Merhamet, en temel duygulardan biridir; sevgi ve acımanın içiçe geçtiği, canlılar içinde, izdüşümü noktasına "anne" denk gelen, sıcacık bir güven atmosferi. Öyle ki Hz. Peygamber bile, Allah-u Teala'nın rahmetini anlatırken, annenin yavrusuna şefkatinden yola çıkarak tasvir eder bu duyguyu ( Buhari, Edep18). Yaratılmışlara karşı anne şefkatini geliştirebilenlere ne mutlu.
Allah'ın rahmetini diliyoruz. Nasıl gerçekleşecek bu? Kim çağıracak merhamet yüklü bulutları? İşte sorumuzun cevabı: "İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez." Rahmetin kaynağı, bize bağlamış ipin ucunu. Çekecek cesaretli elleri bekliyor. Bekliyor ki yağdırsın nimetleri.
Hz. Peygamberin, torununu öptüğünü gören bir kişinin ve başka bir ortamda bedevilerden bir grubun, çocuklarını öpmediklerini itiraf etmeleri üzerine bu davranışı hayretle karşılaması ve sevgiyi bu şekilde ifade etmenin, merhametten kaynaklandığını söylemesi, bizler için önemli bir gösterge.
Allah'ın rahmetini celbetmenin yegâne yolu, diğer insanlara, daha doğru bir deyişle tüm varlığa müşfik yaklaşmakla mümkün görünüyor. Tabii bu, menfaat icabı "ben şu insana merhametli olayım da Allah da bana acısın, beni sevsin" mantığıyla değil, insana yerleşen bir meleke halini aldığında kıymet kazanan bir vasıf: Merhametsizliği bir an bile düşünememek, her halükârda rahmet rüzgarına kendini bırakarak davranmak.
Yeri geldiğinde, Allahla başbaşalığın zirvesi namaz ibadetinin manevi hazzını uzatmaktan bile zayıf, güçsüz ve yaşlılar için vazgeçen bir Peygamberin ümmeti olarak, meşru dünyevi zevklerden, bir başka kul için feragat ettiğimizde merhametin kaynağına yaklaşmış olacağımızı düşünmeli ve salih amelleri bu mantık ve duygu akışı içinde işlemeliyiz. Belki o vakit, rahmeti gazabını aşan ve herşeyi kuşatan, bir ismi de Rahman olan, müjdeleyici rüzgârların önüne katar da tüm merhametini, müminlere gönderir. "Rahmetim her şeyi kuşatmıştır. Onu korkup sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım." ( Araf Sûresi: 7/156)