Sabır ve Teslimiyet

09 Kasım 2015

Ümmü Seleme’den (ra) nakledildiğine göre, Allah Rasûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Birinizin başına bir musibet geldiği zaman, ‘Biz Allah’a aidiz ve ona döneceğiz. Ey Allah’ım! Musibetimin ecrini senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et ve benim için onu daha hayırlısıyla değiştir’ desin.” (Ebu Davud, Cenâiz, 22)

Ümmü Seleme Validemiz, Allah Rasûlü’nün, “Kim bu şekilde dua ederse, Allah onun bu talebini yerine getirir” buyurduğunu naklettikten sonra şöyle devam eder: “(Eşim) Ebu Seleme vefat edince ben de böyle dua ettim. Sonra da kendi kendime ‘Ebu Seleme’den daha hayırlısı kim olabilir ki?’ dedim. Hâlbuki Allah ondan sonra, Rasûlullah ile evlenmemi nasip etti.”  (Muvatta, Cenaiz, 14)


İnsan, yaratılışı gereği sevgiyi, üzüntüyü, kederi, sevinci, felaketi, neşeyi birlikte yaşayabilen bir varlıktır. Hayatı boyunca sevincine vesile olan birçok olayla karşılaştığı gibi, üzülmesine yol açacak olaylarla da yüz yüze kalır. Diğer canlılar gibi o da fiziksel ve ruhsal sıkıntıların yanı sıra doğa olaylarından, diğer canlılardan veya hemcinslerinden gelecek tehlikelere muhataptır ve bunlara karşı tedbirli olmak zorundadır. İşte bu tehlike ve musibetlerle karşı karşıya kalan mümin, yıkılmadan ayakta durabilecek bir inanca ve dirence sahip olmalıdır. Çünkü o, yaşadığı dünyayı imar etmek, insanlığı ihya etmek ve ahiretini mamur etmekle yükümlüdür. Başına gelebilecek tehlikelere karşı elinden gelen bütün tedbirleri aldıktan sonra maruz kaldığı kaçınılmaz felaketlere önce sabır, sonra azim ve irade silahıyla mukabele edecektir. Onun lügatinde pes etmek değil, sabır ve tevekkül vardır. O, musibetlerin bir imtihan olduğunu Yüce Allah’ın hitabıyla öğrenmiştir. (Bakara, 155) Elde ettiği başarıların da karşılaştığı sıkıntı ve felaketlerin de bu imtihanın bir parçası olduğunun farkındadır. Yarattığı insanın zaaf noktalarını en iyi bilen Cenab-ı Hakk, insana bir zarar dokunduğunda kendisine yalvardığını, sonra ona bir nimet verdiğinde "Bu bana bilgim sayesinde verildi" dediğini, hâlbuki bunun bir imtihan olduğunu, fakat insanların çoğunun bunu bilmediklerini beyan etmektedir. (Zümer, 49)

Sevgili Peygamberimiz, müminle kâfirin mukayesesini yaptığı bir hadislerinde, bela karşısında mümini, rüzgârda eğilse bile yıkılıp kırılmayan yeşil ekine, kâfiri ise sert bir rüzgâr karşısında kırılan ya da kökünden devrilen bir ağaca benzetmiştir.

Mümin, bu sınavı başarıyla vermek ve Hz. Peygamber’in ifadesiyle, eğilse bile yıkılmamak zorundadır. Sevgili Peygamberimiz, müminle kâfirin mukayesesini yaptığı bir hadislerinde, bela karşısında mümini, rüzgârda eğilse bile yıkılıp kırılmayan yeşil ekine, kâfiri ise sert bir rüzgâr karşısında kırılan ya da kökünden devrilen bir ağaca benzetmiştir. (Buhari, Tevhid, 31)

Peygamber Efendimiz’in, İslam’a davet yolunda karşılaştığı güçlük ve sıkıntılara karşı gösterdiği sabır ve metanet, müminlerin musibetler konusunda nasıl bir tavır takınmaları gerektiğine güzel bir örnektir. Bilindiği gibi Mekke döneminde, müşriklerin amansız baskılarına, ekonomik ve sosyal ambargolarına, öldürme teşebbüslerine karşı bir avuç müminle sabredip direnen ve bu arada gerekli tedbirleri de alarak düşmanlarının hesaplarını boşa çıkaran Peygamberimiz, daha sonra muzaffer bir komutan olarak Mekke’ye girdiğinde, kendisine ve arkadaşlarına yapılanların intikamını almaya kalkışmamış, çektiği acıları, başkalarına acı çektirerek telafi etmemiştir. O, kendisini taşlayıp elini yüzünü kan içinde bırakanlara bile, bir yandan yüzündeki kanı silerken diğer yandan, “Ya Rabbi! Kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar” (İbn Mace, Fiten, 23) diyerek hayır duada bulunmuştur.

Hastalık ve ölüm gibi insanın başına gelebilecek doğal musibetler karşısında Hz. Peygamber’in takındığı tavır da bir yandan onun insani ve duygusal yönünü ortaya koyarken, diğer yandan böyle durumlarda izlenmesi gereken dengeli tutuma işaret etmektedir. Oğlu İbrahim’in ölümüne ağladığında kendisine şaşıranlara verdiği şu cevap bunu çok güzel ortaya koymaktadır: “Göz ağlar, kalp üzülür. Biz Rabbimiz’i gazaplandıracak bir söz söylemeyiz. Eğer ölüm, doğru söyleyen (Allah’ın) herkesi kapsayan bir va’di olmasaydı ve arkada kalan, önden gidene kavuşmayacak olsaydı Ey İbrahim, biz şu ankinden çok daha büyük bir üzüntü duyacaktık. Biz senin için çok hüzünlüyüz.” (İbn Mace, Cenâiz, 53)

“Sabır, musibetin ilk darbesinde (başa geldiği ilk anda) yapılan sabırdır.” (Buhari, Cenaiz, 31)

Peygamber Efendimiz, musibete maruz kalan müminleri teselli eder, bu meyanda sık sık hasta ziyaretine giderdi. Bir gün hasta bir bedeviyi ziyaretinde teselli kabilinden, “Zararı yok (aldırma). İnşallah hataların için temizleyici olur” deyince, hastalığının şiddetinden bunalan bedevi, “Temizler diyorsun ama hiç de öyle değil. Bilakis o, düşkün bir ihtiyarın üzerinde kaynayıp duran, kabirleri ziyaret ettiren bir hummadır” karşılığını verdi. Hastanın sıkıntılı durumunu gören Peygamberimiz, “Peki, öyle olsun” buyurdu. (Buhari, Merdâ 10)

Bir gün, kabir başında ağlamakta olan bir kadının yanına uğrayan Peygamber Efendimiz, “Allah’tan kork ve sabret” deyince, onu tanımayan kadın, “Git başımdan, sen benim musibetimi tatmadın” karşılığını verdi. Daha sonra O'nun Allah’ın elçisi olduğu kendisine hatırlatılınca büyük bir üzüntüyle kendisinden özür dileyen kadına Peygamberimiz, “Sabır, musibetin ilk darbesinde (başa geldiği ilk anda) yapılan sabırdır” (Buhari, Cenaiz, 31.) diyerek acının tazeliğini koruduğu anda gösterilecek sabrın önemine işaret etmiştir. Böylece Peygamberimiz bir yandan, sıkıntıya maruz kalmış kimseleri teselli edip onların acılarını paylaşmanın insani bir görev olduğunu hatırlatırken, diğer yandan o felaketi yaşayanların gösterebilecekleri doğal tepkilerin anlayışla karşılanması gerektiğini öğretmiştir.

Allah, sabredenlerin başlarına bir musibet geldiğinde “Biz Allah’a aidiz ve yine O’na döneceğiz” dediklerini haber vermektedir. Allah Rasûlü (sav) de bir hadislerinde, “Müminin işine şaşılır. Çünkü onun bütün işleri hayırdır ve bu sadece mümine özgüdür. Kendisine bir varlık (nimet) isabet ederse şükreder, bu onun için hayır olur, bir zarar isabet ederse sabreder, bu da onu için hayır olur” buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz, musibetler karşısında Cahiliye insanının takındığı yanlış tavır konusunda da ashabını uyarmıştır. Örneğin, kadınlardan biat alırken bir musibet karşısında yüzlerini dövüp tırmalamamaları, feryat figan etmemeleri, yakalarını bağırlarını yırtmamaları ve saçlarını başlarını yolup dağıtmamaları hususunda söz almıştır. (Ebu Davud, Cenâiz, 29)

O, bunun yerine Kur’ân-ı Kerîm’in emri olan sabrı ve Allah’a teslimiyeti tavsiye etmiştir. Çünkü Allah, sabredenlerin başlarına bir musibet geldiğinde “Biz Allah’a aidiz ve yine O’na döneceğiz” (innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn) (Bakara, 156.) dediklerini haber vermektedir. Allah Rasûlü (sav) de bir hadislerinde, “Müminin işine şaşılır. Çünkü onun bütün işleri hayırdır ve bu sadece mümine özgüdür. Kendisine bir varlık (nimet) isabet ederse şükreder, bu onun için hayır olur, bir zarar isabet ederse sabreder, bu da onu için hayır olur” (Müslim, Zühd ve Rekâik, 64) buyurarak, Allah’tan gelene şükür, sabır ve teslimiyetin müminin özelliği olduğunu vurgulamıştır.