Manevi değerleri ve bir gün bunlardan sorulacağını hiçe sayanların halini düşünebiliyor musun?
Dini yalanlayanın halini…
Yetimi itip kakan ve yoksulların açlığına karşı duyarsız davrananları.
Üstelik namaz kıldıkları halde, göstermelik dindarlıklarıyla yaşadıkları dine kalpleri yabancılaşmış olanları.
Birbirlerine en ufak bir yardımı bile yapmaktan aciz olanları…
“Eraeyte/görmez misin?” ifadesi farkındalığa çağırır. Görmelisin, der, farkına varmalısın birazdan bahsi geçecek olan hakikatin…
Hesap vereceğini düşünmeyen insanın neler yapabileceğini düşün! Dinin sağlamasının yapılacağı o sorgulama gününe inanmayanın… Nasıl da hesapsız yaşayabilme ihtimalini…
Her şeyin eninde sonunda bir sonu olmasıdır ahiret. Sondan başa dönmektir. Yaşamın geri dönüşümlerini birazını buralarda, tamamını oralarda; bilinmeyen bir yarında almaktır. Hayatımızın alacaklısı var. Geçmeyen bir gelecek var ölümün ertesinde. Ve ölüm yeni bir cümle kurmak için konmuş göstermelik bir nokta gibi duruyor. Virgül hatta…
Sosyal hayatta yaşanabilecek ilkesizliklerin kökeninde gerçek bir yaptırım gücünün gönüllü baskısını dikkate almama en büyük etkendir. Çünkü sorgulama gününe inanmak, kendisini sorgulamaktır. Hesaplı yaşamaktır hesap gününe inanmak. Kitaplı yaşamaktır.
Herkes aynı yola düştü. Düşecek.
Küçük mahkeme; vicdandan başlayan bu yolun sonunda Büyük Vicdan/ Din/ Hesap Günü var! Yol’un sağlaması anlamında olan büyük gün…
Hayatının, yürüyüşlerinin sağlaması bu; ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış yaşadığını göreceğin bir sağlama.
“Bir gün her şeyi anlayacaksın” denilen zamandır o. Her şeyin bir bir aydınlandığı, yaşanmışlıkların tüm gerçekliğiyle su yüzüne çıkacağı bir gündür o…
O gün için dirileceksin günün birinde... Uyanılmayacak bir uyku değildir ki öyle ölüm… Taş yastığından kaldırıp başını ve sıyırıp atarak üstünden uzun yılların toprağını, mahşeri adımlayacaksın.
Büyük bir gün olacak. Fakat önceden bildiğin bir günse; yorganının altında her gece hatırlamış ve bizzat yaşamışsan nemli gözlerinle, korkmayacaksın…
Henüz yaşarken kendini hesaplamışsan, ruhsal diriliği yakalamışsan canın tende iken, ne iyi… Yabancısı değilsin. Bekliyordun. Alışkındın buna. Belki abarttığını bile düşünmeye başlayacaksın birazdan merhametin kaynağına varınca…
Şimdi ağlama, alnını al ve yürü Yüce Merhamet’in yargılamasına…
Bir şefkat kaplamıştır arşı baştanbaşa... Söz ve hüküm/ son söz kendisine ait olacak yüce bir Şefkat!
Gün bu gün! Hesap günü. Eğer her gece ya da güpegündüz evine-içerine, odana-iç odalarına; kalbine, aklına saklandığında kendini sorgulamış, yaptıklarını gözden geçirmiş ve vicdanının/küçük mahkemeciğinin eleştirilerine duyarlı olabilmişsen; hiç üzülmemeli, hiç endişelenmemelisin.
Fakat hiçbir yere hesap vermeyeceğini sanmış ve hesapsız yaşamışsan; yanıldığın, yandığının resmidir. Yanar hayatın.
Hayatın adına aldığın kararlarında, onları uygulamanda, öz eleştirilerinde ve yargılamalarında yalnız kaldığında üstesinden gelemeyeceğin kadar büyük bir ağırlık altında ezilirsin. Bir gün duymazlıktan gelebilirsin öz eleştirilerinin o soğukkanlı sesini. Yabancısı olmadığın iç seslerinle olan samimiyetini kötüye kullanabilirsin. Ya da susuverir vicdanın bir gün öz haylazlıklarına. Aslından uzaklaşarak seni kayırmaya başlar. Kendi yargına sonuna kadar güvenemezsin.
Sana bir haksızlık yapıldığında yiğitçe kabarırken, aynı haksızlığı yapan sen olduğunda beklemediğin kadar suskun kalabilirsin. Düştüğün sanık sandalyesini, benliğini şişirebildiğin bir kral tahtına dönüştürebilirsin.
Bir kere kendini şımarttığında artık (kendinin) önüne geçemezsin. Bütün değerlerine karşı kendine göre bir savunma hazırlar ve öz eleştirilerini, yargılarını kimsesiz bırakırsın. Vicdanın bağımsızlığı sevinilecek bir bağımsızlık olduğu kadar, korkulacak da bir bağımsızlıktır. Büyük bir vicdan olmalıdır bu küçüğün elinden tutan.
Vicdanın da üstünde bir vicdan olmalıdır bu yüzden.
Hep öyle olmuştur. Bir güce eriştin mi güçsüzlüğü hırpalamaya başlarsın. Yetim olur her güçsüzlük elinde. Arkasız ve sahipsiz ne varsa sırtından vurur ve kendine mal eder; harcar, sömürür, yok eder, yaşatmaz, öldürürsün.
Annesiz bir yavruyu yaşamın zorluklarına ittirebilir, bir ihtiyarı küçük bir çocuk gibi zora düşürür, bir nezaketi kolayca kırabilir, bir şefkatin üstünde sınırsız tepinebilir; bir çiçeği susuz, bir sokak masumunu ekmeksiz koyabilirsin pekâlâ.
Hesapsız yaşarsın; hiçbir yer yoksa sana göre hesap vermen gereken öyle ya… Ve Kitapsız, kuralsızsındır…
Üstünde bir güç kabul etmemişsen, güç sendedir artık! Hükmet keyfince! Kendini yücele! Giyin baştan aşağıya kibrini ve bas taze yeşermelere, devir koca çınarları; as kes ve durma bağır çağır maiyetindeki/emrin altındaki/ çevrendeki zavallılara…
“Özgür”sün!
Hesap vereceğin bir yer yok senin. Bir gök de yok! Ve herkes sana hesap verecektir artık… Herkes sana tutukludur. Bütün sorumlulukları başkalarına dağıt ve bütün yetkileri kendine al. Görevler güçsüzlerin, zavallıların, bütün haklar da senin olsun.
Yöneticiysen halkını, iş adamıysan çalışanlarını, eşini, anneciğini ya da çocuğunu, bir kediyi, köpeği ve çiçeği, çimeni azarlar, itip kakar, vurur öldürür; ona hayatı haram edersin…
Çünkü hesap vereceğin bir yer ve gök yok ki evrende…
…
Bir de diriliş’e inandığın halde ölüp kalmışsa ruhun; yaşatamamışsan değerlerini, söylenecek bir söz kalmamıştır artık! Öyle başını kaldıramazsın göğe rahat. Göz göze gelemezsin Rabbinle…
Kapanıp yatağına çocuklar gibi; geçen onca zamana rağmen hiç büyümeyen bir insan olmana, onca mevsime rağmen bir türlü eremediğin olgunluğa ağlamalısın.
Soyunup atılan kaba bir örtü, yüzeyselliğin sert kabuğu, sade bir şekilden ibaret kıldınsa dinini/hayatını; yanıldığının, yandığının resmidir. İndir riya peçeni, kır mistik kabuğunu ve boz gösterişli şeklini de kendine gel. Aslında ne“ol”duğunu görenin varlığını bile bile ne “olma”dığını göstermekle yorulma.
İnandığınla yaşamın arasındaki çelişkinin çarmıhından kurtar kendini! Derinine in. Bir önünde eğildiğin değerlere bak, bir üstüne düştüğün değersiz şeylere.
Eğilip kalkmaların/namazın anlamsızlaşıyor bu yüzden. Yazık oluyor edalarına. Yakarmaların yapaylaşıyor. Dualarının kanadı kırılıyor. Sözlerin gerisin geriye saplanıp kalıyor.
Yakışmıyorsun böyle temiz bir tapınma bezinin/bir secdeliğin/seccadenin üstüne… Yakışmıyor hayatın bir mabedin, dinin içine…
Önünde eğildiğin değerlerin rengi yok hayatında.
Hani kimsesizlerin yaslandığı sen olacaktın?! Yoksula kendi sofrasını donatma gücü verecektin hani?! Semtinin arka sokaklarında da hep keyif sürecekti doygunluk. Daralmayacaktı hayat akşama doğru böyle. Işıkları yanacaktı renk renk mutfakların. Ağlamayacaktı hani çocuklar. İtilip kakılmayacaktılar.
Ya yaşamak istediğin değerlerin farkında değilsin, ya da değerlerle aranın bu kadar açıldığının…
Yeniden eğil hala kıpırdayabiliyorsa ruhun; küçük mahkemeciğinin sandalyesini düşür ve kıyam et insanlığına! Gerçek bir namaz kıl haydi. Haydi, gerçek bir din nasıl yaşanır göster/sun/armağan et yaşamını biricik Rabbine...