Rabbinin burhanı sayesinde harama rağbet etmeyen Yusuf'un rağbeti...
“Bir elime ayı bir elime güneşi verseniz yine davamdan vazgeçmem” diyen Hz. Peygamber’in dünyalık tekliflere rağbet etmemesi de bir rağbet. Üç aylar, kalplerimizin manevî doyum ve duyum mevsimidir. Takva, ihlas, muhasebe, yakîn, sabır gibi değerler üç aylarda benliğimize yeniden dolar, adeta tazeleniriz.
Üç aylar, “keşke”lerin öğütülüp iradî başlangıçların yapıldığı anlardır. Üç aylar, Hakk’ın rahmetine bir sergidir. Hz. Mevlâna ne güzel der:
“Ondan iste, başkasından bir şey umma. Suyu deryada ara, ırmakta değil. Başkasından da istesen ihsan eden Hakk’tır. Onun elini cömertliğe meylettiren de O’dur.”
Sadece ritüel kalıplarda üç ayları geçirmek değil, üç aylar sonrasında bize kifayet edecek ilim, irfanı da amele yoldaş kılarak biriktirebilmek gerekir.
Güzellikler paylaşıldıkça çoğalır. Üç aylarda değişik usul ve üsluplarla bir şekilde bu ayların ruhaniyetini insanlığa ilahi bir ziyafet olarak armağan edebilmeliyiz.
Üç ayları görmek, kelebeklerin ateşe aldığı gibi nisyana, gaflete dalış dakikalarımızda, önümüzde bizi ateşe koşmaktan kurtarmaya çalışan Efendimizin şefkatli elini görmek demektir.
Üç aylar, başarıya giden yolu ibadet refleksiyle tezyin etmede keskin bir virajdır. Modernleştikçe yalnızlaşan günümüz insanına, kainata “ışık saçan bir kandil” (Ahzab, 45-46) olan Peygamberimizle tanışmanın, kaynaşmanın yeni bir fırsatıdır.