"İnsanların içinde öyleleri bulunuyor ki Allah'tan başkalarını Allah'a nazîr edinerek onları Allah'ı sevdikleri kadar seviyorlar. İman edenlerse Allah'ı muhabbetin en yüksek derecesiyle severler. Şayet bu zulmü edenler bilseydiler ki hani o azap görecekleri gün bütün kudret yalnız Allah'ındır ve Allah'ın azabı yamandır, acaba ne olmazlardı!" (Bakara 2/165)
Bu ayet, ulûhiyyetin en önemli hususiyetlerinden birinin muhabbet yani sevilmek olduğunu gösterir. Elmalılı Hamdi Yazır bu ayeti tefsir ederken "Mabud en yüksek mahbubdur" der.
Demek ki bir şeye tutkun olup bütün varlığımızla ona yöneldiğimizde (Allah korusun) onu kendimize ilah edinmiş oluyoruz.
Eş-evlat öyledir, mal-mülk öyledir, makam-mevki öyledir.
Herhangi bir şeye bu derecede tutkun olduğunuzda o şey sizi yönetmeye başlar. En basit örnekle yemeğe tutkunsanız yemek sizi yönetir; kolay kolay nafile oruç tutamazsınız. Eşine, işine, evladına vs. bağımlılık derecesinde tutkun olmak bir süre sonra zihnin sağlıklı işlemesindeki düzeni bozmaya ve değerlerimizi altüst etmeye başlar.
Onun için sevdiklerimize, yakınlarımıza bağlı olmakla; onlara bağımlı olmak arasındaki farka dikkat etmek ve hiçbir yaratılmışa bağımlı olmamaya özen göstermek durumundayız.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da Sevgili Peygamberimiz bize en güzel örnektir. Annesini, babasını, baba yerine koyduğu amcasını, en sevdiği hanımını kaybetmesi bir yana yedi çocuğundan altı tanesi kendinden önce ölmüştü. Elbette onları seviyordu ve bu kayıplar onun için üzüntü sebebiydi. Fakat bütün hayatını etkileyecek ve asıl vazifesini yapamaz hale getirecek bir üzüntü için sevgi ve vefa duygusundan daha fazlası lazımdı. Duyguların dengede olma hali diyebileceğimiz insan-ı kâmil mertebesindeki Efendimiz içinse sağlıklı sevgi boyutlarını aşan bir bağımlılık asla söz konusu değildi.