-Bu konuda iki temel yaklaşımdan söz etmek istiyorum. Birincisi Batı’yı örnek alarak bir medeniyet değiştirelim diyenlerin görüşüdür. Böyle diyenler de ikiye ayrılıyor: İslam’ı tevil ederek, Batı’ya göre İslami nassları yorumlayarak, uyarlayarak hareket etmeye çalışanlar var. Bunlar “sonuçta laik olmayalım, bunun icazetini dinden alalım” diyorlar. İşte bunlara İslam modernisti deniyor. Diğer yanda Batıcılar var. Batıcılar ise İslam’ın dünyevi alanı kapsadığını kabul etmiyorlar. Yani “İslam iman, ibadet, ahlaktan ibarettir. Kültür-medeniyet, dünya işleri, ilişkiler vs bu konularda zaten dinin bir müdahalesi olmaz, bu alanlarda serbestiz” şeklinde görüş belirtenler mevcut Batıcılar içerisinde.
Bir de doğrudan doğruya İslam’a inanmayan, dolayısıyla İslam kültür ve medeniyetinden de memnun olmayan, birtakım olumsuzluklar varsa bunu da kendi kültür ve medeniyetine bağlayan, yani merkezindeki dine bağlayan, onun için de “biz bu dini de, onun kültürü ve medeniyetini de bırakalım” diyenleri görüyoruz. Onlar aynı zamanda tek medeniyetçidir. Yani onlara göre bir tane medeniyet var ve o da Batı medeniyetidir. Diğerleri ise ölmüş ve tarihe karışmış medeniyetlerdir diye düşünüyorlar.
-Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
-Bu saydıklarımızın içinde ben yokum. Biz bunların tamamen sakat olduğunu düşünüyoruz. Yapacağımız işin adını Müslüman olarak, Müslüman kalarak çağdaşlaşma koyuyoruz; yani İslam’ı Batı kültür ve medeniyetine adapte etmeyi değil, İslam’ı bugünün şartlarına göre yeniden ihya ya da inşa etmeyi kastediyorum. Bunun esasları bellidir ve bu esasların temelinde de dinin değişmezleri olacaktır.
Benim fikrim ihya ve inşadır. Biraz önce tasvir ettiğim o listeden hareketle benim fikrimi şöyle özetleyebiliriz: Tek medeniyet yoktur; birden fazla medeniyet vardır. İslam medeniyeti yaşayan ve yaşama kabiliyeti olan bir medeniyettir. Ama bu medeniyetin kendi ricali tarafından ihyaya ve inşaya ihtiyacı vardır. Biz onu ihya ve inşa için çalışmalıyız.
Bu ihya ve inşaya biz “tecdid” dersek bu tecdidi yapacak insanlar olacak. Dini ve dünyayı anlamış müceddidler, mütefekkir Müslümanlar olacak. Mesela İslam akaidi var. Bu akaidin esaslarına göre inanacağız. Fakat bu inanacağımız şeyleri insanlara hangi dille anlatacağımız ve hangi delilleri kullanacağımız meselesinde değişime açık bir alan görüyoruz. Birinci olarak anlatım dili değişebilir, ikinci olarak da kullanılan deliller değişebilir.
Yapacağımız işin adını Müslüman olarak, Müslüman kalarak çağdaşlaşma koyuyoruz. Yani İslam’ı Batı kültür ve medeniyetine adapte etmeyi değil, İslam’ı bugünün şartlarına göre yeniden ihya ya da inşa etmeyi kastediyorum.
-Bunu somut bir şekilde örneklendirmemiz mümkün mü?
-Ebu Mansur el-Maturidî kendi zamanındaki İslam’a zıt fikir cereyanlarına, inançlara, mezheplere ve itikatlara bakmış, onların düşünce tarzları ve mantıklarını incelemiş. İmanımızı, inancımızı ispat erken bu cereyanların antitezlerini nazar-ı itibare alarak, onların ileri sürdüklerine binaen deliller oluşturmuş.
Bugün de karşımızda yine İslam’a uymayan başka felsefeler var. O felsefelerin argümanları, mantıkları, düşünce tarzları var. Şimdi siz yine aynı İslam akaidini kullanıyorsunuz, bir değişiklik yapmıyorsunuz. Fakat bunu anlatırken bugünün insanının anlayacağı bir dil kullanıyorsunuz ve bugünkü İslam’a aykırı cereyanların iddialarını çürütücü bir argüman tablosu ortaya koyuyorsunuz. İşte bu bir tecdiddir; onu dil olarak yeniden inşadır.
-Maturidî de döneminin moderni veya müceddidi miydi?
-Evet. O da aynısını yapmıştır.
-Modern olmaktan kastınız tam olarak nedir?
-Şimdi siz bu ihya ve inşayı yapana muasır veya modern Müslüman diyebilirsiniz. Ama ben de kabul ediyorum ki modern kelimesi virüslü bir kelimedir. Lakin modern kelimesi öncelikle Batılı anlamıyla anlaşılabilir. Modern kelimesi modernizme geçişte bir basamak olabilir. İnsanlar modernden moderniste geçebilir. Yoksa benim anladığıma göre herkes moderndir. Modern olmayan insan yoktur çünkü modern hâlihazırdaki demektir. Kastettiğim modernlikle ilgili bir örnek vereyim: Bir Japon adasında 2. Dünya Harbi’nde bir asker kalıyor. 30-40 yıl geçtiğinde bu kişi hala savaşın devam ettiğini sanıyor. 40 yıl sonra oraya biri geliyor. Sonra anlıyor ki harp bitmiş, dünya değişmiş, şartlar değişmiş. Şimdi o adam 40 yıl geride kalmışsa işte o modern değildir. Yani moderne öncelikle bir değer yüklemek gerekmiyor. Ona bir vakıa, bir olgu olarak bakmak gerekiyor. Yani bugünde yaşıyorsanız modernim diyebilirsiniz. Israr da etmiyorum ama “modern” bu manada alındığında herkes moderndir.
Siz bu ihya ve inşayı yapana muasır veya modern Müslüman diyebilirsiniz. Ama ben de kabul ediyorum ki modern kelimesi virüslü bir kelimedir. Lakin modern kelimesi öncelikle Batılı anlamıyla anlaşılabilir. Modern kelimesi modernizme geçişte bir basamak olabilir.
Bazıları bu konuda çok karamsar, “ya hep ya hiç” noktasından bakıyorlar. İslam dünyasının bazı noktalarda zayıf, bazı noktalarda “geri” olduğunu görüyorlar. Kitaptaki İslam’a nispetle hayatımızdaki İslam’ın kusurlarını görüyorlar. Kıyamet, Mehdi, Hz İsa… Ancak bunlar gelirse durum düzelir diyorlar. Bu doğru değil.
Öte yandan körü körüne tek medeniyete inanan münevverler sayıca oldukça azalmıştır. Batı’ya eleştirel bakan insan sayısı artık hayranlıkla, takdirle bakan insan sayısının çok üstündedir İslam dünyasında.
Bizde, Mısır’da, Hindistan’da, Kuzey Afrika’da ve bir zaman sonra Güneydoğu Asya’da, 1917’den önce Rusya’da, Bugün Türk Cumhuriyetleri dediğimiz bölgelerde birçok mütefekkir ortaya çıkmış. Gerçekten baş döndürücü bir faaliyet var. Bu faaliyetler boşa gitmemiş. Türkiye’ye bakıyoruz, boşa gitmemiş, Yani bir zaman geldi Türkiye’de artık her şey bitti diye düşünenler oldu. Ama sonra arkadan bir zaman geldi, “hiçbir şey bitmemiş, ümitvâr olabiliriz, hatta Türkiye bütün İslam dünyasına örnek olabilir” denmeye başlandı.
-Peki, bu ihya ve inşayı modern zihnin metotlarına itibar etmeden nasıl gerçekleştirebiliriz?
-Başta bir taksimat yapalım. Birincisi hazırcılar. “Benimkini atarım öbürkünü alırım iş biter” şeklinde bakıyorlar meseleye. Bu atıp alma işinin çürüyen domatesi atıp manavdan yenisini almak kadar kolay olmadığı anlaşıldı. İkisi de karışık oluyor, bulaşık oluyor, hiçbir zaman amacına ulaşamıyorsun. İkincisi ise uyarlamacılar. Bu uyarlamacılık da bir “frenkenstein” yarattı. Beyni bir yerden, kalbi bir yerden, böbrekleri bir yerden alınmış bir ucube çıktı ortaya. Yani ne o oluyor ne diğeri. Bunun da çare olmadığı anlaşıldı.
Şimdi bunları anlatmaktan maksadım kültür ve medeniyetler birbirleriyle hiç alışveriş yapmazlar demek değil. Ben ne patlıcanım ne kabağım ne domatesim. Ben insanım. Vücudum, biyolojik ve fizyolojik varlığım onlardan çok farklı. Ama ben onları yiyorum, hazmediyorum, vücudum kullanıyor. Ama beni değiştirmiyor. Ben hiçbir zaman patlıcan yedim diye patlıcan olmuyorum. Burası çok önemli. Bu alışverişte, bu karşılıklı etkileşimde buna dikkat etmek gerekiyor. İşte ihya ve inşacılar –tabii ki onların da aralarında farklılıklar var- bu noktaya dikkat çekiyorlar.
Muhammed Esed Yolların Ayrılış Noktasında İslam kitabında “Müslümanları İslam yolunda tutacak olan şey sünnettir” der. İslam modernistleri de sünnetin yollarına bir engel teşkil ettiğini görünce onu toptan reddetmişler.
-Modernist yaklaşımla Kurân temelli hayat anlayışını öne süren çevrelerde Hz. Peygamber’in sünnetinin dindeki yeri bakımından bir bağlayıcılığının bulunmadığına dair fikirler, anlayışlar dile getirildi. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
-Modernizmin sünnetle ilgili tavrı menfi olmuştur. Bu da iki türlü zuhur ediyor. Birinci gruptakiler sünnet için “bu tamamen tarihî bir olaydır, o döneme mahsustur” diyerek sünneti tamamen ortadan kaldırıyorlar. İkinci gruptaki modernistler de “sünnet Kur’ân’da olanı teyit veya tekrar ediyorsa olur ama ona bir şey katıyorsa olmaz” dediler.
Bunları söylemelerinin sebebi de benim kanaatimce kültür ve medeniyet değişimine Kur’ân’dan fazla sünnetin engel olmasından kaynaklandı. Muhammed Esed Yolların Ayrılış Noktasında İslam kitabında “Müslümanları İslam yolunda tutacak olan şey sünnettir” der. İslam modernistleri de sünnetin yollarına bir engel teşkil ettiğini görünce onu toptan reddetmişler.
-Bu bir yıkım değil midir?
-Geçenlerde bir televizyon kanalında kandiller konuşulurken bir ilahiyat profesörü Miraç diye bir hadisenin olmadığını, bunun israiliyyat ve uydurma olduğunu iddia etti. Peki, ama neleri yıkıyorsun sen böyle yaparak? Senin o uydurma dediğin şey bütün hadis kitaplarının üzerinde ittifak ettiği –esasında, detaylarında değil- bir şey. Miraç dediğimiz olay İslam akaid ve kelam kitaplarına girmiş, bizim dinimizin yanında kültürümüzün ayrılmaz bir parçası olmuş, üzerine bir edebiyat inşa edilmiş. Bunu bir kalemde silip atıyorsun. Bir anda onları sıfıra indiriyorsun. Yahu böyle bir iddianın ilmi temeli olmalı. İsrailiyyattan alındıysa ispat et nasıl alındığını. Kimde varmış öyle bir miraç olayı? Diyelim ki başka bir dinde var. Peygamberimiz bunu nasıl öğrenmiş, kimden öğrenmiş? Bilim adına konuşuyorsan hani nerede belgen ve delilin? Din adına konuşuyorsan ne sakıncası var? Dine ne aykırılığı var Peygamberimiz’in bizim maddi dünyadaki ölçülerimizin dışında bir seyr-i sülük yapmasının? Cenab-ı Mevla ile arasında birtakım çok özel ilişkilerin cereyan etmiş olmasının dine ne aykırılığı var?