Kuşkusuz yorucu bir asır bıraktık arkamızda. Kuşak olarak çok yoğun ve sarsıcı dönemlerden geçtik. Anne ve babalarımız büyük savaşların bıraktığı yıkım ortamlarında yetişti. Geriye dönüp baktığımda askeri darbeler görüyorum; uzun kuyruklara yol açan mahrumiyetleri olağanlaştıran krizler, iç savaş sahneleri, sınırlardan taşan mülteciler, halkın silahlarla tarandığı bir darbe girişimi… Koronavirüs de başka türlü bir tür darbe indirdi hayat düzenlerimize ve ufkumuza. Gözümüzün görmediği bir canlıyı hesaba katmadan bir plan yapamaz olduk.
Yaşlılarımız eski salgınlardan söz açarlardı sıklıkla: Çiçek, kolera, veba, verem. Mahalli kayıplara yol açan salgınların sebepleri de göz önünde olurdu.
Salgın hastalıklara alışık dar gelirli ülkeler gibi daha tedbirli oldukları varsayılan varlıklı ülkeler de koronavirüsün yayılma hızı ve sızma yeteneği karşısında içine düşülen panikte bir araya geldi. Şaşkın ve endişeliyiz, bildiğimizi sandığımız birçok tedbir anlamsızlaşıyor, önceliklerimiz çoktan değişti ve herhalde ellerimizi hiç bu kadar yıkamamışızdır. Geniş bir nüfusun karantinaya çekildiği bu dönemde neredeyse bütün dünya toplumları korunma ve dayanıklılık üzerine ortak bir atölye çalışması gerçekleştiriyor. Bir çocuk kadar bilgisiz ve hayretler içindeyiz. Yeni bir başlangıca, eşik adımına hazırlanıyor ruhumuz, gelgelelim hızlı ve yoğun yaşanan bir sürecin ardından bizi neyin beklediğini de ancak tahmin edebiliyoruz.
Salgının ciddiye alınmaya başlandığı ilk günlerde terminale koşup kendini bir an önce sıla kucağına atmaya çalışan kalabalıkların oluşturduğu izdiham bir hayli düşündürücü. İnsanlar neden kendilerini yaşadıkları şehirlerde yuvasında hissedemiyor?
Sabır ve tahammül üzerine bildiğimiz ne varsa bir belirsizlik tarafından sınanıyor. Normal çalışma düzenini sürdürmek karantinayla birlikte kamusal fonksiyonların da aktarıldığı evlerde hiç kolay gerçekleşmiyor. Kuruntular tedbirlere de yansıyor. Bir internet grubunda bir üye, baştan aşağıya bütün vücudu saran naylondan bir dış giysi tasarımının fotoğrafını paylaşmıştı. Evlerden çıkmasak bile dışarıda akıp giden hayata değme alanlarımız hiç yok değil, dağbaşında yaşamıyorsak.
Salgının ciddiye alınmaya başlandığı ilk günlerde terminale koşup kendini bir an önce sıla kucağına atmaya çalışan kalabalıkların oluşturduğu izdiham bir hayli düşündürücü. İnsanlar neden kendilerini yaşadıkları şehirlerde yuvasında hissedemiyor?
Geçmişin büyük salgınları, salgını konu alan edebiyat eserleri, Camus ve Marquez, çeşitli kitaplarda virüsü haber verdiği öne sürülen cümle ve paragrafların keşfi... Elbette öyle, insanlık salgın hastalıklarla yeni tanışmadı ama bu kez farklı; çünkü bizler çok akışkan bir dünyada yaşıyoruz. Küreselleşmenin virüsü de küresel. Beyaz maskeler aynı endişede bir araya gelmenin alameti oldu, metinler ancak ortak bir ümidi geliştirmeye açıksa okunmaya değer bulunuyor.
Peki Asrı Saadet’te nasıl karşılanmış ve yaşanmış salgınlar?
II- Salgın hastalık Mekke’nin yabancı olduğu bir afet değildi. Taberi’nin belirttiğine göre Fil Vakası’nın yaşandığı yıl bölgede ilk kez çiçek hastalığı ve başka salgın hastalıklar görüldü. Muhammed Hamidullah, bölgeyi istila için gelen Ebrehe ordusunun ölüleri veya bu ordunun sebep olduğu çok sayıda ölümün üzerinde duruyor salgınların sebebi olarak. Yerleşimler arasındaki mesafe nedeniyle salgın geniş bir alana yayılamazdı.
Kendisini “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorgulayanlara Hz. Ömer, “Allah’ın kaderinden yine O’nun kaderine sığındığı”” şeklinde cevap vermişti.
Mekke sert ve kuru bir iklime sahipti, bu nedenle hicretten sonra Müslümanlar Medine’nin daha sulak ve rutubetli havasına uyum göstermekte zorlanmışlardı. Bazı kaynaklarda veba bazı kaynaklarda da sıtma olarak gösterilen hastalık yüzünden birçok sahabe ölüm tehlikesiyle yüz yüze geldi yerleşme sürecinde. Müslümanlar bu salgın sırasında tebliğ gibi sebeplerle Medine’den ayrılmadılar. Peygamberimiz (sav) “Bir yerde veba çıktığını duyarsanız oraya girmeyiniz, bulunduğunuz yerde veba çıktıysa o bölgeden ayrılmayınız.” diyerek Müslümanları salgın hastalık ortamında kendini ve başkalarını koruma konusunda uyarmıştı. Kendisine biat etmek üzere yola çıkmış Sakifli bir kabilede cüzzamlı bir hasta bulunduğunu öğrendiğinde de, bu hastaya Taif’e geri dönmesini, biatını kabul ettiğini bildirmişti. (İbn Mâce, Ṭıb, 44)
Sahabenin Medine’de yakalandığı bir diğer salgın hastalık ise çiçek. Bu hastalığı geçiren bir sahabi vefat etmiş, bir başkası ise tavsiye üzerine “erâk” bitkisinin suyunu içerek atlatmıştı. İbn Ebî Şeybe’nin kaydettiğine göre Hz. Ömer döneminde çıkan bir salgında ölümler yaşandı. (IV, 602, 12111). Hz. Ömer’in, halifeliği döneminde Suriye’ye gitmek üzere yola çıkmışken o bölgede veba salgını olduğunu öğrendiğinde geri dönüşünü konu alan rivayete de içinde bulunduğumuz günlerde sıklıkla atıfta bulunuluyor. Kendisini “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorgulayanlara Hz. Ömer, “Allah’ın kaderinden yine O’nun kaderine sığındığı” şeklinde cevap vermişti.
Hadis külliyatlarında yer verilen sağlık bölümleri, Peygamberimizin tıp alanında bir hayli bilgisi olduğunu gösteriyor. Tebdili hava ve üzüntüden kaçmak gibi tedavi usullerini tavsiye ettiği de yer alıyor kaynaklarda. Ensardan biri vereme yakalandığı endişesiyle yanına geldiğinde Peygamberimiz hastalığın verem değil sadece irin olduğunu teşhis edip deşilerek tedavi edilmesi talimatını vermişti. Avrupa’da 1600’lü yıllarda başlayan ve yaklaşık 200 yıl boyunca pek çok ölüme yol açtığı için “büyük beyaz veba” diye de adlandırılan veremin Asrı Saadet’te de bilindiği anlaşılıyor.
III- “Karantina” olarak dilimize yerleşen, hastanın gözetim altında tutulma süresini ifade eden ve İtalyanca “kırk” demek olan “quarantena” kelimesi, virüsün etkisiz hale geleceği süreyi belirtiyor. Salgın tedbirleri tek başına çabalara indirgenemez, titiz bir kamusal organizasyon gerekiyor. Esasında özel alana ait birçok fonksiyon ve muamelenin kamusal alana savrulduğu günümüz dünyasında herhangi bir salgının geri çekilmesini sağlamak yürürlükte olan özel-kamusal dengesinin dinamikleri dikkate alınmaksızın gerçekleşemez. Kıtlıktan farklı olarak salgın günlerinde kendimizi ve başkasını aynı ölçülere dikkat ederek koruyabiliriz. Karantina aynı zamanda, virüsün yayılmasını engelleyecek şartları ortadan kaldırmak anlamına da geliyor. Kişiler çeşitli mekânlarda kendilerini koruma altına alırken kamusal mekânlar da kendini koruma gücünden yoksunlar için düzenlenmeli. Devletin bütün imkânları bu iki yönlü yalıtımı sağlamak üzere seferber edilmeli. Camiler barınmaya muhtaçlara kapılarını açmalı ki bunun örneklerinden haberdar oluyoruz.
Peygamberimizin hasta ziyaretinde ümit verici konuşmalar yapılması yönündeki tavsiyesi, içinde bulunduğumuz Korona günlerinde ayrı bir önem taşıyor. Üzülmek ile düşünmek arasında güçlü bir bağ var çünkü.
Belirsizlik bazen koca bir çuval gibi bazen de boğucu bir hangarı andırıyor. Farklı planlarımız vardı, doğru, bahar ayları yeni bir başlangıcın da aylarıdır ve işte, Ramazan’a da eriştik. Dua, dayanışma, sevgi, şefkat, ihtimam, tahammülü artıran besinler. “Bütün hastalık belirtileri gizli sevgi tezahürleridir ve hastalık, dönüşüme uğramış sevgidir” diyordu Thomas Mann’ın Büyülü Dağ romanının geçtiği sanatoryumun gizemli doktoru. Peygamberimizin hasta ziyaretinde ümit verici konuşmalar yapılması yönündeki tavsiyesi, içinde bulunduğumuz Korona günlerinde ayrı bir önem taşıyor. Üzülmek ile düşünmek arasında güçlü bir bağ var çünkü.
Bugün Allah için ne yaptık? Birbirimize ne yaptık, Biz’e ne yaptık? Sağlam kalabilmek için üzülmemeli ama aynı zamanda düşünmeyi sürdürmeliyiz. Başkalarının selameti için neler yapabileceğini düşünmeye yönelen zihinde kuruntuya yer kalmaz. Sade bir şekilde, kendimizi baskı altına almadan, önceki kuşaklar ve çok daha eskiler nasıl yaşadı her şeyin belirsizleştiği zamanları diye okumak, izlemek ve olabildiğince canlandırmaya çalışmak olup bitenleri, çoluk çocuk, ev halkıyla birlikte niye denenmesin? Türlü renklerde gizemli bir Afrika maskesi gibi şimdilerde hayatımıza yerleşen beyaz bir maske de “biz” üzerine yeniden düşünürken en sevdiğimiz, imrendiğimiz insanların ve en çok borçlu hissettiklerimizin de yanına taşıyabilir bizi bu zor geçidi aşarken.
Yararlanılan Kaynaklar:
Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, Beyan Yayınları, 2014
M. Ali Haşimi, Kur’an ve Sünnette Müslüman Şahsiyeti, Risale, 1986
İbn İshak Siyeri, Akabe, 1988
Muhammed Gazali, Fıkhus’s Sîre-Resulullahın Hayatı, Risale, 1987
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi