“Göklerde ve yerde olan her şey, Mülkün Sahibi, Mukaddes, Kudret ve Hikmet Sahibi Allah'ın sınırsız şanını yüceltmektedir. O, Kitap ile ilgisiz bir topluma, kendi içlerinden kendilerine Allah'ın mesajlarını aktaran, onları arındıran, ilahî kelâmı ve hikmeti öğreten bir elçi göndermiştir ki, o'ndan önce, açık bir sapıklık içindeydiler. Başka toplumlarla temasa geçmeleri sonucunda, kendilerinden diğerlerine bu mesajın yayılmasını da sağlamıştır. Çünkü yalnız O, güç ve hikmet Sahibidir.” (1-3)
İlahi hakikat evrenseldir. Zamanlar üstü geçerliliğe sahiptir.
İnsan için var olduğu ve yaşadığı her zaman ona hakikatli/ doğru olmayı sağlayan bir “kitap” da vardır. Henüz ne yazılı kaynak ne de sözlü kaynak varken bile ta yüreğinin orta yerine, aklına kazınmış olarak... Aslında o söz, içinden söküp çıkaramayacağı bir anlam olarak her insanın içine konmuştur. Her insanın saf yaratılışında, daha insan kendisine dokunmamış ve kendisini bozmamışken, ilkelliğinin o mükemmelliğinde vardır hakikat. Sözden önce bir öz olarak...
İki kapak arasında kayıt altına alınmadan, bir söz halinde, akıldan akıla, kalpten kalbe uçup konarak, sonraları iki kapak arasında kayıt altına alınarak vardır. Bu irade; Yaratan’ın, insanı, bağ kurabileceği tek yol olan hakikatten, bir anlamda Kendisinden haberdar etme iradesidir. En temel anlamda hayat bulmuş, hayata doğmuş bir düşünce sistemi ve onu destekleyen kurallar bütünü olarak aşama aşama, insanlığın tekamülüne dostlukla geliştirilerek gönderilmiştir.
Aslında insanlığın tarihi gönderilmiş kitaplar tarihidir. Yaratıldıkça ve yaşatıldıkça Allah’ın layık bulduğu güzel bir yazgı da sunulmuştur o kitaplarda insana. Bir kader teklifi yapılmıştır insana.
Söz uçurarak, haber salarak, sözü harflere, kelimelere, cümlelere ve nihayet kitaplarla kayıt altına almalarına tanıdığı imkânla, bir Allah mektubu, bir kitap yollayarak, Varlığına, Birliğine, dostluğuna çağırmıştır insanı.
Yarattığı ve değer verdiğinin göstergesi olarak, insanın yanında olduğu konusundaki özel samimiyetini her yönden olduğu gibi bu yönden de açıkça ispatlayarak.
Kitap, insanı kimsesiz koymamanın adıdır. Kitap, insanın aslından kopup kalmalarına, kaynağından ayrı düşmelerine bir son verme ve onu yeniden aslına çağırmanın adıdır. Cehalet yetimliktir çünkü. Kendinden habersizlik ve savrulmadır. Kitap sahip çıkmadır.
Kitapsız insan ve kitapsız bir toplumu, kitaplı insan ve toplumlara dönüştürmek çabası, ümmiliğe; hayatın gerçeklerinden habersizliğe, duyarsızlığa, cehalete bir son vermek için, Allah, “hayatın manasını” insana ilham etti. Hayatın manasını arayan büyük arayışçılara, elçilere ise o anlamı vahyetti. O anlam, bilinmeyen yüksekliklerden, çok yükseklerde bir kürsüden, sevgili Cebrail sekisine indi. Sonra Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’e. Oradan bütün insanlığa. Dünyaya.
Yeryüzünü selamete eriştirmek amaçlı bir barış sözüydü bu. Allah’tan anlam arayışcısı insanlara, ümmilere, kitaplı olduğu halde kitabından habersiz olanlara topyekun hakikati okuma ve yaşama seferberliği böylece ilan edildi.
Çünkü Kitaplı olmak/ vahiy: mesajı aktarma, mesaj doğrultusunda arınmadır. İlahi kelam ve hikmeti öğretme; Allah ile konuşabilen, üst düzey iletişime geçebilmiş olan ve hikmeti/ felsefeyi; var olmanın ve her şeyin ince nedenlerini ortaya koyan ve amaçlarını da doğru kavrayan aydın bir toplum olmayı sağlayacaktır.
“Bu, Allah'ın lütfudur: Allah, onu, elde etmek isteyen herkese bağışlar: çünkü Allah lütfunda sınırsızdır.” (3)
Rehberlik lütfu, Allah’ın yol göstericisi olması herkese açık bir lütuftur. Sanıldığı gibi belli bir kesime ait değildir. Kitab’ın sadece kendilerine “indirildiği ve başka bir topluma asla inmeyeceği iddiası”nda bulunan zamanın Yahudileri, ummadıkları bir ümmiye, sözüm ona bir “cahile” inince şaşkına döndüler.
Kitab’ın sadece belli bir kesim tarafından anlaşılabileceğine inanan ve Kitab’ı insanlıktan sakınarak, Allah ile insanın arasına girmeye çalışanlar da aynı hatayı yapıyorlar. Bu Kitab’ın insanın tabiatında zaten kazılı olduğunu, yazılı Kitab’ı da herkesin gücü yettiğince anlayabileceğini ve yaşayabileceğini düşünemiyorlar. Ümmü Mektum’un şahsında halkı küçümsüyorlar.
Elbette Allah’ın resmi olarak seçip atadığı peygamberler var. Onlar hakikat ilmini miras bıraktılar. O mirastan ilham alan ve hakikatin rehberliğini halce, dilce, kalemce veya kendi mesleğince yapan herkes için de elçilik mümkündür. Her insan gerçekte hakikati yaşadığı kadar, hakikatin ulaklığını, elçiliğini, rehberliğini yapar. Dillendirdiği veya kendi elinden gelen konuda ortaya koyduğu üretkenlikle yapar. Bu konuda kimilerinin sandığı ve iddia ettiği gibi hakikat belli kesimlerin tekelinde değildir. Hakikatin rehberliği de...
Cahil bilinen, bir samimi insan Kitab’la aydın olabilir. Aydınlığına insanları çağırabilir. Aydın sanılan ise Kitap’tan habersizce pekala cahil olabilir. Allah her insana eşit olarak Kitab’ı, ilim elde etmenin yolunu açmıştır.
Allah’ın Okulu için ne öncesinde bir hazırlığa koyulmak ne de bir imtihana girmek gerekir. Samimiyetten başka bir şart aranmaz. Sorumluluk bilincinde olan ve “ben ne yapmalıyım” sorusunu içinde, kendiliğinden soran herkes bu ilahi okulun kapısından, Fatiha’sından içeri girebilir.
Not ise sadece Allah’a aittir. Kimse kimseyi değerlendiremez. Kırık not veremez. Okuldan atamaz. Takdir veya teşekkür yetkisi sadece O’na aittir. Öğretmenler, değerli elçilerdir. Hikmet sahibi olmuş ölümsüzler… Hayat tecrübelerini anlatır dururlar surelerin içinde verilen özel ders saatlerinde.
Ne var ki Kitap raflarda tutularak neredeyse göğe geri dönecek kadar küstürülmeye de bırakılabilir bir insan, bir toplum tarafından.
Ya da sadece telaffuz edilerek, anlaşılmaksızın okunarak, okunuyormuş gibi yapılarak, hatimlerle, sayısal çokluklarla seslendirilip durulabilir.
Cüzler okunur. Özler unutulabilir...
Hâlbuki her söz, bir ilimdir. Bir hayat bilgisidir. Bir sorumluluk yükler. Şayet o sorumluluğu yaşarsan o yükü hayata indirirsin sırtından. Omzun hafifler. Biraz kanat takar ruhun. Daha gökçe sürer hayatın. Mutlu olursun. Yaşamadığın bilgi ise sırtında kalır. Yük olarak. Hamal olursun.
“Tevrat’ın yükü ile onurlandırılmış iken bu yükü taşıyamamış olanların durumu, sırtına kitaplar yüklenmiş ama onlardan habersiz bulunan merkebin durumuna benzer. Allah'ın mesajlarını yalanlamaya şartlanmış olanların durumu ne acıdır, çünkü Allah rehberliğini böyle zalim bir halka ihsan etmez!” (5)
Tevrat ya da Kur’ân...
Bu hatayı yapmış toplumların ne kendilerine yaradı kitap, ne başkalarına/ ne diğer halklara yaradı. Bir toplum kendisi ilminin gereğini yaşamayarak merkepleştirirse, başkasına/ dünyaya diyeceği sözü de olamaz.
Sırtındakinden habersizlik; sorumsuzluk, Kitab’ın içindeki sorumluluklarının farkında olmaksızın, duyarsızca kitabın adını kullanarak yaşamak hatasını yaptı insan. Yapıyor.
Kitab’ı sorumluluk kitabı olarak değil de çıkarları uğruna tahakküm uygulamak gibi bambaşka amaçlar doğrultusunda “kullanmak” yanılgısını sürdürüyor.
Yaşanmayan ilahi bilgi yüktür. Yaşanmayan her bilgi yüktür. İlim sorumluluktur. Hayata dair bir ödev yükler. Yerine getirilmediğinde atıl, işlevsiz kalır. Yığılma yaşanır. İnsan yaşamadığı bilgilerin altında eşekleşir. Yükü gittikçe artar. Ağırlaşır. Hantallaşır hayat. Yığma bilgi enkazdır. Faydasız bir eğitim sistemi enkazdır. Bilinçlenmek ve yaşamak bu enkazın altından çıkarabilir bir insanı. Eşeklikten insanlığa…
Argo bir tabir olsa da bir yerde insanlığa çağırır herkesi: “Eşeklik yapmayın!” der Cuma suresindeki bu meşhur ayet.
Bilgini yaşayarak insanlaşırsın. İnsana bilgiyi yığmak değil yaşayarak hayatla barıştırmak yakışır. Hayatla barıştırılmayan bilgi insana darılır ve onu eşek kılar.