عَنْ حُذَيْفَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم : لاَ تَكُونُوا إِمَّعَةً تَقُولُونَ إِنْ أَحْسَنَ النَّاسُ أَحْسَنَّا وَإِنْ ظَلَمُوا ظَلَمْنَا وَلَكِنْ وَطِّنُوا أَنْفُسَكُمْ إِنْ أَحْسَنَ النَّاسُ أَنْ تُحْسِنُوا وَإِنْ أَسَاءُوا فَلاَ تَظْلِمُوا
Huzeyfe radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar iyi olur, iyilik yaparlarsa, biz de iyi olur, iyilik yaparız; yok onlar zulmederlerse biz de zulmederiz diyen şahsiyetsizler(den) olmayın. Aksine siz kendinizi, insanlar iyi olurlarsa iyi olmaya, kötü olurlarsa, kötü (zalim) olmamaya alıştırın!” (Tirmizî, Birr 62; Hatîb Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, III, 1418)
İslamiyet, Allah'ın yarattığı insanları, "Allah'a kul olma kişiliği"ne sahip kılan, bu sebeple de Müslümanların her yaptıklarını bilinçli olarak yapmalarını isteyen; eyyamcılığı, kör taklitçiliği ve uydum kalabalığa anlayışını asla tasvip etmeyen bir dindir. Tavizci tavırları ve iradesizliği değil; kendi değerlerine sonuna kadar ve kendine has özellikleri içinde sahip çıkan soylu davranışları istemektedir. Daha kısa bir ifade ile Müslümanların İslâm kimliğine her halükârda sahip olmalarını öngörmektedir. Bu yüzden de sömürgeci güçlerin ve çıkarcıların söyleyegeldiği gibi, "zaman sana uymazsa, sen zamana uy" kolaycılığını ve bukalemunluğunu asla benimsememekte; Müslümanlara, "hayata uyma"yı değil, "hayatlarını Hakka uydurma"yı hedef olarak göstermektedir. Hadisimiz, işte bu temel tesbit ve ilkenin belgelerinden biridir.
İmme’a kimdir?
Hadisimizin mana ve mesajının iyice anlaşılabilmesi için, onda yer alan ve anahtar kelime olan "imme'a"nın bilinmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Bu kelime için sözlükler, "herkese 'seninleyim' diyen şahsiyetsiz kişi, taklitçi, sebatsız, asalak" anlamlarını vermektedirler. Hadislerde geçen garip kelimeleri açıklamak üzere kaleme alınmış Ğaribu'l-Hadis ismini taşıyan hadis lügatlerinde de bu kelime hakkında bilgi verilmektedir. Meselâ, Abdullah b. Mes'ud (ra), "Her hangi biriniz sakın imme'a olmasın!" deyince, "imme'a nedir?" diye sormuşlar. O da “ ‘Ben herkesle beraberim’ diyen kişidir” cevabını vermiştir. (Bk. Zemahşerî, el-Faik fî garibi'l-hadis, I, 56, 47; İbnu'l-Esir, en-Nihâye fi garibi'l-hadis, 1,67)
Yine Abdullah b. Mes'ud radıyallahu anh, bu kelimenin tanımını yaparken bize şu bilgiyi de vermektedir. O diyor ki; "biz cahiliyye devrinde (İslâm öncesinde), çağırılmadığı halde davetlilerin arkasına takılıp ziyafete giden asalaklara "imme'a" derdik. Ama bugün imme'a; dinini, imanını insanların (anlayışlarının) peşine takan, delil, burhan aramaksızın körü körüne onlara tâbi olan"dır.
Yanlış anlaşılmaması için tekrar ifade edelim ki, burada cemaatle beraber olmak kötülenmiyor, aksine kendi görüşü, azmi, iradesi olmayan, her önüne çıkan kişi ve ideolojiye hemen tabî olan, bir düşünce ve inanç üzerinde sebat etmeyen, kaypak, kişiliksiz, eyyamcı, çıkarcı kişiler kınanmaktadır. Buna biz, "evet efendimci", "şakşakçı", gününü gün etme adına, her işini başkalarının arzu ve isteklerine göre ayarlayan, örf-adet, din-iman, millî-manevî değer kaygısı gütmeyen tip de diyebiliriz.
Takdir edileceği gibi, her seviyedeki taklitçiliğin temelinde böyle bir şahsiyet kusuru yatmaktadır. Şayet böylesi bir kusur toplum çapında bir yaygınlık kazanırsa, o takdirde millî kimlik ve değerleri başkalarına peşkeş çekme, ne pahasına olursa olsun, taklit edilen milletlere benzeme seviyesizliğine düşülür ki, hiç bir yaldızlı söz ya da slogan bu düşüklüğü ört-bas etmeye yetmez. Dolayısıyla böylesi bir topluma da kimse kıymet vermez.
Empoze veya bir başka deyişle zoraki sistemlerin, -belli bir dönem için de olsa- milletlere hâkim olmasında bu imme'a tavrının büyük payı olduğu muhakkaktır. Millî bir plan, millî bir irade, millî bir düşünceden yoksun, ya da vazgeçmiş milletler, sınırsız bir taklit ve aşağılık duygusu içinde, kendilerine empoze edilen hayat tarzlarına sarılmayı bir fazilet, bir üstünlük, hatta çağdaşlık olarak değerlendirir ve aksi düşünceleri suçlamaktan asla çekinmezler. Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de "Yüzlerinizi doğu ya da batıya döndürmeniz (başlı başına) bir iyilik değildir" (el-Bakara, 177) buyururken biz yüzümüzü batıya çevirdiğimiz günden beri, bahis konusu taklitçiliğin ve kimlik bunalımının hangi boyutlarda bizim için sıkıntı amili olduğunu yakinen öğrenmiş bulumaktayız.
Hadisimizin mesajı
Hadisimiz, Müslümanları tam bir İslâm şahsiyetçiliğine çağırmakta, farklılık ve haklılıklarını her zaman ve her yerde korumalarını istemektedir: "İnsanlar iyi olur, iyilik yaparlarsa iyi olmaya, iyilik yapmaya; kötü olurlar ve haksızlık yaparlarsa, kötü olmamaya zulüm yapmamaya kendinizi alıştırın, kendiniz için bu tavrı değişmez ve vazgeçilmez bir tavır olarak benimseyin." Herkes bilir ki, zulüm yapmamak da başlı başına bir iyilik ve ihsandır.
Hadisimizin birinci cümlesi olan; "İnsanlar iyi olursa biz de iyi olur; kötü olur, kötülük yaparlarsa biz de kötü oluruz diyen şahsiyetsizlerden olmayın!" ifadeleri, Müslümanlara İslami ve insani misyonlarını hatırlatmakta, hayatın akışı içinde iyiliklerin, güzelliklerin ve mutlak doğrunun hâkimiyeti için gayret göstermeleri gereğini çok açık bir şekilde duyurmaktadır. Tabiatıyla bunun için de yeterli bir bilgi, bilinç ve sorumluluk duygusu gerekmektedir.
O halde Müslümanlar, toplumun gidişinin iyi mi kötü mü olduğunu dikkate alacak ve mutlaka kendileri, ihsan (iyilik) çizgisi üzerinde olmaya, çevrelerini de bu çizgiye çekmeye gayret edeceklerdir. Zamana ya da topluma uyma diye bir görevlerinin olmadığını bilecekler asla kötülüğe ve haksızlığa iltifat etmeyeceklerdir. Onlar, kendi değerleriyle kendilerini bağımlı bilecekler ve tek başlarına da kalsalar doğruya, iyiliğe ve hakka sahip çıkacaklardır. Onlardan beklenen budur, imme'alık değildir. Nitekim Şarih Aliyyu'l-Kaari'nin isabetle belirttiği gibi bu hadiste, “İnanç ve ibadetler bir yana, ahlaki konularda bile taklidin nehyolunduğuna işaret bulunmaktadır.” (bk. Mirkatu'l-Mefâtîh, IV, 762; Mübârekfürî, Tuhfetu'l-ahvezî, VI, 145)