmış tertemiz vahiyler ileten Allah'tan bir elçi gelmeden, doğruluğu kesin ve açık hükümler taşıyan vahiyler ileten bir elçi…” (Beyyine1-3)
Beyyine suresi varlığına, birliğine karşı insanın güven duyması, iman etmesi için o Var’ın ve Bir’in sunduğu özel bir kanıttan bahseder. Çünkü bir hayat seçerken aslında huzuru seçer insan. Ve ikna olmak ister mutlu olacağına.
Beyyine, işte o ispatın konduğunu söyler insanın önüne. Hem de hususi bir elçi / ikna olmuş bir insan ile. Elçi ki kendisini ikna edecek anlam arayışlarını Hira’ya kadar, bir insanın düşünsel tırmanışının zirvesine kadar çıkarmış ve cevap olarak Beyyine’sini de alıp inmiştir kente / düze.
İşte Beyyine, onca kanıt karşısında olması gerekenin özüne değinir. Kanıt karşısında insandan beklenen olgunluğa… Kanıtla karşılaşmanın, muhatap oluşun sorumluluğuna…
Ne var ki insanın kanıt arayışı, buluşunun sonrasında hep doğru sonuç vermez, hemen inanmayı hedeflemez. Arayıştan arayışa fark vardır. Her eylem gibi arayış da kendi kalbindeki niyetin akıbetini çağırır kendisine. Kanıt bazen de inkâr etmek için istenir. İnkârı koyultmak için. Ona rağmen olmak için…
Kimi hiç aramaz. Kimi bulsa da bulmamış gibi yapar. Aramak kalbin kendisidir belki. Eylemi değildir. Gizindeki niyeti neyse odur belki arayışın öz kendisi. Buluşu odur belki.
Bir Beyyine / kanıt her şeyi halledebilecek kadar güçlüdür aslında ve bu nedenle muhatabında bir iç baskı oluşturur. Fakat kanıtın ilham ettiği dış baskıya son şeklini verecek olan şey iradenin iç baskısıdır. Her şey irade güçlüsü bir varlık olarak insanda biter.
Yine Beyyine suresi, bir yanıyla da insan iradesine tanınan özgürlüğün ve duyulan güvenin ifadesidir. İnsan o güveni boşa çıkarmış olsa da… Olsun. Allah insana inanır ve onu kanıtlara boğar. İnsan O’na inanmayacak olsa bile…
Bu yüzden bu satırlar, Allah’ın insana verdiği değerin, onurlandırmanın ifadesidir. Ona apaçık kanıtları, onun anlayacağı, ikna olacağı şekilde, güvenli ve tertemiz bir içerikle sunmaksızın hiçbir insan hakkında haksızca değerlendirmede bulunmayacağını bildirir.
Buna göre Allah hiçbir insanı gözden çıkaracak değildir. Hiçbir insanı harcayacak değildir. Bir bilgilendirme, bir kanıt sunmaksızın ve tercihinin bilinçli bir tercih olduğu açık ve kesin olarak ortaya çıkmaksızın hiçbir insan hakkında olumsuz bir değerlendirme yapacak değildir.
Allah’ın bir insan hakkında hakikati bile bile inkâr etmesinden dolayı alacağı olumsuz karar muhakkak o insanın bile isteye, bilinçli olarak reddinden kaynaklanacaktır. Yoksa bir hocanın, bir grubun, bir başka insanın, şeyhin, müftünün, bir ileri gelenin beyanından değil…
Bu noktada iyi ki hakkımızda karar alacak olan kalbimizin derin kuyusunu, açık bir tepeyi seyredercesine seyredebilen Allah’tır. Yoksa insan insanı, çok bulduğu için midir, bedava saydığı, saymadığı için midir bilinmez çok kolay harcar. Hemen yaftalayabiliyor. Allah adına hemen karalayabiliyor. Etiketleyebiliyor. Çok kolay cehenneme, zindana, mutsuzluğa, kedere atabilir. Atıyor.
Fakat Allah harcamaz. Allah yanında değerlidir insan.
Şöyle ki; önce insan kavrayışı açık yaratılmıştır. Sonra bilincine her yandan kanıtlar sunulacaktır / sunulmuştur. Varlığın bütünü, oluşundan ölüşüne ve ölüşünden oluşuna süregelen istikrarlı döngüsü, “kün” emri çevresinde olgun tavafından tutun da, arayışı bulutlara değmiş olan bir elçinin kalbine Yaratıcıdan indirilen(tenzil) ilahi öğreti, yaşanan hayatın olayları, bizzat insanın varlığı…
Hemen her şey adeta insana durmaksızın tanıklık seremonisi yapmaktadır. Farkındalık görgüsüyle görebilen insana… Dünya onun için dönmektedir. Merkez kendisi evren çevresidir.
“Ama kendilerine daha önce vahiy verilenler, hakikatin böyle bir kanıtı geldikten sonra [inanç] birlikteliklerini bozdular.” (Beyyine 4)
Ne var ki bu özel, aydınlık bilgiyi “hazır almaya alışmış olanlar” tam da bu apaçık ikna edici sözlerden sonra ayrılığa düşmüşlerdir. Birleştirici bir ortak nokta olma değerinde olan bu apaçık, net, ikna değeri yüksek, hususi bilgilendirme özellikle ve öncelikle onları birbirinden ayırmıştır. Onları sosyolojik olarak incelediğinizde şayet önceden bir bilginiz yoksa çok farklı kitapların ehli/dostu/yakını olduğunu sanabilirsiniz. Çok farklı peygamberleri olduğunu… Ayrı ilahları olduğunu… Tevhid’in uzağında sanırsınız bu ayrılığın boyutlarını gördüğünüzde.
Demek ki her insan bahşedilen bu beyyine’ye, kendi tercihiyle layık değil. Her insan “ne olur ve lütfen, yalvarırız, iyiliği için, cennet için ve Allah aşkına” inanmalı değil…
Hakikat beyyineler/kanıtlar bütünüdür. Ancak hakikat yalvarmaz. Varlığı ve yaşaması için insana muhtaç değildir. İnsanın kabulü onu daha bir hakikat yapmaz. Reddi de hakikat olmaktan çıkarmaz.
En çok ta insanın ihtiyacı var. Ve beyyine temel ihtiyacıdır insan ruhunun. Ekmeği, aşı. Suyu, kuraklığına dikilen matarası. Hayat azığı.
“Kanıt göster kanıt göster!” şeklinde yaklaşan insanın kanıt gösterilince tam aksi bir yöne yönelmesi yönelişte asıl gücün insanda olduğunu gösteriyor. İrade gücünü. Pekâlâ insanın sırtını döndüğü bu bilginin içeriği ne idi ki? Çok fazla bir sorumluluk mu yüklemişti beyyine ona…
“Oysa kendilerine yalnızca Allah'a ibadet etmeleri, bütün içtenlikleriyle yalnız O'na iman ederek bâtıl olan her şeyden uzak durmaları; namazlarında dikkatli ve devamlı olmaları ve karşılıksız harcamada bulunmaları emrolunmuştu: çünkü bu, doğruluğu kesin ve açık olan bir ahlaki değerler sistemidir.” (Beyyine 5)
İnançla bütün yanlışları terk etmeye azim, dosdoğru bir namaz ve paylaşmak… Buydu bütün istenen kanıtlanmanın sonrasında. Sorumluluk bilinci.
“İkna etmek için her şeye varım” der gibiydi bütün varlık. İnsandan beklenen ise buydu. Bu kadardı. Bu kadar.
İnsanlık… Sade insanlık. Yaratılanlar içinde en iyi olmak!
“Gerçek şu ki, bütün kanıtlara rağmen hakikati inkâra şartlanmış olanlar, -ister geçmiş vahyin mensuplarından, isterse Allah'tan başkasına da ilahlık yakıştıranlardan olsunlar- kendilerini cehennem ateşinde kalıcı bulacaklar. Onlar, bütün yaratıkların en şerlileridir.
Ve iman edip doğru ve yararlı işlerde bulunanlar, işte onlar, bütün yaratıkların en hayırlılarıdır. Onların ödülleri Allah katında kendilerini bekler: içinden ırmaklar akan, sonsuza kadar kalacakları sınırsız nimet bahçeleri; Allah onlardan hoşnuttur ve onlar da Allah'tan: bütün bunlar Rablerini ürpertiyle hissedenler içindir!” (Beyyine 6-8)