Surenin halk arasında kabir azabı için okunduğu bilinir. İnsanın uzak fakat günün birinde mutlaka yaşayacağı geleceği düşünerek, ara sıra kendini ölmüş gibi hayal etmesi ve bir kabir hayatı empatisi yapması, geleceğine hazırlanmanın farklı bir yöntemi olabilir. Ara geçiş koridorunda yaşanacak ölüm sonrası hayatın tam olarak nasıllığını bilemiyoruz. Fakat sanırım yaşanan dünya ile yaşanacak dünya arasında kalan o hayat, geçmiş nedenlere göre alınacak sonuçların çok uzağında bir hayat olamaz. Muhtemelen ona yakın bir çizgide olmalıdır. Bir yangın, derin bir pişmanlık çukuruna giden yolla, bir çiçek bahçesine, ırmak kenarına giden yol aynı olamaz.
Nitekim ruhun bedene gömülmesi, insanın içine çekilmiş maviliğin, duru göğün kendi çamuruna gömülmesi ve o şekilde nuru çamuruna batmış halde yaşaması da farklı bir kabir hayatıdır. Önemli olan yaşarken de kabirden çıkmak, kendi içimizdeki maviliği, duruluğu, ilahi nefesi ala ala yaşamaktır.
Mülk suresi otoritenin/ hükümranlığın şefkatidir.
Sure mülk ve hükümranlık, otorite sahibi Allah’ın rehberlik yardımına işaret ediyor. Zira İlahi Otorite ahlaki bilinç vermese insanca yaşamayı bilemeyecekti insan. Son ayetteki “Su kaynaklarını vahiy yağmurunu size taşıyan bulut elçileri/ bilgeleri/ ilim sahiplerini çekiverse insan ne yapar?” sorusu bu anlamı mecazlıyor. Yaşam alanı, geçim imkânları, hayatta olma ve duyularla kulak, göz ve kalple donatılmış olma ve su kaynakları insan için Yüce Otorite’nin sağladığı en önemli lutuflardan bazılarıdır. Otoritenin sağladığı diğer maddi imkânlardan yararlanarak otoritenin sunduğu manevi imkânlardan, bilgi kaynaklarından uzak durmak insanın düştüğü çelişkidir.
Farklı isimler konmuş sureye. Koruyucu/ vakiye demiştir Hz. Peygamber’in dostları bu sure için. Gelecekte başa gelecek kötü günlerden koruyan ön tedbirleri barındıran ve ahlaki bilinçle ruhsal yaşamın kalitesini koruyan bir suredir. Kurtarıcı/ munciye; ahlaksızlıktan kurtarıcı anlamında... Korkunç geleceğe bir önlem olduğu için. Azaptan ders alanların korunacağı ve kurtulacağı, belki de azabın, cezanın yaramazlaşan insanın korkutularak durdurulması şeklinde terbiye edilmesini konu edindiği için bu ismi almıştır.
“Hükümranlığın sahibi olan Allah kutludur, yücedir; O her dilediğini yapmaya kâdirdir. O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır ki sizi sınamaya tâbi tutsun ve böylece davranış yönünden hanginiz daha iyidir onu göstersin ve yalnız O’nun kudret sahibi ve çok bağışlayıcı olduğuna sizi inandırsın.” (1-2)
Başka bir varoluştur ölüm. Yok oluş değil. Başka bir dünyada varlığa devam etmektir. Sadece bilmediğimiz bir başka varlık âlemine geçiştir. O geçiş öncesinde şimdi buradan geçiyoruz. Şimdi bu dünyanın fanisiyiz. Geçmekteyiz. Davranışlarımızın ne kadar iyi, erdemli olduğunun ortaya çıkarılacağı bir sınavdır, hayat da ölüm de...
Bu anlamda sure bakalım hanginiz daha iyi davranacak? Sorusunu insanın kendisine sormasını sağlar. “Bakalım hangimiz daha iyi olacak? Ben en iyilerden miyim?” Bu çekişmeli bir yarış olamaz. Çünkü iyilik çekişmeyi değil, muhabbetli bir rekabeti ve yardımlaşmayı şart koşar. İnsana en iyi olmayı, yaşamında yaptığı her işte, bulunduğu konumlarda, özellikle mesleğinde en iyiyi yakalamayı, ehil, profesyonel, başarılı, ilkeli olmayı salık verir. En iyi baba, en iyi anne, en iyi kardeş, en iyi dost, en iyi mühendis, en iyi sanatçı, en iyi öğrenci, en iyi öğretmen, en iyi yönetici... Ne isen o konuda en ileri noktayı yakalama çabası içerisinde olmak.
Sonra yaşamın telaşından yorulan gönlümüzü ve gözlerimizi yukarıya kaldırır. Bakışlarımızı içimizde tutkkunup durduğumuz, çok zaman tadını alamadan geçiştirdiğimiz o soluklarımızın kaynağına, gökyüzüne...
“Yedi göğü birbiriyle tam bir uyum içinde yaratan O, ne yücedir: Rahmân'ın yaratışında hiçbir aksaklık göremezsin. Gözünü bir kez daha ona çevir: Hiç kusur görüyor musun? Evet, gözünü tekrar tekrar ona çevir: her seferinde bakışın, şaşkın ve bezgin bir şekilde önüne geri dönecektir.” (4-5)
İnsan sınırlıdır. Kocaman bir hapishanededir. Beş duyu çitleridir. İnsanın bu sınırlı halleri evrenin sınırsızlığıyla boy ölçüşemeyeceğini ona öğretir. Bu nedenle ilahi yol göstericiliğe muhtaçlığı vardır. Mülk suresi; sınırlı bilginin bilinmezlik karşısında diz çökmesi ve O’nun bildirdiğinden yola çıkma edebiyle O’nun öğrencisi/ kulu olmasıdır. İnsan erdemin yolunu ilahi otoritenin ona sağladığı bilgi kaynaklarından bulabilir.
Kavrayışını aşan bir gayb var. Gaybın da bir hâkimi... O’nun yol göstericiliğini kabul etmeli insan bu durumda. Yoksa gaybta kaybolur. Mülk suresi bilinmezliğin çıkmazında gösterilen bir çıkar yoldur. İnsana yol açar, yolu açık olsun diye.
Bu seyr ayetleriyle yaratışındaki ahenge, uyuma dikkat çekerek insanı, Rabbiyle, ilahi ilkelerle ahenge, ruhsal uyuma davet eder. Kâinatın ve gökyüzünün dengesini göstererek ruhsal dengeye çağırır. Ve yine yaratıştaki kusursuzluğu göstererek onu mükemmel insan olmaya çağırır.
Bir kusur arama amacındaki ısrarlı bakışlar her zaman aradığını bulamadan kendine dönecek.
Evrenin sırlarını kavrama çabası her kavrayışta şaşkınlığa ve bezginliğe dönüşecek. Sırrına erişilemeyen mükemmelik ve kusur arayanı dize getiren güzellikle karşı karşıya kalacak insan. Bu Mükemmellik insanı hayranlığa, aşka ve teslimiyete götürmek için bekliyor insanı…
Lakin insan mükemmelliğin yoluna düşüp olgunlaşacakken, kendisine yakışmayan spekulasyonlarla oyalanıyor.
“Biz, yeryüzüne en yakın olan gökleri ışıklarla süsledik ve onları insanlar arasında bulunan şeytan-ruhluların boş ve anlamsız spekülasyonlarına konu yaptık: ve onlar için yakıcı alevden bir azap hazırladık. Çünkü bu şekilde Rablerine karşı isyankâr davranan herkesi cehennem azabı beklemektedir: orası, ne kötü bir varış yeridir!” (5-6)
Kozmik uzayın; göklerin, bilinmeyenin gizini/ sırrını hiçbir zaman tam olarak keşfedemeyecek insan... Fakat keşif duygusunu kendine çağıran müthiş bir cazibenin orada insanı beklemesi ne hoş! Öte yandan ışıklarla süslü yakın göğün, kötü ruhluların boş ve anlamsız spekulasyonlarına konu olması hazin bir durum. İnsanın dikkatini, kusursuzluğun imkânlarından yola çıkarak insanlığın hayrına bilimsel atılımlar yapmaktan daha ziyade, rastgele taş fırlatma, geleceğe yönelik zann ve tahminler diyebileceğimiz spekulasyonlar çekiyor. Falcı ve fal, fal bakma-baktırma nedeni; kahve, çay, tarot, kâğıt, remil vb. fal türleri, kullanılan araç, gereçler, fala göre olayların yorumu, bunlara inanış, henüz olağanlarla ilişki biçiminde bir dizi sorun yaşarken olağanüstü varlıklarla ilişki kurma çabası, ruh çağırma, medyumluk, cincilik, başkalarının düşüncelerini okuma, kader-kısmet-şans-baht açma, niyet tutma gibi halk arasındaki geleneksel uygulamalar bunun isbatı olarak gündelik hayatte yerini almış durumda.
Yakın gök spekülasyonlara konu olacak kadar “süslü” gerçekten. Hakiki, ahlaki bilimsel çabaların dışında kimi astroloji sakinleri, medyumlar, kâhinler, falcılar yerin dibinde yakın gökle uğraşır dururlar; süslere takılır, onlardan anlam çıkarır, gelecek uydururlar. Süslerin ardında olanın ilkelerinin yerine, uyduruk bulgularını, şahsi görüşlerini, yanlış yönlendirici çıkarsamalarını insanların gündelik hayatlarına tahakküm için ikame etmeye çalışırlar. Bunlardan yaşam biçimi üretir, kader çizmeye kalkışırlar. Yakın göğün tapınıcılarıdır çokları ve onları bir peygamberi/ saygın bir ilim adamını/ bir otoriteyi dinler gibi dinleyenler uzak gökten gelen vahyi/ gerçeği reddederler. Bu durumda gökyüzü herkes için, en azından ona duru bakmayanlar için mavi değildir.
Tüm çağdaşları gibi, astrolojiyle de ilgilenen Nostradamus 1550’den itibaren gök cisimleri esas alınarak yapılmış kehanetler içeren bir almanak (gök bilim yıllığı) yayımlamaya başladı. Kehanetlerinin ilgi görmeye başladığı o yıllardan itibaren yazdığı dörtlüklere “Nostradamus” imzasını atmaya başladı. Nostradamus terimi Latince’de “bizim hanımımız” anlamına gelmekten ziyade “biz bizim olan şeyleri veriyoruz (damus)” ya da “biz derde deva olan şifa ilacını (pancea, panase) veriyoruz” anlamına gelir
Astroloji dosdoğru bir bilim dalı olarak; toplum, devlet yapısı ve tarım gibi konularda gök cisimlerinin hareketlerinin insanlar ve olaylar üzerinde yarattığı etkileri inceleyen bilim olarak da tanımlanmış ancak alanının dışında da epeyce ilgi toplamış bir daldır bu yüzden.
“Bilin ki ey insanlar, inançlarınızı ister gizleyin ister açığa vurun, O kalplerinizde olan her şeyi bilir. Her şeyi yaratan O, nasıl olur da her şeyi bilmez? Evet, yalnız O, hikmetinde erişilmez bir derinlik sahibidir, her şeyden haberdar olandır!” (13-14)
İnsan uzak gökten gelen semavi, ilahi haberlere mi, yakın gökten çıkarsadığı bilimselliğe veya bilim dışı uydurmalara mı, her neye dayalı olarak bir inanç sistemi üretmiş ve yaşıyorsa, onu Allah biliyor. Bütün iç motivasyonları, yetenekleri ve zaaflarınla birlikte ayan beyan bilindiğini bilmeli insan.
“De ki: "O, Rahmân'dır: biz O'na iman ettik ve O'na güvendik; kimin açık bir sapıklıkta olduğunu zamanı geldiğinde anlayacaksınız." (29)