Aslen Nemr b. Kast kabilesine mensup bir Arap olan, Rumlar tarafından çocuk yaşta esir edilip bir süre onların yanında kaldığı için Suheyb-i Rûmî adıyla da tanınan Suheyb b. Sinan (ra), Irak topraklarında Musul şehri sınırlarına dahil bir beldede dünyaya geldi. Irak, İslâm öncesi dönemde İran’da kurulmuş bulunan Sasanî İmparatorluğu hâkimiyetinde olup, Suheyb’in babası Sinan da İran kralı (Kisra) tarafından aynı bölgede bulunan Übülle şehrinin idarecisi olarak tayin edilmiştir. Dolayısıyla Suheyb (ra) doğuştan soylu ve zengin bir aileye mensuptur.
Suheyb (ra)’in yaşadığı Irak toprakları genelde Sasanilerin kontrolünde kalmışsa da zaman zaman bu devlet ile siyasî rakibi durumundaki Bizans İmparatorluğu arasındaki hesaplaşmanın ana sahalarından biri olmuş, dolayısıyla sık sık iki taraf arasında el değiştirmelere maruz kalmıştır. Bu mücadeleden en çok Irak’ta yaşayan halklar mağdur olmuşlardı. İki büyük devlet arasındaki savaşlardan birinde Suriye’ye hâkim olan Rumlar, Irak topraklarına hücum ederek Suheyb (ra)’in babasının valilik yaptığı Übülle şehrine girmişler, burada işgal gerçekleştirmişler, ellerine geçirdiklerini de esir olarak yanlarında götürmüşlerdir. Suheyb (ra) de bu saldırıda Rum askerleri tarafından esir edilmiş, asil bir valinin oğlu iken köle pazarında satılan bir meta durumuna düşmüştür. Ailesi uzun süre onu aramışsa da izine rastlayamamıştır. Rumların elinde bir müddet kalan Suheyb (ra) daha sonra Kuzey Arabistan’da yaşayan Kelb kabilesinden bir Araba satıldı. Kelbli onu bir miktar hizmetinde tuttuktan sonra Mekke önderlerinden Benî Teym kabilesi reisi Abdullah b. Cüd’an’a sattı. Yeni sahibi de bir süre sonra onu azat ederek himayesi altına almıştır. Bu sebeple İslâm’ın ilk nazil olduğu yıllarında Suheyb-i Rûmî (ra) Mekke’dedir. Suheyb (ra), Hz. Peygamber’in davetine icabet eden ilk Müslümanlardır. Nitekim kaynaklarda onun İslam’ın ilk devresinde imanını açıklayan yedi kişiden dördüncüsü olduğuna dair rivayetler bulunur. Buna göre Suheyb (ra), Ammâr b. Yâsir (ra) ile birlikte Dâru’l-Erkam’da Hz. Peygamber’in huzuruna çıkmış ve burada Müslümanlığını açıklamıştır.
Hz. Peygamber, Suheyb b. Sinan’ın Müslüman olmasını şu sözleriyle değerlendirmiştir: “İlk Müslümanlar dörttür: Ben Arap milletinin ilk Müslümanıyım. Suheyb b. Sinan Rumların ilk Müslümanı, Selmân-ı Fârisî Farsların ilk Müslümanı, Bilâl de Habeşlilerin ilk Müslümanıdır.” Mekke müşrikleri, Hz. Peygamber’e ve onun çağrısına cevap veren Müslümanlara karşı alay ve hakaretten başlayıp öldürmeye varacak kadar her türlü psikolojik, ekonomik ve fizikî baskı ve işkence tatbik ediyorlardı. Bu tür faaliyetlerin önde geleni Ebû Cehîl’di. Kaynakların bildirdiğine göre o, Mekkelilerden herhangi birinin Müslüman olduğunu duyduğunda derhal yanına gider, şayet muhatabı şehrin önemli bir üyesi ise onu Muhammed (sav)’in dininden daha üstün olan babasının dinini terk etmekle suçlar, ardından da Mekke reisleri olarak onun şerefini düşürmekle tehdit ederdi. Müslüman olan kişi bir tüccar ise, ticarî faaliyetlerini engelleme ve sermayesini yok etmekle korkutmaya çalışırdı. İslâm’a giren kişi şayet köle, fakir ve korumasız bir kimse ise, ona karşı şiddet uygulardı. Müslüman olmaları sebebiyle neredeyse bütün iman edenler alay ve hakaretin yanında müşriklerin fiilî saldırılarına da maruz kalmışlardır. Mekke toplumunda en ağır fizikî işkenceye uğrayanlar ise, köleler ve himayesiz kişiler olmuştur. Onlar, özellikle hukuken bağlı oldukları (halifcâr) kabile yöneticileri tarafından hapsedilmişler, aç ve susuz bırakılmışlar, şiddetli dayağa maruz kalmışlar, hatta Mekke’nin sıcak kumları üzerine yatırılıp işkenceye uğratılmak suretiyle dinlerinden dönmeye zorlanmışlardır. Suheyb b. Sinan (ra), Mekke önderlerinden Abdullah b. Cüd'ân'ın âzatlı kölesi idi. O dönem Arap toplumunda azatlı köleler hiçbir zaman hürlerle eşit haklara sahip değillerdi. Bu sebeple onlar, hukuken hür olmalarına rağmen bağımsız hareket edemezler, mutlaka kendilerini himaye edecek kişilere ihtiyaç duyarlardı. Ancak Suheyb (ra) bir yabancıydı, üstelik yalnızdı, güçlü bir kabilesi ve çevresi de bulunmuyordu. Eski efendisi ise onu kendi haline bırakmıştı. Bu sebeple, hamisi bulunan Müslümanlara istediklerini yapamayan Mekke müşrikleri, kin ve düşmanlıklarını zayıf ve sahipsiz müminlere yönelttiler.
İlk Müslümanlar arasında bu tür baskı ve işkenceye en çok muhatap olanların başında Bilâl-i Habeşî (ra) ve Yâsir ailesi ve Suheyb-i Rûmî (ra) gelir. Suheyb (ra) karşı karşıya kaldığı bütün baskı ve işkencelere rağmen diğer Müslümanlarla birlikte dininde sebat etmiş ve Hz. Peygamber’i terk etmemiştir. Üstelik müşriklere direniş göstermiş, zaman zaman onların sözlü sataşmalarına cevap vermekten geri kalmamıştır. Nitekim bir gün Mekke çarşısında ilk Müslümanlardan Ammâr b. Yâsir (ra) ve Habbâb b. Eret (ra) ile birlikte yürürlerken müşriklerin; “Bakın Muhammed’in beraber olduğu kişiler!” şeklindeki alay ve küçümsemelerine şahit oldu. Karşılık olarak onlara şöyle bir cevap verdi: “Evet, biz Allah’ın Peygamberi Muhammed’le beraberiz. Onunla oturup kalkıyoruz. Biz Allah'ın Peygamberine iman ettik, ama siz inanmadınız. Biz onu tasdik ettik, siz ise yalanladınız. Unutmayın! Biz Müslüman olduğumuz için değersiz insanlar değiliz, siz de müşrik olduğunuz için bizden asla üstün değilsiniz.” Suheyb (ra)’den böyle bir cevap beklemeyen müşrikler çok kızdılar ve hep birlikte ona saldırdılar. Bayıltıncaya kadar dövdüler. Fakat Suheyb (ra) bu yapılanlara hiç aldırış etmemiş, müşrikleri her gördüğünde onlara cevap yetiştirmiştir. Suheyb (ra) Hz. Peygamber’den Mekke’den Medine’ye hicret izni çıkmasından sonra Medine’ye gitme hazırlıklarına başladı. Ancak müşrikler onun Mekke’den ayrılmasına izin vermediler: “Sen Mekke’ye bir köle olarak geldin. Fakirdin. Bizim sayemizde zengin oldun. Burada kazandığın serveti beraberinde götürmek istiyorsun. Buna razı olamayız. Seni bırakmayız” dediler. Suheyb (ra) bunun üzerine torbasından okları çıkararak “Siz hepiniz benim çok isabetli ok attığımı bilirsiniz. Bu okların tamamını üzerinize yağdırırım. Oklarım biterse kılıcımla müdafaada bulunurum. Kılıcım elimde, oklarım çantamda bulundukça hiçbirinizi yanıma yaklaştırmam” diye meydan okudu. Ardından da “Sizin asıl istediğiniz benim Mekke’de bulunan servetimdir. Buradan ilân ediyorum, ne kadar malım varsa hepsi sizin olsun. Yeter ki yolumdan çekilin.” Müşrikler bunu duyunca Suheyb (ra)’in mallarını yağmalamak üzere çekildiler ve yolunu açtılar. Böylece Suheyb (ra) dini, imanı uğrunda Mekke’deki bütün mal varlığını müşriklere terk etmiş oldu.
Suheyb b. Sinan (ra), hicret yoluna devam ederek kendisinden kısa süre önce Kuba’ya varmış bulunan Allah Rasûlü (sav)’ne kavuştu. Burada bulunan Müslümanlarla hasret giderdikten sonra, hicreti esnasında Mekkeliler ile aralarında gerçekleşen hadiseyi anlattı. Servetini Mekkelilere teslim etmek suretiyle onların ellerinden kurtulduğunu bildirdi. Bunun üzerine Allah Rasûlü (sav), onu; “Ey Ebû Yahya, sen bu alışverişten kârlı çıktın, ziyan etmedin.” sözüyle müjdeledi. Suheyb (r.a.) hicretten sonra bir süre Sa’d b. Heyseme (ra)’nin evinde misafir kaldı. Hz. Peygamber onu ashabdan Haris b. Samme (ra) ile din kardeşi yaptı.
Sahabiler arasında temiz mizacı, fazilet ve olgunluğu, hazırcevaplığı ve tatlı latifeleri temayüz eden Suheyb b. Sinan (ra), bilhassa yabancı ve sahipsiz insanlara merhameti ve misafirperverliği ile tanınmıştır. Kendisi ülkesinden uzakta gurbetin ne demek olduğunu bizzat yaşamış, bu sebeple aynı durumdaki insanların sıkıntılarını giderme adına özel gayret sarf etmiş, bilhassa, garip, yolcu ve yabancılar için malını israf derecesinde harcamıştır. Onun bu âdetini gören Hz. Ömer (ra) bir gün kendisine “Yâ Suheyb, sen çok yemek yediriyorsun. Malını israf ediyor sayılmaz mısın?” diye sorduğunda ondan şu cevabı almıştır: “Benim insanlara fazla yemek yedirmem Rasûl-i Ekrem (sav)’den işittiğim şu hadisten sonra artmıştır: 'Sizin en hayırlınız yemek yediren ve selâm verendir.' İşte benim fazla ikramda bulunmam bunun içindir.” Suheyb (ra) ashab arasında ok atmadaki ustalığı ile meşhurdur. Bu sebeple Bedir, Uhud ve Hendek başta olmak üzere bütün gazvelerde Hz. Peygamber ile birlikte bulunmuş ve bu muharebelerde pek çok yararlılık göstermiştir.
Onun, Hz. Peygamber’in vefatından sonra adının duyulduğu en önemli hadise ise Hz. Ömer (ra)’in şehit edilmesinden sonra kısa süreliğine Müslümanların imamlığına getirilmiş olmasıdır. Hz. Ömer (ra) ölüm döşeğinde iken halîfelik makamı için Hz. Peygamber’in cennet ehlinden saydığı altı sahâbîden teşekkül eden bir aday listesi belirlemişti. Bunlar Hz. Ali (ra), Hz. Osman (ra), Hz. Sa‘d b. Ebû Vakkâs (ra), Hz. Zübeyr b. Avvâm (ra), Hz. Talha b. Ubeydullah (ra) ve Hz. Abdurrahman b. Avf (ra) idi. Şûrâ üyelerinin tespit edilmesinin ardından seçimin organizasyonu Mikdad b. el-Esved (ra)’e verildi. Bu faaliyetin denetlemesini Ebû Talha el-Ensârî (ra) yapacaktı. Hz. Ömer(ra), seçim esnasında Müslümanların imamsız kalmaması için, namaz kıldırma görevini ise çok sevdiği ve itibar ettiği Suheyb-i Rûmî (ra)’ye devretti. Gerek Mekkeli, gerekse Medineli kabilelere mensup pek çok ashap büyüğü varken, bu mühim görevin Süheyb (ra)’e verilmesi, İslâm’da inananların eşit olduğu prensibinin açık bir şekilde işaretidir. Zira azatlı bir köle Müslümanlara imamlık yapmış ve resmen halifelik makamında bulunmuştur. Suheyb (ra) bu şekilde yeni halife Hz. Osman (ra) seçilinceye kadar üç günde olsa Müslümanların halifesi olma şerefine ulaşmıştır. Suheyb b. Sinan (ra) hem Hz. Osman (ra), hem de Hz. Ali (ra)’nin halifelikleri döneminde yaşamıştır. Hicretin 38. yılında (M. 658), 73 yaşında Medine’de vefat etmiş, Cennetü’l-Bakî kabristanına defnolunmuştur.