Allah Teâlâ Peygamberimiz’i Mekkeli müşrik topluma ilahî davet göreviyle gönderdiği zaman ilk mesaj Allah'ın tek ilah olduğu ve insanların, öldükten sonra dirilip O'nun huzuruna toplanacakları çağrısıydı. Müşrikler putperest olmalarına rağmen Allah’a inanıyorlar fakat dirilişi ve ahiret hayatını reddediyorlardı. Bugün de kendilerini çeşitli isimlerle niteleyen (örneğin, Deist) insanlar arasında aynı inanca sahip ciddi sayıda insan var. Bunun sebebi insanların hayatlarının sorumluluğunu kabul etmeyişleridir.
Sözgelimi reenkarnasyondan bahseden inançlarda da durum böyledir. "Önceki hayatınızda yaptığınız hatalar sebebiyle şimdi sıkıntılar yaşıyorsunuz. Eğer bu şartlara razı olur ve itaat yolunu seçerseniz bir sonraki hayatımızda daha iyi şartlarda dünyaya geleceksiniz" denilerek insanların kendilerine reva görülen durumlara boyun eğmelerini sağlamış oluyorlar. O yüzden bu uydurulmuş dinlerle insanlar arası ekonomik, siyasi ve hiyerarşik ilişkilerin çok yakından ilişkisi var. Tarih boyunca kilisenin yaptıkları da bir açıdan böyle yorumlanabilir. İslam dünyasında zulümle payidar olmaya çalışan iktidarların cebrî inançları beslemesinde de benzer amaçlar görülür.
Bu yüzden gayet açık bir şekilde anlarız ki bir inanç sistemi eğer zulme, haksızlığa, kaba kuvvete, sömürüye, insanlar arası adaletsizliğe rıza göstermeyi teşvik ediyorsa orada bir bozukluk var demektir.
Oysa dirilişe ve ahirete inanmak bu dünyadaki hayatımızı bilinç ve sorumluluk duygusuyla yaşamak, yanlışlarla mücadele etmek, iyiliği çoğaltmak için gayret etmek demektir. Bu o kadar temel bir meseledir ki Peygamberimiz’in peygamberlik hayatı boyunca en çok işlediği konu olmuş, dinin üç aslından birini oluşturmuş (diğer ikisi Allah ve Peygamber inancıdır) ve hayatımız boyunca yapmaya uğraştığımız iyiliklerimizin işe yaramasının temel şartı olmuştur. (Kur'ân-ı Kerîm; Muhammed, 33; Bakara, 264; A'râf, 147; Kehf, 105.)