Kıyıya vuran bebeklerle dağlarda düşen gencecik bedenler öldüklerini bilecek kadar olsun acı çekmişler midir?
Orada ölmeselerdi başka yerde ölmeyecekler miydi? Ecelleri her nerede olurlarsa olsun onları yakalamayacak mıydı?
Sorular uzar gider. Önemli olan ölenin nasıl öldüğü mü, kalanın neyle kaldığı mı?
Canını serin sulara teslim eden üç yaşındaki bir muhacir de kanını vatanının toprağına akıtan yirmi yaşındaki bir asker de arkalarında kalan bizlerin boğazlarında yumruk, omuzlarında yüktür. Allah bilir ya, onlar ölümlerin en kolayını yaşamışlar, ama onları gören bizlere yaşamanın en zorunu bırakmışlardır. Onları gören bir göz artık dünyaya eskisi gibi bakamaz.
Her mutluluk gölgelenmiş, her sevinç burulmuş, her hedef anlamını kaybetmiştir. Her şeyimizi yeni baştan gözden geçirmemizi söyler bu bedenler, orada öyle duruşlarıyla. Kazandıklarımızı, harcadıklarımızı, eğlencelerimizi, çalışmalarımızı, üzüldüklerimizi, sevindiklerimizi, baştan başa insanlığımızı…
Bi'r-i Maune'de tuzağa düşürülen sahabenin arkasında kalanlar ne yaptılar? Mekke'den çıkmak isteyen muhacirlere kimler eziyet etti, kimler kucak açtı? Kendilerine sığınan muhacirler için "onlara yardım edip durursanız başınıza çıkarlar, onlara yardımı kesin ki geldikleri gibi dönsünler" diyenler kimlerdi?
Peygamberimiz’in hayatında yer alan insan tiplerini davranışlarıyla birlikte listeleyip kendi davranışlarımızın daha çok hangi sütunda yer aldığına bakmak için daha ne olması gerekir?
Zalimlerden olmamak yetmez. Sessiz ve etliye sütlüye karışmayan tavrımızla zalimin zulmünü kolaylaştırdığımızı bilerek zalimin karşısında durmak gerekir. Çünkü "Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır." (Enfal/25)
İşte ölen ölür de kalanlar bütün o ölümlerin hesabıyla kalır. Bu da "sorumluluk" demektir.