‘Proje İnsan Proje Hayat’ Düzeninde Dindar Kalabilmek

Teknolojik üretimle düzenlenen gündelik hayatın sonuçlarından biri de “artı zaman”, diğer bir ifadeyle “boş vakit” diyebiliriz. Bu konuda bir hadisi şerifte İbni Abbas (ra)’tan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sav): “İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” buyurmaktadır.

Boş zaman insan için artı değer olarak düşünülebilir ama nasıl kullanıldığı önemlidir. Gerçi modern kent düzenlenmesinde bu konu düşünülmüş ve organize edilmiştir ama önemli olan insanın dinine, imanına faydası olan bir iş, eylem olmasıdır. Müslüman için hayat, ahireti kazanmasını sağlayacak tek sermaye olduğu için çok dikkatli kullanmalı.

Tekno-Mikro Gündelik Hayatta Din

Dinin en önemli cüzü imandır ve insan için tek değerdir. İnsanın bütün eylemleri ve dinin tavsiyeleri de iman ve onu korumak, güçlendirmektir. Buradan meseleye baktığımızda mikro gündelik hayat insan-iman ilişkisini nasıl düzenler, düzenler mi, böyle bir derdi var mıdır veya imanla-teknolojik üretimlerin ne alakası var gibi sorular çoğaltılabilir. Her üretimi besleyen bir zihniyet vardır. O zihniyetle birlikte alet işler ve gündelik hayatta yerini alır.

Peki, tekno-kentte ibadet, ahlak nasıl düzenlenecek? Pandemi sürecinde ilk kapanan mekânlar okullar ve camiler oldu; insanlar adeta evde, bir ekran ardında gündelik hayatını yaşamaya çalıştı. Dolayısıyla Müslüman, birlikte yaşamaya mani kodlara muhalif, bunları önleyici imkânların var olduğu bir şehir düzeni, toplum hayatı inşa etmeli. Hadiste geçen “sağlık” kelimesi de önemli. Ekonomik çarkın içinde sürekli satma-daha çok kazanma ilişkisiyle hareket etmek de dini referanslara uygun bir hayata ulaştırmaz insanı. Çünkü bu kazanmayı sağlayacak sağlığa aykırı hibrit ürünler, kimyasallar vs. kullanılacağı için, kazancı dünyasını bile mamur etmez ki ahiretine hayrı dokunsun. Bu arada daha çok zekât veriyorum yaklaşımı da malı temizlemez. Çünkü bu yaklaşımda zekât malı temizleyen bir ibadet değil, adeta kirli parayı aklayan bir eyleme dönüştürülmektedir.

Dünyada biriktirme hastalığı olanlarla aç bırakılan insanlığı yan yana koyduğumuzda, hak yiyenin uğradığı zararı da görüyoruz. Burada yiyen kadar buna razı olan, bu düzenlemeye itiraz etmeyen de aynı potada değerlendirilmelidir ki zaten onlar da sağlıksız ürünlerin kıskacında bir hayat sürüyorlar.

Tekno-kent pazar ilişkisi de, insanın ihtiyaç fazlası ürün tedarikini mümkün kılmış ve normalleştirmiştir. İnsan, gerekli olup olmadığını sorgulamadan veya önemsemeden “beğendim, güzeldi aldım” duygulanımıyla hareket etmekte, kontrolden çıktığında da çöp evlerde yaşamaya mahkûm olmakta. İngiltere ve ABD’de nüfusun önemli bir kısmının bu sorunla uğraştığını hem TV hem de akademik yayınlardan öğreniyoruz. Dünyada biriktirme hastalığı olanlarla aç bırakılan insanlığı yan yana koyduğumuzda, hak yiyenin uğradığı zararı da görüyoruz. Burada yiyen kadar buna razı olan, bu düzenlemeye itiraz etmeyen de aynı potada değerlendirilmelidir ki zaten onlar da sağlıksız ürünlerin kıskacında bir hayat sürüyorlar. Hak sahiplerinden kaçırılmazsa biri biriktirip hasta olmaz, diğeri de aç kalmaz. Bir taraf ihtiyacı olmadığı halde durduramadığı satın alma eylemiyle hastalıklı bir beden ve mekâna mahkûm olurken, diğer taraf açlık sınırında bir hayatı devam ettirmek zorunda kalıyor.

İşte bu çemberden kurtulma yollarını hem zihinsel hem de fiili anlamda kurma, bulma becerisini, mücadelesini ortaya koymak olmalıdır günümüz insanının, Müslümanının eylemi. Yoksa hep birlikte tekno-kentin oyun sarmalında yuvarlanıp gidiyoruz zaten.