Kutsal Metinler Işığında İslam'ın Sanat Anlayışı ve Tasvir Yasağı

02 Ocak 2018

İslam’ın sanata bakışını doğru algılayıp yorumlayabilmek için önce sanatın ne olduğu konusunda ortak bir karara varmak gerekir. Ancak bu konu yazımızın boyutunu aşacak kadar uzun bir meseledir. Şunu belirtmek gerekir ki sanat sadece resim ve heykel yapmaktan ibaret bir fiil değildir. Sanat, ayrıntıları fark etme, derin duyguları anlama ve anlatma, hissederek yaşama ve paylaşma işidir. Evrensel bir duygu dilidir sanat. Tasvirler ve notalar bu dilin ancak birer alfabesini oluşturmaktadırlar.

Meselenin köklerine ulaşabilmek için önce kutsal kitaplara yansıdığı kadarıyla İslam öncesi semavi dinlerin sanat karşısındaki tutumlarını ve uygulamalarını inceleyerek işe başlamak lazımdır.

Bildiğimiz kadarıyla ne İslam öncesi semavi kitaplarda ne de Kur’â’n-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde, açık bir sanat tarifi yapabilmemize yardımcı olacak vazıh ifadeler bulunmaktadır. ‘Estetik’ tabiri yeni bir kavramdır. ‘Güzellik’ ise Kutsal metinlerde çoğu kez iyilikle anlamlandırılmıştır. Daha çok ahlaki öğütler gibi görünen bu ifadeler bizlere, sanatın olması gereken esasını da bildirmektedir.

Birçok kimse, göze hitap eden bir sanat eseri ortaya koymayı, resim ve heykel yapmakla eşdeğer gördüğü için İslam’da sanat denince bütün bakışlar tasvir yasağına odaklanmış ve hep bu meselenin meşruiyeti tartışılır olmuştur. Gerçi musiki ve hatta edebiyat için de durum çok farklı değildir. Biz burada daha çok plastik sanatlar açısından konuyu ele alacağız.

Semavi kitaplara bakıldığında, sanat faaliyetleri alanında en geniş malumatın Tevrat’ta bulunduğu görülür. Burada Allah (cc) Hz. Musa’ya, insanların Kendisi’ne ibadet edebileceği bir mesken yapmasını emretmiş ve bu meskenin, hangi malzemeden hangi teknik ve kalitede, nasıl yapılacağına ilişkin ayrıntıları kitabında kendisine bildirmiş, bütün ölçü, şekil ve renklere varana kadar yapılacak işin esasını tarif etmiştir. Öyle ki burada muhataba hiç bir tercih hakkı bırakılmamıştır:

  • “Ve aralarında oturayım diye, benim için makdis yapsınlar. Meskenin örneğine ve bütün takımlarının örneğine, sana göstermekte olduğum her şeye göre yapacaksın.” (Çıkış 25/8-9).
  • “Ve meskeni on perdeden yapacaksın, bükülmüş ince keten ve lacivert, erguvanî ve kırmızıdan üstad işi kerrubîlerle (kerubim: güvercin veya kanatlı bir ruhanî varlık, melek) onları yapacaksın.” (Çıkış 26/1).

Tevrat’ta, “Kendin için oyma put; yukarda göklerde olanın yahut aşağıda yerde olanın yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın; Onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin.” (Çıkış 20/4) denilerek bu sanatın sınırları kesin hatlarla çizilmiş ve tasvir yasağı konusu Hz. Musa’ya verilen ‘On Emir’ içerisinde ikinci sıraya yerleştirilmiştir.

Aynı emir Hıristiyanlık için de geçerlidir; zira İncil’de “Sanmayın ki ben Kutsal Yasa’yı yahut Peygamberleri yıkmağa geldim; ben yıkmağa değil fakat tamam etmeğe geldim.” (Matta 5/17) denmektedir. Bazı araştırmacılar Allah (cc)’ın, Hz. Musa’ya, Kutsal Yasa levhalarının saklanacağı bir sandık yapmasını ve bu sandığın üzerine konulmak üzere, kerrubîler yapmasını emrettiğini (Çıkış 25/18-19) ve Kur’ân-ı Kerim’de geçen Süleyman Peygamber’in kıssasını da (Sebe 34/13) delil göstererek, bu genel tasvir yasağının aslında sadece tapınılmaya mahsus şeyler için geçerli olduğunu ve Tevrat’ta da tasvir yasağının bulunmadığını iddia etmişlerdir.

İncil’de, Tevrat’ta olduğu kadar ayrıntıya yer verilmemekle beraber güzellik, iyilikle buluşturularak; iki şey arasında bir uyum ve dengenin bulunması gerektiği ve yapılan işte samimi olunması gerektiği çeşitli benzetmelerle izah edilmiştir:

  • “Ey Engerek Soyları! Bu kadar kötü olduğunuz halde, nasıl güzellikten söz ediyorsunuz? Çünkü ağız yürekten taşanı söyler. İyi insan, içindeki iyilik hazinesinden iyilik; kötü insan ise kötülük çıkarır." (Matta 12/ 34-35)
  • “Hiç kimse eski bir giysiyi çekmemiş bir yeni kumaş parçasıyla yamamaz. Çünkü konulan yama çekerek giysiden kopar ve yırtık daha da kötü duruma gelir.” (Matta 9/16)
  • “İmdi, Benim bu sözlerimi kim işitir ve onları yaparsa evlerini kaya üzerine kuran adama benzer. Yağmur yağdı, seller geldi, yeller esti ve eve çarptılar ve ev yıkılmadı; çünkü kaya üzerine kurulmuştu.” (Matta 7/24-25).

Yukarıdaki ifadeler dışında İncil’de sanatla veya tasvirle ilgili herhangi bir beyan bulunmamaktadır. Bu beyanlardan da anlaşıldığı üzere bütün semavi dinlerin kurmaya çalıştığı hayat nizamında birlik, bütünlük, uyum ve samimiyet arandığı gibi, sanatta da düzen, ahenk ve samimiyet aranmaktadır. Hz. Musa’nın şeriatını tamamlamaya geldiğini belirten Hz. İsa’nın kitabı İncil’de, Tevrat’taki tasvir yasağının kaldırıldığına dair hiç bir ifade yer almamaktadır. Tarihteki ikonoklazm (put kırıcılık) hareketi, bu yasak neticesinde ortaya çıkmış en dikkat çekici hadisedir. Bu yasağın hayata nasıl yansıdığı hususu farklı bir bahis konusudur. Zira hayatında hiç bir kiliseye gitmemiş olan Hz. İsa, büyük ölçüde putperest Roma kültürünün etkisi altında kalmış olan, resim ve heykellerle dolu özellikle Katolik kiliselerin bugünkü durumunu görse, tepkisi ne olurdu doğrusu merak konusudur. Çünkü Büyük Mabed’i pazar yerine çeviren Yahudileri “Benim evime dua evi denecek diye yazılmıştır. Ama siz burayı haydut inine çevirdiniz.” (Matta 21/13) diye azarlayarak Mabed’den nasıl kovduğu İncil’de ibret verici bir şekilde anlatılmaktadır.

Kur’ân-ı Kerim’de insana kulaklar, gözler ve gönüller verildiği belirtilerek göklerde ve yerde inananlar için işaretler bulunduğu hatırlatılmış ve bu işaretleri okumanın yolu da gösterilmiştir; bu yol gözler, kulaklar ve gönüllerden geçmektedir.

Semavi kitapların sonuncusu olan Kur’ân-ı Kerim’de resim, heykel ve benzeri sanat dallarının icrasını yasaklayan herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Şimdi, Kurân-ı Kerim’in sanatla ilişkilendirilebilecek bazı beyanlarına işaret edelim:

  • Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir!” (Müminun 23/14).

Bu âyetteki ‘en’ sıfatından anlaşıldığına göre yaratanların en güzeli olan ve en güzeli yaratan Allah’tır.  İnsanların yaptıkları sadece O’nun yarattığı güzellikleri şerh eden cüzi sanat yaratımı çabalarıdır.

  • “Allah'ın boyasına bak. Kim, Allah'dan daha güzel boya vurabilir ki? İşte biz O'na ibadet edenleriz.” (Bakara 2/138).
    “Gökleri ve yeri yüce bir hikmete göre yaratmıştır. Size şekil vermiş ve şeklinizi en güzel biçimde yaratmıştır; dönüş O’nadır” (Tegabun 64/3).
    “Göğü yükseltti ve mizanı (ölçü ve dengeyi) koydu” (Rahman 55/7).
    “Muhakkak ki Biz insanı en güzel biçimde yarattık” (Tin 95/4).
    “Sonra onu düzenli bir şekle sokup, içine kendi ruhundan üfledi ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etti. Siz pek az şükrediyorsunuz!” (es-Secde 32/9).
    “Muhakkak ki göklerde ve yerlerde müminler için âyetler vardır” (Casiye 45/3).

Yukarıda sıraladığımız âyet-i kerimelerde Allah’ın (cc) insanı en güzel bir biçimde ve kainatı yüce bir hikmetle yarattığı belirtilmiş ve tabiatın yaratılışında bir ölçü ve dengenin mevcudiyetine işaret edilmiştir. Bugün ‘altın oran’ diye bilinen ölçüler, en güzel biçimde yaratıldığı bildirilen insanın beden ölçülerinden çıkmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de insana kulaklar, gözler ve gönüller verildiği belirtilerek göklerde ve yerde inananlar için işaretler bulunduğu hatırlatılmış ve bu işaretleri okumanın yolu da gösterilmiştir; bu yol gözler, kulaklar ve gönüllerden geçmektedir.

Allah Teâlâ yarattığı şeylerin mükemmelliğinden söz ettikten sonra, insanı düşünmeye ve bu mükemmellikte yatan incelikleri anlayıp derinden hissetmeye çağırmaktadır. Gören göz için söyleyecek pek fazla bir şey yoktur. Baştan başa bir kitaptır kainat, bakmasını ve görmesini bilene. Kulaklar, bu kusursuz nizamın ahengini ve ritmini duymak, gözün algıladığı temaşayı, ondaki musiki ile birlikte hissetmek için yaratılmıştır. Gönül ise aşkın, muhabbetin ve dahi sanatın potasıdır. Gönül süzgecinden geçmemiş hiç bir eser, sanat işvesi taşıyamaz.

İslam’ın sanat anlayışını kavramak için bizatihi Kurân-ı Kerim’in kendine bakmak yeterlidir. Edebî anlatım bakımından erişilemez bir kelam ustalığına sahip olan Kur’ân-ı Kerim bu alanda bir meydan okumadır. Kur’ân-ı Kerim bu meydan okumayı “Hadi onun benzerinden bir sûre getirin!” (Bakara 2/23) sözleriyle ifade etmektedir. 

İslam’ın sanat anlayışını kavramak için bizatihi Kurân-ı Kerim’in kendine bakmak yeterlidir. Edebî anlatım bakımından erişilemez bir kelam ustalığına sahip olan Kur’ân-ı Kerim bu alanda bir meydan okumadır. Kur’ân-ı Kerim bu meydan okumayı “Hadi onun benzerinden bir sûre getirin!” (Bakara 2/23) sözleriyle ifade etmektedir. Aynı meydan okuma onun seslerinde gizli olan musiki için de geçerlidir. Hat, tezhib ve ciltçilik gibi Kur’ân-ı Kerim etrafında gelişen bediî sanatlar, İslam medeniyetinin sanat dünyasına kazandırdığı estetik hazlardır. Kur’ân-ı Kerim mücerred duygulara önem verdiği için, Tevrat’ta olduğu gibi sanata müşahhas sınırlamalar getirmemiştir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Kur’ân-ı Kerim’de, tasvir yapımı ile ilgili hiç bir kısıtlama getirilmezken, bazı hadislerde şiddetli bir karşı tutum sergilenmiştir. Aslında bu karşı duruş doğrudan doğruya putperestliğe ve ona götürecek vasıtalaradır. Çünkü resim ve heykel, tarih boyunca putperestliğin ana objelerini temsil ede gelmiştir.

Suret yapımı konusunda çok farklı ifadelerle en sık atıfta bulunulan olay Hz. Aişe’nin bir uygulamasıdır ki bu konudaki rivayetlerin hepsinin özünde; Hz. Aişe’nin, üzerinde resimler bulunan bir perdeyi hücresinin kapısına asması ve Hz. Peygamber'in bu perdeyi indirmesi üzerine Hz. Aişe’nin de bu perdenin kumaşından yastık yapması ve buna Hz. Peygamber’in ses çıkarmaması hadisesi yer almaktadır. (Müslim, Libas 93)

Peki, bu perde o kapıya sırf gösteriş için veya dekoratif maksatla mı asılmıştır? Perdenin asılı olduğu yer ve görevi nedir? Hz. Peygamber bundan niçin rahatsızlık duymuştur?

Birçok şerhte, Hz. Peygamber’in bu perde üzerindeki resimleri namaz kılarken dikkatini dağıttığı için kaldırttığı yorumu yapılmaktadır ama tam olarak perdenin konumu aydınlatılmamaktadır. Bu perde, Kur’ân-ı Kerim’de “(...) Peygamber'in eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin gönülleriniz de, onların gönülleri de daha temiz kalır (...)” (Ahzab 33/53) diyerek dolaylı bir şekilde sözü edilen perdedir. Bu perde ev içerisinde bölme perdesi ya da giriş kapısını örten perde olabilir. Bu perdenin Hucurat sûresinde bahsi geçen, Mescid-i Nebî bitişiğindeki, Peygamber eşlerine ait hücrelerin mescide açılan kapısını örten perde olması kuvvetle muhtemeldir. Yani bu perde Mescid-i Nebî duvarında kapı vazifesi gören bir açıklığı örtmektedir. Bu perdenin ön yüzü doğrudan mescidin içine, arka yüzü de hücreye bakıyor olmalıdır. Resimli kumaştan, üzerine oturulan veya yaslanılan bir yastık yapılışına ses çıkarmazken bu resimlerin mescid duvarındaki kapıda yer alması, hayatını putperestlikle mücadeleye adamış bir peygamber tarafından elbette hoş görülemezdi. Şunu hatırda tutmak gerekir ki bahsi geçen perde yastık yapıldıktan sonra da onun üzerindeki resimler duruyordu. Burada değişen şey sadece resmin konumudur.

Peygamber Efendimiz’in hayatı incelenirse O’nun, nasıl estetik duygularla yüklü bir hayat anlayışına sahip olduğu uygulamalarından hemen fark edilir. İbn Sa’d’ın rivayet ettiği şu hadis-i şerif buna güzel bir örnek teşkil etmektedir:

  • Hz. Peygamber bir gün bir cenaze merasimine gitmişti. Kabir içinde gözü rahatsız eden hafif bir kazılış hatası görerek bunun derhal düzeltilmesini emretti. Birisi ona bunun ölüye rahatsızlık verip vermeyeceğini sordu. O da, “Aslında böyle şeyler ölüyü ne sıkar ne de ona rahatlık verir, fakat bu sağ olanların gözlerine güzel görünmesi içindir” demiştir.

Birkaç dakika sonra üzeri toprakla örtülecek olan bir kabirde bile gözü rahatsız eden bir pürüzün giderilmesini isteyen Hz. Peygamber’in şu sözü, İslam’ın sanat anlayışına esas teşkil etmektedir: “Allah güzeldir, güzeli sever.” (Tirmizî, Edeb/41; Müslim, İman/147) Bu esas, tevhid inancı etrafında gelişmiş ince ayrıntılarda saklıdır. Bu ayrıntıları yakalayabilmek için Allah (cc)’ın gösterdiği yolu takip etmek lazımdır.