Parçalanmışlık. Bir çerçeve bulamayış. Bir zeminde olamayış. Hücrelerin birbirine yabancılaşması. Organların birbirine dokunamayışı. Parmakların birbirini bulamayışı. Gözlerin yan yana duramayışı. Yerkürenin güneşten uzağa savrulması. Dalların gövdeye bağlı olmayışı. Uçların dağılışı. Ucun uç olduğunun anlaşılamaması, kök kök olduğunun…
Parçalanmışlık… Bir bütün olamayış. Bir yüzden yoksun olmak. Kimliği bilinememek. Sığmamak bir yere. İler tutar tarafı olmamak. Kopmuşluk. Lime lime olmuşluk. Bir yeri dolduramayış. Bakışlara aşinalık veremeyiş.
Parçalanmışlık. Kimseye huzur veremeyiş. Kimseden tebessüm alamayış. Kimseyi memnun edemeyiş. Kimseye el uzatamayış. Dehşet. Vahşet. Yabancılık. Zavallılık. Aşağılanmışlık. Değer kaybediş. Düşüş. Sessizce aşağılanış. Haline acıyış. Sadece acıyış… Aranmayış. Yokluğu fark edilmeyiş. Varlığı tuhaf bulunuş. Fazlalık görülüş. Çöpe atılası oluş.
Onlar; hakikati yok sayanlar, gerçeğin üzerini inatla örtenler… Parçalandılar. İnşikaka uğradılar. Düştü kimlikleri yüzlerinden. Işığın vurması yüzlerini aydınlatmaya yetmez oldu. Tenlerinde hayat dolaşması kâfi gelmedi kimlik sahibi olmalarına.
Onlar ki Söz'den yüz çevirdiler. Kendilerini değerli kılan iksiri döktüler. Cevherlerini açığa çıkaracak seslenişe küfrettiler. Değer yükleyen hitabın muhatabı olacakken, "sözden bize ne!" demeyi tercih ettiler. Kulak zarlarına kurşun döktüler. Yüreğin bileklerinden kavrayan o yumuşak dokunuşu, o göksel çekimi reddettiler. Vicdanları uyandırılacakken, açılmak üzereyken gözleri güneşe, geceyi ve koyu karanlığı seçtiler, karalığa kaçtılar. Her köşede beklenirlerken, meydanlara çağrılıyken, odalarda başköşeye davetliyken, önleri sıra sofralar hazırlanmışken, aç olduklarını inkâra yeltendiler, davetlere icabet etmediler, talihin eşiğine kadem basmadılar. Kir saydılar varlıklarını. Odağından çekildiler ışığın. Baharla buluşma yerine gelmediler. Ümit konmuştu isimleri ama kendilerini lüzumsuz, başıboş, anlamsız, işe yaramaz sandılar.
Parçalandılar; kendileriyle aldandılar. "Ben" deme ayrıcalığının ödünç verildiğini unuttular. Kendini "ben" diye bilmenin, kendine "ben" diyebilmenin, "sensiz olmaz!" diyen Rabbi aramak için verildiğini unutup, "ben"in albenisine takıldılar. Ayakları dolandı. Varlıklarını anlamlandıran Söz'ü duymadılar. Parçalandılar; kimliklerinin tespiti imkânsızlaştı. Mekânın yayılışını, zamanın akışını anlamlı bir bütün edecek "oku!"madan kaçındılar. Parçalandılar; yürek seslerini, vicdan sızılarını sildiler; yeryüzündeki oturuşlarını utanılası bir lüzumsuzluğa çevirdiler. Fazlalık oldular. Kirlenmekle kalmadılar, sade kir oldular… Parçalandılar. "Varınca haber verin!" diyen müşfik sese yönelmediler. Varlığın yüzünde bir yara diye göründüler. Hayatın tenine çıban olarak yapıştılar.
Söz'ün derdi Sadece insanı değerli kılmaktı. Sâd vuruşu böylece indi göğsüne varlığın. Sad-berk/bin ışık düştü nasibine insanın. Sad-pâre olmuş ilgilerini, bin parçaya bölünmüş alakalarını bir yere toplamak için Sâd yetişti. Bir damla bin kaygı olan insanı, bir dertte, yek gamda, tek çığlıkta buluşturmak için indi Sâd. Varlığın çeperlerine dağılmış hasretleri, kâinatın uzak köşelerine saçılmış ümitleri, sade Bir'i bilmenin altın sütununda toplamak içindir Sâd sarsışı. Sadrını açmak için varlığın. İnsanın körlüğüne mirsad/ ufuk sunmak için. Ayrılıkları ve sayrılıkları, yabancılıkları ve çatlakları onarmak üzere örülür Sâd heceleri.
Ne var ki dağıldı insan. Kendine zayi etti, ifsada uğrattı ruhunun huzurunu. Bozdu düzeni, koparttı bağlı tutulması gerekeni. Merhamet üzerinden kuracağı bağları yırtıp attı, aldandıkça kendine. İktidarına güvendi. Çokluğuna yaslandı. Alevlerini harladı yalnızlık ve yabanlık cehenneminin...
Sâd! Şahit ol ki bu Kur'ân sana değer katmak içindir, seni aziz kılmaya indi.
Kur'ân'ın ve kâinatın, iki kitabın ve bir de üçüncü kitabın, 'fıtrat'ın, çağrısına ısrarla kulak tıkayanların boş gururları, kof aldanışları işte bundan. Sade bu yüzden… Parçalanmışlıkları Sâd'a yüz çevirmelerinden. Kimliksizlikleri, zilletleri, yüzsüzlükleri, isimsizlikleri, yersizlikleri, yurtsuzlukları, bir yere sığmayışları, zemin bulamayışları, kendilerini "sözden anlar" sayarak, sonsuz değerli kılan Kur'ân'a, kâinata ve fıtrata sağırlıklarından. Dağılmaları, Söz'ün ipine tutunmayışlarından…
Sade bu yüzden hem acınası bir büyüklenme içindeler hem parçalanmışlar… Toplayamazlar kendilerini Söz'e tutunmadıkça. Yüz bulamazlar. Sâd'a sâdık olmadıkça. Kendilerini görecekleri, yüzlerini tanıyacakları aynaları çoktan kırmışlar… Sâd'a yar olmadıkça, bir teselli sedası duyamayacaklar.
Sâdık değiller özlerine ki, Söz'ün toparlanma çağrısını tuhaf bulmaktalar. Dağılmışlığa huy edinmişler ki, Söz'ün kalbine b/akmaktan ölesiye korkmaktalar.
"Çok ilahlar yerine bir Allah'a kul olmak ha; ne acayip bir çağrı bu!"
Ah, sizi gidi şaşkınlar, ah! Öyle şaşkınsınız ki, şaşkınlığınıza isim bulamıyorsunuz! Neye şaşıracağını şaşırmış şaşılası şaşkınlarsınız siz…
Hemen öne atılır liderleri: "Pes etmeyin ve ilahlarınıza sımsıkı sarılmaya devam edin: yapılacak tek şey budur!"
Sanki bir zarar verecekler Aziz Olan'a… Sanki hep ellerinde kalacak Vehhab'ın verdikleri. Sanki varlıktan bir parça çalacaklar da Var Eden'e kafa tutabilecekler… Heyhat!
Sana sözü indiren, seni varlığa lâyık gören Aziz ve Vehhab Rabbinin hazineleri onların yanında mı ki!
Var[lığ]ınca haber bekliyor senden Yaradan.