En yakın dost mu en büyük düşman mı? Yoksa kalenin içindeki hain mi? Nefisten bahsediyorum. Genellikle işlenen suçların “nefsime uydum” cümlesiyle üzerine atıldığı, insanların büyük çoğunluğu tarafından kötü bilinen, bazen görmezden gelinen bazen de hakkı yenen nefisten. Bu yazıda nefsin ne menem bir şey olduğundan bahsedecek, biraz olsun nefsi tanımak ve onunla olan ilişkimizi gözden geçirmeye vesile olmak için gayret edeceğim.
Nefs kelimesi sözlükte “ruh, can, varlık, zat, insan, kişi” gibi anlamlara gelir. Kur’ân’da “ruh” anlamında da “zat ve öz varlık” manasında da kullanılmıştır. Kelime, içerisinde birçok zıt manayı barındırır. Bu nedenle tam olarak tanımlamak da künhüne vakıf olmak da mümkün olmamıştır. Nefs, hayır-şer, sevap-günah, iyilik-kötülük gibi zıtlıkların konusu ve öznesi olarak görülmüş ve bazen olumlu yönü bazen de olumsuz yönü öne çıkarılmıştır. Yusuf (as) kıssasında “Ben nefsimi temize çıkarmam, zira nefis kötülüğü emreder.” (Yusuf, 53) buyrulurken, Fecr suresinde nefse “Ey itmi’nâna ulaşmış nefis!” diye hitap edilir. Ayetlerdeki bu işaretler ve İslam âlimlerinin nefis üzerinde derin düşünmeleri sonucu ifade ettikleri bilgiler ışığında nefsin, insanın eğitilmeye müsait ve muhtaç, başlangıçta kötülüğe meyilli, terbiye edildiğinde ise kişinin manevi yükselişini hızlandıran bir parçası olduğunu söyleyebiliriz.
Mutasavvıflar nefsin ne olduğunu anlamak ve nasıl terbiye edileceğini öğrenmek hususunda yoğun mesai harcamışlardır. Onlara göre nefis her türlü kötülüğün kaynağıdır. Başa gelen iyiliğin Allah’tan, kötülüğün ise nefsten geldiğini ifade eden Nisa suresi 79. ayeti ve Hz. Peygamber’in “Allah’ım! Nefsimin şerrinden sana sığınırım.” şeklindeki duaları onların bu düşüncesini destekler mahiyettedir. Şeytanın en büyük arzusu, Araf suresinde bildirildiği üzere, Allah’ın kullarının doğru yolu üzerine oturup, elinden gelen her şeyi denemek suretiyle onların sapmalarına sebep olmaktır. Nefs ise kötülüğe olan meyli, heva ve isteklerini kontrolden uzak oluşu sebebiyle şeytanın bu arzusuna ulaşmasında yardımcı olabilmektedir. Bu sebeple şeytanın, içerdeki destekçisi olarak görülen nefsi başıboş bırakmamak hayati önemi haizdir. Nitekim Peygamber Efendimiz’in Allah’tan, kendisini göz açıp kapayıncaya kadar nefsiyle baş başa bırakmamasını istediği hepimizin malumudur.
İnsan hayatını bir yolculuğa benzetecek olursak, nefis bu yolculukta ona verilen ve yolun sonuna kadar beraber olacağı binek gibidir. Bu bineğin vahşi bir at olduğunu varsayalım. Kişi yolculuğu esnasında atının yanında yürüyebilir, üzerine binebilir. Atını vahşi halde bırakır ve gemlemezse, eyerini takıp kontrolü sağlamazsa üzerine bindiği at onun felaketi olabilir. Atının huyunu öğrenip, olması gerektiği şekilde beslerse, sularsa atı onun sadık bir dostu, yolculuğunu kolaylaştıran ve hızlandıran bir hizmetkârı olur. Atın fıtratı sebebiyle elbette ot, saman, su gördüğünde ana yolun kenarlarına doğru hamleleri olacaktır. Fakat sahibi uyanık olursa bu hamleleri önceden fark edip tedbir alabilir ya da en az hasarla bu tehlikeden kurtulabilir. At çok huysuzlanıp, sahibini müşkül duruma düşürdüğünde sahibinin atı salıvermesi ya da öldürmesi düşünülemez zira hedefine ulaşması atının yaşamasına bağlıdır.
Hayat yolunda, ahirete doğru ilerlerken hedefimiz olan cennet ve rızaya erişebilmek için nefis atının gücünü lehimize çevirmek durumundayız. Yolculuğun başında nefsin arzularını kontrol altına almak, iç seslerin hangilerinin rahmani hangilerinin şeytani olduğunu ayırmak, duyguları tanıyıp davranışları düzenlemek kolay olmayacaktır elbette. Bu nedenle çok defa ayağımız sürçecek, zaman zaman düşeceğiz. Fakat bu tökezlemeler bize yolu güzel yürümeyi öğretecek. İnsanın, yolu önceden yürümeye başlayan ve nasıl yürüneceğini bilen bir rehberi olursa ne âlâ. O kimse rehber bulamazsa dahi Rabbimiz merhametinin tecellisiyle ona yönelen herkesi eğitir, iradelerini güçlendirmek ve nefislerini tanımak; nefis terbiyesini tecrübe etmek için her sene bir ayı bu işe tahsis eder.
Ramazan ayı geldiğinde Müslümanlar, yaşantılarını nefislerinin arzusuna göre değil, ibadetleri merkeze alacak şekilde düzenler. Sahur, iftar, teravih, mukabele, hayır hasenatı artırma isteği kişiyi öyle bir tempoya sokar ki; nefse nefes alacak vakit bırakmaz. Bir de nefsin en güzel terbiyecisi oruç bu ayın lazım-ı gayrı mufârıkıdır ki oruç sayesinde eğitim de yolculuk da kolaylaşır, güzelleşir. Tüm bunlar Ramazan’a gönlünün kapılarını açan, bu kapılardan başını eğip itaatle geçen kısacası bu ayı vesile kılarak nefsini eğitmeye çalışanlar için geçerlidir. Ramazan’ı dünyevi eğlencelere araç eden, malayaniyi terk edemeyip bu ayın cevherini fark edemeyenler nice güzelliklerden mahrum kalırlar. Bu ayda nefsin hangi durumlarda nasıl tepkiler verdiğini tecrübe eden insan, yılın kalan günlerinde nefsini bu çerçevede eğitebilir. Bu eğitim-öğretim serüveninin mezuniyeti rıza-yı ilâhîye ulaşmaktır.
Allah’ın rızasına ulaşmayı çok zor ve meşakkatli bir yolculuk olarak görmemek gerek. Eskilerden bir âlim zata sormuşlar. “Allah’a nasıl ulaşılır?” O zat cevap vermiş: “Allah’a ulaşmak iki adımdır. Birincisinde nefsin üzerine basarsın, ikinci adımda Allah’a ulaşırsın.” Binaenaleyh manevi eğitimimize yoğunlaştığımız, nefislerimizi öldürmekten ziyade kontrol altında tutmanın önemini kavradığımız şu ayda diyebiliriz ki: Nefsi çiğnemek orucu bozmaz.