Kureyş halkına sesleniyor Allah. Aslında bütün halklara…
Halkların halkasından sessizce bir kenara ayrılan in-sana/ bana…
Kureyş halkı, -Tevhid/Birlik inancıyla anlamlanan o taş küpün; Kabe’nin yakınında olarak-
herkesten daha önce, öncü ve daha fazla, diğer halklar da somut ya da soyut yakınlıkları oranınca, evrenselliği destekleyen yerel duruş ve çabalarla sorumlu olmalı bu seslenişten.
Ki bazen soyut/uzak yakınlık, somut/yakın yakınlığı geçer.
Bu merkez evin, -bu dibinde iman kaynayan koca kaya-nın anlamını yaşayarak diri tutumak ve evrene taşımakla…
Sorumludur insan.
İnanan…
Surenin ilk seslenileni olan Kureyş halkı putlar doldurarak “boşaltır” Kâbe’yi. Hem de Fil olayında eve tek başına sahip çıkanın O Tek olduğunu bile bile…
Fakat işte asıl anlamı geri döner evine günün birinde, Muhammed (sav) ile. Ya da ev aslına durur yeryüzü mescidinde… Kıble olmanın telaşıyla Allah’a doğru yürür-durur.
O vakit/şimdi bu eve bu kadar komşuyken; bir taraftan evin getirisi olan -emniyet/güvenlik, saygınlık, ekonomik getiriler gibi- imkânlardan yararlanırken, bir taraftan da evin anlamını hiçe saymak ta neyin nesidir?
Kureyş/evin yakın yakınları ya da insanlığın bütün sülaleleri/ uzak yakınlar,
Hiç değilse…
Eve/dine yakınlıklarından dolayı yararlandıkları sayısız imkânlar nedeniyle, ya da hiç değilse sahip olduğu herhangi bir imkân nedeniyle “kulluk etmeli” değil midir?
İnsan, Kureyşli ya da İstanbullu, İngiliz ya da Suriyeli ne farkeder, en azından sahip olduğu onca imkanı düşünerek, sadece bunu hesaba katarak Yaratan’ın hayat önerisini düşünse, yaşasa…
Fe’l yağbudû rabbe hâze-l beyt!
Bu Ev Sahibi’ne kulluk etse!
İnsan Allah’tan ayrılır. Ev’den çıkıp gider gibi, ev insanın içinden çıkar gider o vakit…
Uzatmasın öyle ayrılığı. Yak-ın-laşsın!
Sen de Kâbe’nin uzak yakınısın.
Kâbe’ye özünden akrabasın; can bağıyla. Gurbet seni çölleştirdiğinde o taş kupadan anlamı yudumluyor ve serinliyorsun. Uzaklığın “çöl”ken, sana doğru uçuyor Bir olmak. Yalnızlığını terk ediyorsun Birliğin nitelikli kalabalığında.
Kilometreler ötesinde ve dağlar aşımında, uzak şehirlerin orta yerlerinde, apartmanlara tırmanmış hayatlarda, varoşların saklı sokaklarında kalmış olsan da iç penceren Kâbe’ye bakar senin. Fiziksel uzaklığı hiçe sayarsın. Onunla yüz yüze yaşarsın.
Orada çölün ortasında, taştan bir ev içinde, senin kalbinle yan yana, iç içe, komşudur Yüce Kalp…
Sol yanındaki Ev’in anlam muhafızısın. Aynı inancı saklıyorsunuz Kâbe’yle; taştan ve tenden örülü duvarlarınızda.
Evleriniz aynı “mahalle”de. Yakın “komşusun” Allah’ın evine. Kapını her açtığında sana gülümser “rahmet”. Sık sık birliktesiniz. Bir de günü beşe bölüp O’nunla halleşmeye öyle alışırsın ki; hayatı bu mola olmaksızın yürütemez olursun. Belki de O’na yakından daha yakın/gerçek anlamda yakınsın.
Bu komşuluk, bu yakınlık sana paha biçilmez bir huzur verir. Çünkü Yüce Ahlak ile düşüp kalkarsın. Mükemmelliğin atmosferinde yaşarsın. O’ndan aldığın aşkla ç-evrende/evinde/işinde/gücünde tavaf eder durusun. Sevmeyi bilirsin. O kadar içtensindir ki; kalbin/Kâbe’n gözlerinde, dilinde, elinde yaşarsın. Merhamet tutuşur ellerin. Hoş görünün ufku çizgisizdir. En çok sadece kendine öfkelenirsin. Kalabalık omzunda uyur. Başın buluttur. Gözlerin çiseler toplumsal kuraklıklara, bakış açın insani ve uygarca… Karşılıklı yağışırsınız. Toprağınız dürüst yeşerir. Hasadınız sağ-lıklı-dır. Her şey olabildiğince ince ve her şey olabildiğince üstüncedir.
Ah!
Yaşanmalıdır.
Yaşansa…dır.
Bütün bu enerjiyi karşılıksız aldığın bir “yer” vardır. Kutsal’a komşuluğun senin için mutluluk ve esenlik kaynağıdır. Kişiliğin bu sayede gelişir. Günahların bile okşanır ve zaman içinde sevaba dönüşebilir. Onurlu hayat, seni benliğinin olumsuzluklarına ve kötü benliklere-bizliklere karşı dokunulmaz kılar.
Kılmalıdır.
Kılsa…dır.
Kutsal’a olan sevgin, seni birliğe ayrıştırır. Kutsal ev’in-Kutsal din’in; değerlerin yakını olmak kişiliğine, ahlakına, hayatına ayrıcalıklar getirir.
Getirmelidir.
Getirse…dir.
Ev’e uzak olsan bile Din’in yakınısın. Din’i ev, yurt edinmiş; dindarsın. Dine akrabasın. Bağlısın. İlkelerinle huzur ve güvenlik içinde bir hayat sürersin. Allah ile barışık olman ç-evrenle barışık olman anlamına gelir. Gönlün başka bir sevgiyle olamayacağı kadar tok.
Ve kendisinden en çok çekinilecek Olan’dan yana güvendesin.
Bütün bunlar çevresinde dönmeyi istediğin eksenin başının dik/dik başlı oluşundan kaynaklanır.
Barış ve güvenliğinin, dokunulmazlığının ve kutsanmış hayatının kaynağı o evde oturan dindir.
Din olmalıdır.
Olsa…dır.
İnsan olarak manevi varlığın bir yana bütün maddi varlığını da dolaylı ya da dolaysız O’na borçlusun.
Ülkende, yaşadığın kentte geçmişinden bu güne; Kutsal’ı sahiplenen, korumacı ve kutsalın evrensel gezisine/evrenselleşme pratiğine eşlik eden bir kimliğe sahipsin. Bu kimliğin sana bütün dünyada bir ayrıcalık kazandırdığının, sorumluluk yüklediğinin de farkında olmalısın.
Kâbe’nin uzak olduğu halde bu kadar hemşerisi olabilen bir kimlikle aynı inanç yelpazesindeki itibarın, farklı inanç yelpazesinde çekinilen bir saygınlığa büyür.
Süleymaniye, Sultanahmet ve daha nice mabedin muhkem gölgeleri çölün kalbini serin tutar. Bu topraklarda bağımsız yaşıyor olmak ta Kutsal’ın Sahibi’ne bağlılığın gerekli uzantısıdır.
Öyleyse O’nun değerlerini yücelterek yalnızca O’na kulluk et.
Fe’l yağbudû rabbe hâze-l beyt!
Hiçbir zaman değerlerin sana armağan ettiği ödülleri kucakladığın halde, değerleri/onları yaşarken vermen gereken bedellere sırt çevirme!
Gereğince yaşanası ilkelerinle yükselt ten varlığını.
Tıpkı Kâbe gibi olsun bedenin-tenin.
Ve mutluluk yolu dinin gibi olsun ruhun.
Aç değilsen, çarşısından pazarından dolduruyorsan mutfağını, sokaklarında şehrinin gülümseyerek dolaşabiliyor, bahçelerinde-parklarında çocukların barışı oynayabiliyorsa “insan gibi” yaşamayı da bilmelisin. Hiç değilse sadece bunların değerini bilmeli ve ikramlarına karşı teşekkür etme nezaketinde olmalısın.
Bu din; evrensel ve çağlar üstü değerleriyle insana yakışır/yakışan bir hayat olmak için hep seni bekler.