Şiirlerde Hâkî (topraktan gelen, toprağa ait olan) mahlasını kullanma başlayan Yahudi, yazdığı şiirlerle zamanla şöhreti İstanbul’un edebî meclislerinde de duyulmaya başladı. Şiir bilgisini ve şairliğini ilerletirken bir yandan da fen ilimleri tahsil etmeye çalışıyordu. Dönemin önde şairleri davet edildiği Şeyhülislam Bahâyî Efendi’nin huzurunda düzenlenen edebî meclislere Yahudi-Hâkî de davet edildi.
Yine bir gün Şeyhülislam Bahâyî Efendi’nin konağında düzenlenen edebî meclise şairler davet edilmişti. Osmanlıda yaşayan farklı topluluk kendi dinî kıyafeti içinde gezmesi kuralı gereği, şair Yahudi de kendi dinî kıyafetleri içerisinde bu meclise geldi. Şeyhülislam’ın kapı görevlisi (piyale) Yahudi kıyafetleri içerisinde bulunan şairi, şeyhülislamın meclisinin kapısından içeriye sokmadı. Hâkî Efendi, kendini ne kadar ifade ettiyse kapı görevlisi (piyale) bir türlü ikna olmadı. Bunun üzerine kapının dibine çöken Hâkî Efendi, bu durumu ihtiva eden bir şiir kaleme aldı. Bu gazeli şeyhülislama ulaştırması için oraya bırakıp, gönlü hayli mahzun olarak oradan ayrıldı. Bu şiir şudur;
Piyâle bezm-i yâre kesb içün nur-ı intisâb eyler
Güher-veş kim fürûğ-ı mihrden tâb-ı iktisâb eyler
(Kapıcı, yârin meclisine gelen nura yönelir. Güneşten kopan cevherler gibi ışığı elde eder.)
Değil benden nihân olmağla her gün kâni’ ol sehhâr
Mülâki olmayım seyrinde nâ-mahrûm-ı h’âb eyler
(O sihriyle beni kendine çeken meclisi, bana gizlerler. Orayı seyretmeye, beni oraya kavuşma rüyasından bile mahrum eyler)
Varınca südde-i devlet-me'âb-ı yâre derbânı
İlâhî mübtelâ-yı südde olsun sedd-i bâb eyler
(Yâ ilahi, o yârin yüce varınca kapıcı kapısının eşiğine mübtelaya (bana), kapıyı kapatır)
Şehlâ mi'mâr-ı vaslınla vücûdum kişverin yâb yâb
Firâkın korkarın aheste aheste harâb eyler
(Ey yüce şeh, benim vücudum senin iklimine, ülkene kavuşmakla imar olur. Senden ayrı kalmak beni yavaş yavaş harab eyler)
Şeref besdir bu Hâkî bendene pâ-bûsun etdikçe
Gözünü kebkeb-i na’lin devâ’ir-veş rikâb eyler
(Hâkî kuluna senin meclisinin kapısını öpmek şerefi yeter ki senin ayağının altında devreden yıldızlar gibi yüce makamını gözler)
Bu gazel Şeyhülislam Bahâyî Efendi eline ulaştığında olayı tetkik ettirmiş, şairin kapıdan içeriye alınmadığını öğrenince, şair Yahudi’ye bir adam göndererek kendisini meclise davet etti. Yahudi meclise geldiğinde kapıcının bu tavrından dolayı Şeyhülislam Bahâyî Efendi kendisinden özür dileyip, onun gönlünü almak için ihsan ve iltifatta bulundu. Müslümanların dinî önderi olan şeyhülislamın kendisine olan bu iltifatı, tabi ki mensup olduğu dinin peygamberinin sünnetinden kaynaklanmaktaydı. Bunu çok iyi bilen Yahudi, kendisine iltifat gösterenlerin huzurunda, İslam dinin yüce peygamberi Hz. Muhammed (sav)’e içindeki iman ateşini çuşa gelmesi ile yazdığı na’tı okudu.
Daha sonra çevresindekilerin de şahitliğinde Müslüman oldu. Çok sevdiği na’t yazdığı Peygamber’in ismini aldı. Bundan sonra artık Mehmed Hâkî Efendi diye anılmaya başladı. İman ettikten sonraki en büyük sorun Mekkeli Muhacirler gibi olmaktı. İman etmesiyle ailesi, akrabaları, eski yaşadığı mahalledekiler kendisini dışlamıştı. Yersiz, yurtsuz ve parasız kalan Mehmed Hâkî Efendi’ye Medineli Ensar gibi kucak açan Şeyhülislam Bahâyî Efendi ve devlet erkânı, İstanbul Gümrüğü’nden kendisine 50 akçe maaş bağlattı. İslamı daha rahat yaşayacağı İstanbul Gümrüğü’ne de yakın olan Sirkeci Hoca Paşa Mahallesi’ne taşındı. Arapçada ilimlerindeki bilgilerinin yanında İslami ilimlerde tahsil etti ve müderrislik icazeti aldı. Bir zamanlar bilgin bir hahamken, sonrasında bir İslami ilimler tedris eden müderris oldu. Zamanla İstanbul halkının saygı duyduğu Mehmed Hâkî Efendi, H. 1078/ 1667-1668 yılında fena âlemini terk ederek beka âlemine “terk-i alem-i haki” rıhlet etti.
(Ankara Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 872 numaralı Şiir Mecmua’sının içindeki Yahudi’nin na’tı)
Kaynakça: