Allah'ın Rasûl’ünden bize kadar güvenilir yollardan gelmiş sahih bir hadis karşısında o zatın peygamberliğine iman ettiğini söyleyen birinin tavrı ne olabilir? Sahabenin yerine koyun kendinizi; onun peygamber olduğuna inanmak demek daima vahiyle muhatap olduğuna, her hal ve sözünün ilahi kontrol altında cereyan ettiğine inanmak demek değil miydi? Bu durumda onun "bu ayettir" dediklerini kabul edip; "bu da bu ayetin nasıl anlaşılması gerektiğine dair bir açıklamadır" dediğini nasıl reddedebilirlerdi?
Peygamberin yoluna olması gerektiği gibi tabi olamadığımızda -tarihte ilk örneğimi şeytanın yaptığı gibi- kendimizi haklı çıkaracak (güya) akıllıca gerekçeler bulmaya çalışmak yerine eksiğimizi kabul edip duaya sığınsak daha mü'mince bir tavır olmaz mı bu?
Peygamberin izlediği ve bize tavsiye ettiği yol insanı doğrudan zirveye götüren yoldur. Hepimiz o zirveye çıkabilir miyiz? Tabii ki (ve ne yazık ki) hayır. Böyledir diye zirvenin zirve olduğunu inkâr etme saçmalığına düşeceğimize orada bir zirve olduğunu kabul etsek ve tam ulaşamasak da yaklaşmaya çalışsak; yapamadığımız yerlerde de tam bir "kul" gibi acizliğimizi kabul edip iman dolu bir gönülle ilahi yardıma iltica etsek daha iyi olmaz mı?
Başaramadığı işi önemsiz ve gereksiz görmek nasıl bir egonun işidir? İnsanı hikmetten nasıl uzak bırakır?
Peygambere isnadında sıkıntı olmayan bir ifadeyi duyduğumuzda o ifadenin mutlak surette bir hikmet içerdiğine de inanmaktır peygambere inanmak. Bu hikmeti anlamaya bilgimizin, görgümüzün yetmediği zamanlarda da alçakgönüllüce eksiğimizi kabul edip o ifadeyi anlamayı kendi olgunluğumuzun yeteceği zamana ertelemektir.
Ondan vazgeçtiğimizde yerine neyi koyduğumuza dikkat edelim de Nişantaşı'nda bir apartman dairesi için konaklarını yıktıran nadanlar gibi olmayalım. Çünkü biliyoruz ki tabiat boşluk kabul etmez. Biz bir sünneti terk ettiğimizde onun yerini gelip geçici bir moda alıverir.