“Aydınlık sabahı düşün ve durgun, karanlık geceyi… Rabbin seni ne unuttu ne de darıldı.”(Duha 1-3)
Yaşadıklarının nedeni hakikattir. Hakikat suçludur. Sen de suçlusun. Çünkü onu söyler, onu yaşamaya çalışırsın. Durmaksızın hakikatten söz açarsın. Çünkü elindeki Kitab’ın doğrunun biricik güç kaynağı olduğuna inanırsın. Çünkü bilirsin ki yalan, elindeki Kitab’ın olduğu yerde asla barınamaz. Daralır, nefes alamaz.
Bakma öyle kahırla… Gök seni asla yalnız bırakmaz. Seni yalnız bırakan “yerliler”dir. Yer fikirliler. Kabul et ve üzülme ki; herkes bağlanamaz. Kabul et; mutlak hakikati her akıl onamaz ve her kalp tanımaz.
Hem hakikate kolay kolay sahip çıkmaz kalabalık. Bazen kalabalık yalnız başına düşünemeyenlerin kaba birlikteliği olur. Kabul et gerçeği herkes senin gibi sevmez. Anla… Yalana karşı yine de en anlayışlı davranan sen ol. Belki o zaman doğrulur.
Taşımaya azmettiğin göğün yüzünde hançer izleri var. Senin payına da düşmanlıklar var. Oysa sen yalnızca gerçeği paylaşmaya çalışırsın.
Fakat gök neden seni yalnız bırakır? Yoksa seninle alay mı ediyor? Günün birinde olağanüstü bir bilinç ışığıyla sırılsıklam ederken, şimdilerde neden bu kadar kurakça dikilir başında. Ah bir yağsa başın üstüne…
Başını göğe eğ… Kur’ân’ı anlamak başını göğe eğmektir.
Yoksa sen onu üzecek bir şey mi yaptın? Belki gereğince okumadın. Anlamaksızın gelişigüzel seslendirdin. Öze geçmedin de hep cüzde kaldın. Ya da anladın da dosdoğru anlamadın. Veya layığınca yaşamadın. Ya da hakikatin herkese ait olduğunu bile bile onu güzelce paylaşmadın. Nedir suçun? İyi düşün. Bu gök böyle durmaz. Kesilmez birden bire böyle vahiy. Böyle kaçmaz üstünden küskün zirvesine doğru hikmet, senin ona doğru yürüdüğünü bile bile…
Sanki Allah ile dargınsın. Sanki bir şey olmuş ve görüşme kesilmiş. Duruluğun dudaklarını bıçak açmaz olmuş. Belli ki Rabbinden yakınlarda “bir haber” alamamışsın.
Gereğince okumazsın. Dosdoğru anlamazsın. Doğruyu yanlış anlayarak bu kesintiyi/fetreti kendine sen yaşatırsın.
Yaşamında esamisi okunmaz geceler boyu göz gezdirdiğin bu Kitabın. Özün yerin dibine çakılmış haldesin. G-özlerinden hayatına akmaz bu aydınlık. Tam orada aniden kesilir.
Mütemadiyen yükselen bir aydınlığın/ Duha’n yok. Gece kararması, kesintiler/ bilinç kararmaları var.
Her zamanki gibi kendinin üstüne varırsın böyle fetret zamanlarında.
Kendinde hata ararsın ve bütün samimiyetinle derinine, karanlığına, mahzenine inersin. Bilincinin altında kalan, kimselerin görmediği yerlere bile defalarca, vicdanına kara sular ininceye dek girip-çıkar, kendinden kaynaklanan bir suç olup olmadığına bakarsın. Nedir bu karanlığın nedeni dersin? Öyle kızgınsındır ki kendine, neredeyse kaba kuvvet kullanmak istersin. Hiddetle bakarsın ben’ine. Kimselerin öyle yan bakmaya gücü yetmezken sana… Bağırıp çağırırsın kendine bu ayrılık zamanlarında… Gök yanında değilse, bütün bir yeryüzü kayar ayaklarının altından. Kitap elinin altında yoksa uzun zamandır, bir süredir Sevgili’den tek bir cümle dahi duymamışsan iç gözlerin kararır. Başın –başka yere- döner. Dengen sana ihanet eder. İşte yar kenarı, boşluk, uçurum, korku, kimsesizlik ve koyu bir yalnızlıksındır artık.
Sonra bildiğin karanlık iyice basar. Gece kara ve büyük çizmeleriyle gözyaşlarının üstünden acımasızca ve ağır ağır durarak geçer. Gerçeği paylaştığında kararan çehrelerin karasıdır karanlık. Çoktan beridir haber alamadığın, sana yağmayan bulutların karaltısıdır. Bilgisizliktir. Bilinçsizliktir. Çözümsüzlüktür. Boğulmadır sessizce. Yıkımdır. Enkazın altında günlerce dirilik sesinin duyulmamasıdır.
Bilgi orada; o göğün tepesindedir/ yüksek raflardadır/ “anlaşılmaz” cümlelerdedir/ ‘enin ne haddine’dedir ve bunu bilmek hüzündür. Ta ki ona ulaşıncaya kadar. Bilgi iki kapak arası saklı sayfalardadır. Hüznün, farkındalığın, duyarlılığın bilgisi… Fakat gerçek anlamda okumaz, kastedildiği gibi anlamazsan yazık… Saklı sayfalar sana kendisini açmaz, sana karşı çekingen davranır. Sana gelmiş kanatlar senden uzağa kaçar.
Neden yağmaz da birbirine sarılıp kendi içinde ağlaşır bu bulutlar/ sureler?
Fatiha suresi neden günde kırk kere okunur ve anlaşılmaz, Yasin mezarlıkta unutulur da çarşıya, pazara, okula, şehre gelivermez ve Vakıa Suresi neden sadece zengin eder?
Yürürsün. Böyle yıkıkken kimselere rastlamak istemezsin. Hep yeni bir haber uçurmaya alışıksın. Sanırım yeni bir okuma olmadı son zamanlarda hayatında. Yeni bir sure inmedi. Bir ayeti anlamadın. Ya da yeniden ve daha doğru, daha zengin anlamadın. Yeni bir anlam, bir hikmet girmemiş bütün görkemiyle ruhuna.
İlhamı ayın memleketinden almamışsın son günlerde belli ki. Yıldızların işaretlerinden çıkmamışsın duruluğa… Bereketin elleri senin toprağına karşı kısılmış. Melekler seninle göz göze gelmekten kaçınmış. Cebrail sıkıştırmamış seni eskisi gibi “Oku! Oku!” diyerek. Çatısız bir viranede bir başına kalmışsın.
Ayet uçmaz zihnin, çalmaz kalbin hikmet. Mavi kendisini karadan sakınır. Elin ayağın çeker o “küçük yeryüzü”nden.
Ne kalabalıklar sever seni, ne de Tek! Fetrettesin. Yapayalnızsın.
İşte tam o anda:
Ve’d duha! Ve’l leyli ize seca’.
Birden yarılır mavilik; Kitap kanatlanır. Duha iner.
Masana oturursun. Fetret eceline yakalanır.
Kitap’ı açarsın. Yeniden okumaya başlarsın. Anlayarak okumaya...
Anladığını sevgiyle paylaşırsın.
Yaşamaya özenirsin hakikati. Tam olarak neyse onu…
Bunalmıştın. Hakikati, hikmetli Kitab’ı okumamak, anlayamamak, anlatamamak, yaşayamamak senin için tam anlamıyla bir kuraklıktı. Kimsesizlik ve yalnızlıktı. Terk edilmişlikti. Fakat bitti.
Sıkıntı ve zorlukların hiç bitmeyeceğini mi sanırdın? Allah’ın seni birkaç sözle dünya avlusuna terk edip arşa çekilivereceğini, gerçeği paylaşma duyarlılığında seni böyle dünya önünde yalancı çıkaracağını?
Geçmiş vahyin güven kaybından, evrensel kesintiler ve kuraklıklardan sonra göğün buna susup kalmadığına şahitken. Allah’ın yeniden söylemeye başladığı “Son Söz”ünü yarım bırakacağını, tamamlamayacağını mı sanırdın?
Seni benliğine/ karşıt benliklerin karanlık ellerine bırakıp hayatından çekip gideceğini nasıl düşünürsün?
O hiçbir insanı terk eder mi? Kalpli olana darılır mı? Olacak şey mi? Bu mümkün mü?
Bilgisizliğe terk edilmedin ey insan! Bilinçsizliğe de…
İşte Cebrail göründü. Gök tebessümünü yere dayadı şefkatle.
Şimdi yeniden oku! Hep oku! Çünkü okumadığında hep böyle üzülürsün.
Duha’yı oku! Ağır ayrılık gecelerini bitiren ilk ışıklara bak. Işıklı bir kudret elinin çöken omzunu kavrayıverdiğini hisset.
Biliyor musun insan, sen aslında hiç terk edilmezsin. Arkanda dimdik durur ve seni takip eder. Görmezsin. Masmavi bir teselli. Hüzünlerini durulaman için seni bekler kıyısına. Bakma öyle onurlu ve dik başlı duruşuna. Eğilmek için hayatına, seni bekler.
Bir avuç ışık serpintisidir Duha; güneşin yağmaya başladığı kuşluk vaktidir.
Belki de sen okuma yorgunusun; biraz dinlenirsin fetretinle. Kendi nüzul sebebin ne ise osun sen. Bil ki özel sebebine göre iner hikmetin. Belki de ağır anlamların, hikmetin yaşattığı ruhsal yükselişle, ona paralel bir hayata ulaşamamanın verdiği eziklik yorucudur. Dinlen bir parça. İçselleştirmek, kendine zaman vermek gibidir bu.
Gerçekleri paylaşırken şahit olduğun duyarsızlıklar ve aldığın tepkiler seni o kadar yıpratır ki, bu kesinti; yoğun bir gündüzün ardından iyi gelen bir gece gibidir. Bir parça uyur bilincin; ağır düşüncelerde boğulmadan, tepkilere üzülmeden yaşamış olduğun bu zaman dilimi sana bir istirahat gibi gelir.
Bazen okumak-okumamak, bazen anlamak-anlayamamak, bazen anlatmak-anlatamamak ya da yaşamak-yaşayamamak gibi bütün olumsuzlukları son derece doğal karşıla. Gece ve gündüzün işleyişi kadar doğal olduğunu düşün. Bazen gece bazen gün oluver.
Kim bilir bu kesinti; daha gerçekçi bir adım için nadiren yaşanan “durma hali”dir. Hayatı daha yaşanılır kılar. Bilgini yaşamına aksettirebilecek bir zamanıdır. Onca zihinsel yorgunluğun ardından yaşanması gereken bir istirahat… İlahi bir mola.
Ne olursa olsun sen darılmadığın sürece Rabbin sana darılmaz.
Çektiğin zorluk ve acıların sonsuza dek süreceğini sanman büyük yanılgı. Karanlık gecelerin ardından geleni hiç fark etmemişsin. Oysa hep aydınlık bir sabah noktalar gecenin zifirini…
Hep aydınlık bir sabah noktalar gecenin zifiri karanlığını…
Yaşadığın sıkıntıları düşünerek Rabbin tarafından unutulup gittiğini sanma. Hiç Rabbin sana darılır mı?
“Öteki dünya senin için [hayatının] bu ilk bölümünden mutlaka daha iyi olacak! Ve zamanı geldiğinde Rabbin sana [kalbinden geçeni] bağışlayacak ve seni hoşnut kılacak.” (Duha 4-5)
Toparlan. Yaşayacakların, yaşadığından daha iyi olacak. Gelecek; geçmişin acılarını, yoksunluklarını bir bir silecek. Göreceksin; her geçen gün daha iyi olacak.
“O seni yetim olarak bulup bir sığınak vermedi mi? Ve yolunu kaybetmiş görüp seni doğru yola ulaştırmadı mı? İhtiyaç içinde bulup seni tatmin etmedi mi?” (Duha 6-8)
Daha çaresiz olduğun zamanları ve o çaresizlikleri nasıl aşıp bu günlere geldiğini unutmuş gibisin.
Hatırla… Küçücükken ve herkese muhtaçken nasıl büyütüldün çeşit çeşit kucaklarda? Merhamet bin bir çeşit kucağa dönüştü ve seni hiç yere düşürmedi. Her zaman seni seven, sana sahip çıkan birbirinden değerli yakınların, dostların oldu/olur hayatında. Ne çocukluğunda, ne gençliğinde seni hiç unutmadı/unutmaz Rabbin.
Hele toplumsal duyarlılığından halkın için, dünya için neler yapabileceğin konusunda yalnızlığına saklanmış ızdırapla kıvranırken o İlahi Bilgi’yi veren Rabbindi. Sana yol açan, evrensel ve çağlar üstü gerçekleri armağan eden…
Şu anda bu hayat önerisini bilmiyor olsaydın ne halde olurdun bir düşün.
Sadece bunlar da değil. Geçimini sağlayabilmen için karşına ummadığın fırsatlar çıkarıp, sana maddi imkânlar sağlayan da Rabbin, unutma! Başından beri gönül zenginliğiyle seni varlıklı kılan da O’nun öğrettiği kanaatkârlıktan başkası değil.
Sebeplerini sana koşan nedensizdir O! Sebeplerle seni saran…
Üzüntülerinin hiç bitmeyeceğini mi sanıyorsun. Hatıralarındaki bunca kanıttan sonra da mı?
Gece biter. Güneş yükselir. Az önceden beri seni teselli eden o beklediğin gök! O! Rabbin! İşte yeniden yanında. Seni hiç terk etmedi/etmez. Ayrı kaldığınız süre içerisinde sana karşı en ufak bir dargınlık duymadı/ duymaz.
Yorgunsun, hüzünlüsün, yıprandın. Doğrusu biraz da şaşkındın sorumluluk bilincinin ağırlığından. Her şeye rağmen insandın. Sadece biraz dinlenmeni diledi. Fakat hakikatsiz kalmak zifiri olsa da sen aydınlanmışsan, o geceler senin için güzel bir dinlenmedir. Bu kadar bilinç uyanıklığından sonra bir parça uykuyu hak edersin.
“Öyleyse yetime haksızlık yapma, yardım isteyeni asla geri çevirme ve her zaman Rabbinin nimetlerini an.”(Duha 9-11)
Şimdi üzülmeyi bırak. Geçmişinden bu günlere nasıl geldiysen, gelecek güzel günlere de öylece varacaksın.
Yalnız sen de zamanında bu yoksunlukları çekmiş biri olarak şunlara dikkat etmelisin. Senin gibisine de bu yakışır zaten.
Ne yetimi, ne yoksulu; arkasız kalmış, muhtaç düşmüş hiç kimseyi, yakın çevrenden uzak evrene hiçbir halkı sakın aşağılama! Yoksunluklarını varlıklarınla gidermeye çalışırken onurlarını incitme. Bundan böyle arkasız kalmış insanların arkasındasın. Senin arkanda da Allah!
Unutma! İtilmiş bir insan ve kovulup aç bırakılmış bir hayvandan, bakımsız kaldığı için suya küsüvermiş bir çiçeğe ya da yerini kaybettiği için ağlayan bir çakıl taşına varıncaya kadar bütün sahipsizlerin sahibisin.
Karşılaştığın yoksulların yeme-içmeden başlayarak, sevmek-bilmek gibi bütün ihtiyaçlarına karşı duyarlı olmalısın. Her insanın insanca yaşama kalitesine elinden gelen katkıyı yapmakla sorumlusun. Yakınından uzağına güç yetirebildiğin bütün yoksullardan payına düşeni kanatlarınca sarmalısın.
Bir de şu; ne olursa olsun yardım isteyenlere o dost ellerini muhakkak uzatmalısın!
Artık üzülmeyi bırak ki yapacak çok işi olanların üzülmeye zamanları olmaz.
Vakit öğlen olacak neredeyse. Kalkmalısın!
Ve’d duha!