Dünyanın peşinde biteviye koşup dururken, her yıl tekrar tekrar gelerek ruhumuza nefes aldırır Ramazan. O gelince insan-ı kâmil olma yolunda üç temel şart olan az yemek, az uyumak ve az konuşmayı bir aylığına da olsa yaşamış oluruz. Belki de bu sebepledir müminin Ramazan’dan önceki haliyle sonraki halinin bir olmayacağı müjdesi.
Gökten yere bir lütuf olan Ramazan iklimi, yerin kalbi olan Mekke’nin ve insanlığın en kıymetlisini bağrında saklayan Medine’nin ruhuyla birleşince bir başka insan olur; iç dünyanızın genişliğine, kalbinizin rikkatine, ibadetlerden aldığınız hazza şaşırır, durur seyredersiniz mümin halinizi.
Ramazan’da umredeyseniz odağınız hiç dağılmaz, isteseniz de sınırları aşamazsınız. Ramazan umreleri oruçla hafifleyen ruhların Kâbe’yle yükselişidir. Açlığın kazanımı olan arınmanın, mukaddes beldelerin atmosferiyle hesapsız bir şekilde çoğaltılmasıdır. Hiyerarşiler kaybolmuş, tüm insan kardeşlerinizle bir olmuşsunuzdur. Açlığın bütün statüleri yok eden birleştiriciliği iftara yakın saatlerde yeryüzünün müminleriyle tamamen aynı kılar sizi. Korunmuş hayatlarınızda aynı kareye girmenizin neredeyse imkânsız olan her tür insanla aynı sofrada, aynı safta yan yana durursunuz. Renkleri, kokuları, dilleri, alışkanlıkları çeşit çeşit bu insanların her biri bir başka yanınızı terbiye eder. Nefsiniz baş eğer, kibriniz yer ile yeksan olur.
Efendimiz’in bir oruçluya iftar ettirenin oruçlunun sevabı kadar sevap kazanacağı müjdesinin tesiriyle olsa gerek, İslam dünyasında her coğrafya kendine mahsus iftar sofraları geleneği kurmuştur. Ama hangisi Mekke ve Medine’nin sofraları gibi ihtişamlıdır ki? İkindi namazından sonra serilmeye başlayan muşambalar yavaş yavaş donanır ama akşam ezanı okunduktan beş dakika sonra hepsi toplanır, temizlenir ve namaza durulur. Bu, milyonlarca kişilik, dünyanın en büyük, en lezzetli, üstelik bedava lokantasıdır. Bu, yemeklerin değil, yedirmek için insanların kapışıldığı bir sofradır.
Sadece orada yaşayanların değil, dünyanın her yerinden imkân bulanların bu milyonlara verilen iftarda küçük bir yere sofra açıp birkaç kişiyi doyurabilmek için yıl boyunca uğraştığı bir hayır yarışıdır. Alma değil verme yarışıdır bu. Mescidin civarında her yerin bir sahibi vardır ve her sofra sahibi kendine göre bir sofra hazırlar.
Eğer mescidin içindeyseniz iftar menünüz dukkalı (bir tür baharat karışımı) yoğurt, ekmek, zemzem, hurma ve çaydır. Fakat mescidin dışındaysanız aklınıza gelebilecek her şey ikram edilebilir size. Dünyanın her yerinden çeşit çeşit tatların her akşam bir diğeri düşer payınıza.
Mescidin içinde de dışında da kahve ve hurma ikramı sınırsızdır. Ve bütün bunlar beş dakika içinde olur biter. Böylece gerçekten acıkmışsanız her şeyin ne kadar lezzetli ve doymanın ne kadar basit olduğunu görürsünüz, yemek için yaşamanın anlamsızlığını bizzat yaşayarak tecrübe edersiniz.
Bedenlerin ihtiyacı karşılanmış, sıra ruhlara gelmiştir. Vakit namazlarının, teravihlerin, teheccüdlerin hiç acele etmeden suhuletle kılınışını, okunan Kur’ân’ın bir nehir gibi çağıl çağıl iliklerinize işlemesini bir kere yaşadınız mı başka yerdeki her Ramazan biraz boşuna geçiriliyor gibi gelir.