Din, ahlak veya insan davranışları üzerine yazılanlarda giderek daha fazla dikkatimi çeken bir söylem var. Bir üst başlık olarak zahir-batın mukayesesi diye tanımlanabilen, hayatın maddi ve manevi detaylarını karşılaştırarak manevi unsurları yücelten, maddi boyutu ise “olmasa da olur” diye küçümseyen yaklaşımdan bahsediyorum.
Hemen her yerde rastlayabileceğiniz birkaç örnek şöyle:
Mal-mülk önemli değil, önemli olan şeref, haysiyet…
Makamın, mevkiinin aldatıcı cazibesine kapılmayın, asıl olan insan olmak…
Dış güzelliğin hiçbir önemi yok, önemli olan insanın içinin güzel olması…
Dinin özünü, ahlakını yaşamadıktan sonra ritüellerini yerine getirmişsin ne fark eder?
Örnekler uzayıp gider.
Bu söylemi ne zaman duysam/okusam kastettiği manaya tamamen katılmakla beraber, haddi aştığımız hissini veren bir rahatsızlık duyarım. Çünkü insanın içi ile dışının; mal, mülk ile haysiyeti korumanın; makam, mevki ile insanca yaşamanın; dinin özü ile zahiri amellerin birbirine aykırı olmayı bırakın tam aksine birbirini desteklediklerini bilir, öyle inanırım.
Kur’ân'a ve Sünnet'e topluca baktığımızda da insan hayatının her yönünü içine alan kurallar getirildiğini, hayatın maddi manevi hiçbir cephesinin “olmasa da olur” muamelesi görmediğini açıkça görürüz. Efendimiz’in yaşantısında sadece ibadetler yeterli görülüp ahlaki tekâmül ihmal edilmediği gibi “önemli olan iyi insan olmak” deyip günlük hayatın görünen detayları da ihmal edilmemiştir. Veya tam tersi bu detaylardaki titizlik yeterli görülüp ihlas (samimiyet), takva (saygı ve çekinme), muhabbet ve bağlılık gibi öze yönelik gelişim göz ardı edilmemiştir.
Bir askeri seferin tam ortasındayken abdest alan bir sahabiye topuklarını dikkatle yıkamasını ikaz etmesi; bir kriz anında yardıma koşan bir başka sahabiyi geride bıraktığı gözü yaşlı annesi ile ilgilenmesi için geri çevirmesi şahsen beni bu hususta en çok etkileyen örneklerdendir. Bu örneklerdeki tavır; özü şekle, şekli de öze feda etmeyen, parçalanmış bir zihin ve yaşamın bütün unsurlarını hakkını vererek birleştirip tevhide nasıl ulaşacağımızı gösteren Peygamber tavrıdır.
O nedenle eğer özden, manevi olandan, haysiyet ve şereften uzaklaşıldığını düşünüyorsak (ki öyledir) kendimizce ikazlarımızı yaparken onların mukabillerine “olmasa da olur” muamelesi yapmayı bırakmak; sadece bir yöndeki gelişimin bizi hep topal bırakacağını görmek gerekir.
Sözün özü "ritüeller yerine biraz da ahlaka önem verelim" demek yerine "ritüeller kadar biraz da ahlaka önem verelim" demek gerekir. Çünkü birinin yokluğu giderek diğerini de zayıflatır. Veya birinin varlığı giderek diğerini de çağırır. (Dindarlığın budandığı yıllardan bugünlere dinin aktarımında en etkili yollardan birinin ölüm ritüelleri olduğunu hatırlayalım.)