Hz. Adem'in Meleklere Selam Vermesi: Hz. Adem, ilk yaratılan insan olması sebebiyle başka bir insanla selamlaşması mümkün değildir. Bu bakımdan ilk selamlaşması meleklerle olmuştur. Buna işaret eden hadis şöyledir: "Cenâb-ı Hak Adem'i yarattığı zaman; git şu oturan meleklere selam ver, selamını nasıl karşılayacaklarını dinle. Zira onların karşılığı senin ve evladının selamı olacaktır." buyurdu. Bunun üzerine, Hz. Adem, ‘es-Selamü aleyküm' dedi. Melekler de ‘es-Selamü aleyke ve rahmetullah' diye mukabelede bulundular..." (1)
Hadiste geçen "senin ve evladının selamı olacaktır" ifadesinden anlaşılacağı gibi selamın Hz. Adem zamanından İslamiyet'e kadar gelen ilahî dinlerde de mevcut olduğuna bir işarettir.
Cebrail'in Hz. Aişe'ye selam verdiğini Hz. Aişe'nin de iade ettiğini şu rivayetten öğrenmekteyiz: " Rasûlullah Aişe'ye: 'Cibril seni selamlıyor,' dedi. Aişe: 'Ve aleyhisselam ve rahmuteullah.' dedi." (2)
Hadislerden anlaşılacağı üzere selam insanlarla melekler arasında manevi bir rabıta kuran, aynı zamanda bu varlıkların insanlara dua etmelerine vesile olan mühim bir unsurdur.
Selamın Yayılması ve İnsani Münasebetlerde Oynadığı Rol:
Selam Müslümanlar arasında birleşip kaynaşmanın, sevgi ve saygının elde edilmesinde en başta gelen unsurlardan biridir. Müslümanların tanışmaları ve kendilerini başka din mensuplarından ayırmaları selam sayesinde olur. Selam nefsi tevazua alıştırdığı gibi, Müslümanların birbirleriyle küsüp alakayı kesmeyi ve ara bozmayı ortadan kaldırır. İnsan verdiği selamı hiçbir maddi menfaat gözetmeden, Allah için vermelidir. Onu yalnız eşine ve dostuna değil, gördüğü her Müslümana vermelidir. Aksi takdirde belirli sınırlar çizenler ve bu sınırlar dışında mütalaa ettiği insanlara selam vermekten imtina eden kimseler İslami prensiplere aykırı hareket etmiş olur. Çünkü Hz. Peygamber selamın yayılmasında sınırlar koymamış ve her Müslümana verilmesini istemiş, bunun için çeşitli vesilelerle selamın yayılmasını emretmiştir. Umame'den rivayet edilen hadisten bunu anlamaktayız: "Nebimiz bize selamı ifşa etmemizi emretti." denilmiştir. (3)
Müslüman bilmelidir ki selam lafzı Allah'ın isimlerinden birisidir. Bu hususu teyid eden İbn Mesud'dan nakledilen hadistir "Selam Allah'ın isimlerinden bir ismidir. Allah onu yeryüzüne vazetti, aranızda yayınız." (4) Öyleyse bir Müslümanın selam vermekten imtina etmesi Allah'ın ismini zikretmekten kaçınmış manasına gelecektir.
Selam, Müslümanların birbirini Allah için sevmelerine sebep olan bir faktör olduğuna göre, bu faktör zayıfladığı zaman Allah için olan sevgi azalır, yerini menfaate, çeşitli gaye ve sebeplere dayanan sevgi alır. Menfaatler yok olduğu zaman sevgi ortadan kalkar, yerini kin ve düşmanlığa bırakır. Hz. Peygamber insanın birbirini gerçekten nasıl sevebileceğini şöyle belirtmiştir: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Size bir şey göstereyim mi, onu yaptığınız takdirde birbirinizi seversiniz. Aranızda selamı ifşa ediniz." (5)
Selamda esas olan tanınan ve tanınmayan herkese verilmesidir. Yalnız tanıdık kimselere verilirse, selamla elde edilmek istenen gayeye varılamaz. Bu husus hadiste şöyle beyan edilmiştir: "...Birisi ya Rasûlallah İslam'ın hangi ibadeti hayırlıdır?diye sordu. Rasûlullah: ‘Aça yemek yedirmen ve bildiğine, bilmediğine selam vermendir', diye cevap verdi." (6)
Selamı az veren, vermekten çekinen veya çeşitli düşüncelerle imtina eden kimse, selamın ruhunu, gayesini anlamamış demektir. Bunun için Hz. Peygamber selamı az vereni insanların en cimrisi olarak tavsif etmiş ve şöyle demiştir: "...insanların en cimrisi selamda cimrilik yapandır." (7) Hatta selamı yaymayan insanın imanının tamam olamayacağı da şu hadisle belirtilmiştir: "Üç şeyi her kim bir araya getirebilirse imanı da tamam toplamış olur. Nefsine karşı olsa da insafı elden bırakmamak, herkese selamı yaymak, fakir iken de infak etmek." (8)
Selamın yayılmasını teşvik eden hususlardan birisi de küs olan kimselerden ilk önce selam verenin hayırlı olacağının hadiste işaret edilmiştir: "Bir Müslüman için kardeşini üç günden fazla terk etmesi (küsmesi) helal değildir. İkisi karşılaştıkları zaman birisi bir tarafa, diğeri başta tarafa döner, bunlardan hayırlısı selama ilk başlayandır." (9)
Selamı yaymak isteyen kimse selamın faziletinden ve sevabından istifade etmesini bilmelidir. İstifade yolu hadiste şöyle açıklanmıştır: "Bir adam Hz. Peygamber'e gelip ‘es-Selamü aleyküm' dedi. Hz. Peygamber aynı şekilde mukabelede bulundu ve selam veren oturdu. Bunun üzerine Peygamber 'on sevap kazandı' buyurdu. Sonra başkası gelip 'es-Selamü aleyküm ve rahmetullah' dedi. Hz. Peygamber de aynı şekilde cevap verince selam veren oturdu ve Peygamber 'Yirmi sevap kazandı' buyurdu. Sonra bir adam gelerek 'es-Selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühu' dedi. Peygamber yine aynı şekilde cevap verince, selam veren oturdu. Rasûlullah 'Otuz sevap kazandı' dedi." (10)
Sahabe selamın faziletini ve sevabını çok iyi bildiği için, selam vermek üzere çarşı ve pazara çıkardı. Kalabalık bir yerde çok kimseyle karşılaşacaklarından dolayı, bu onlar için büyük bir fırsat olurdu.
Evlere Girerken Selam Verilmesi: Bir kimse kendi evine yani ailesinin yanına girdiği zaman selam vermelidir. Anne ve babasına selam vermemelidir şeklindeki kanaat yanlıştır. Şahıs kendi evinden başka birinin evine girdiği zaman, ev meskun olsun veya olmasın, selam vermelidir. Meskun eve girildiği veya çıkıldığı vakit, her iki halde de selam verileceği meskun olmayan eve girildiği vakit nasıl selam verileceği, Mücahid ve Katade'den gelen rivayette işaret edilmiştir: "Eve girdiğin zaman, evde kimse yoksa, ‘es-Selamü aleyna ve ala ibadillahissalihin', de. Zira melekler selamı sana iade eder."
Selam vermeden eve giren kimseyi Hz. Peygamber ikaz etmiştir. Gerçek manada iman eden kimselerin başkasının evine izinsiz ve selamsız giremeyeceğini "Ey iman edenler! Kendi ev ve odalarınızdan başka evlere sahipleriyle alışkanlık temin edip izin almadan ve selam vermeden girmeyin." (11) âyeti hülasa eder.
Hz. Peygamber'in Çocuklarla Selamlaşması: Hz. Peygamber çocuklarla selamlaşırdı. Bu suretle çocuklarla münasebet kurar ve onları okşar severdi. Bir gün Hz. Peygamber Ensarlılar'ı ziyaret ediyordu, Ensarlı çocuklar Peygamber'in etrafını çevirdiler. Peygamber onların başını okşadı ve selam verdi. Burada belirtilmesi gereken nokta çocukların selamı iade edip etmeyecekleridir. Eğer çocuklar akıl baliğ değillerse selamı iade etmek mecburiyetinde değillerdir. Yalnız bir çocuk akil baliğ olan kimseye selam verirse, o kimse çocuğun selamını iade etmesi gerekir.
Hz. Peygamber'in çocuklara selam verdiğine dair birkaç rivayeti burada nakledelim: "Enes bir kere çocukların yanına uğramış ve onlara selam verip, Nebî çocuklara böyle selam verirdi, demiştir.", "Ben Rasûlullah'la birlikte idim. Çocukların yanına uğradı ve onlara selam verdi." İçinde çocuklar bulunan bir topluluğa selam verildiğinde reşid olmayanların mukabele etmeleriyle topluluk reddi selam etmiş sayılmaz. Çocuklar erginlik çağına geldikleri zaman başkasının evine izinsiz ve selamsız giremeyecekleri öğretilmelidir. Bu İslami adabın esaslarından biridir. Allah-u Teâlâ bu hususta şöyle buyurmuştur: "Sizden olan çocuklarda, buluğa erdiklerinde kendilerinden önceki ağabeylerinin izin isteyişleri gibi izin istesinler." (12)
Ölülere Selam Verilmesi: Ölen insanlarla, münasebetin kesilmemesinde yine selamın rol oynamasının, konunun ehemmiyetini ortaya koyar.
Hz. Peygamber kabristana uğradığı zaman selam verdiğine dair İbn Abbas'tan rivayet edilen hadis işaret etmektedir: " Rasûlullah Medine kabirlerine uğradı ve onlara yüzünü dönerek: ‘es-Selamü aleyküm ey ehli kubur, Allah bizi ve sizi affetsin, siz bizim selefimizsiniz ve biz de sizin takipçileriz.'dedi."
Hz. Peygamber'e Salat-ü Selam Getirilmesi: Müslümanlar arasında selamlaşma nasıl bir vecibe ise, bütün kainatın Peygamberine salat-ü selam getirmek de daha büyük bir vecibedir.
Hz. Peygamber'e salat-ü selam getirmenin icabettiğine şu âyet-i kerime işaret eder: "Gerçekten Allah ve melekleri Peygamber'e salat ederler. Ey iman edenler! Sizde O'na salat edin ve gönülden teslim olun." (13) Kendisine salat-ü selam getirilmesini ve bunun kendisine ulaşacağı hadiste belirtilmiştir: "Evlerinizi kabir ve kabrimi bayram yeri yapmayınız, Bana salat-ü selam getiriniz. Zira sizin salat-ü selamınız nerede olursanız olunuz Bana ulaşır." (14)
Hz. Peygamber'e selam getirmenin üç anlamı vardır:
a) (Bütün afetlerden) selamet senin için olsun. Selamet senden ayrılmasın.
b) "Selam" kelimesi muvafakat, boyun eğme manasına gelir. Nitekim âyet-i kerime bu manayı açıklamaktadır: " Rabbin hakkı için, onlar aralarında çekiştikleri şeylerde Seni hakem yapıp sonra verdiğin hükümde nefisleri hiçbir darlık duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe, iman etmiş olmazlar." (15)
c) "Selam" kelimesi korumak, himayede bulundurmak, her türlü işine kefil olmak anlamına gelir. Bu anlamda olan "selam" kelimesi Allah'ın ismi olur. Hz. Peygamber'e salat-ü selam getirmek bir vecibe olduğuna göre, bu vazifeyi yerine getirmek için, nerelerde salat-ü selam getirilmesinin bilinmesi gereklidir. Bu yerleri genel olarak şu noktalarda toplayabiliriz: 1) Rasûlullah zikredildiğinde, 2) İsmi işitildiğinde, 3) İsmi yazıldığında, 4) Ezan ve kamet anında, 5) Mescide girerken, 6) Cenaze namazında, 7) Namazda oturuşlardaki teşehhüdden sonra, vs....
Bu ve buna benzer yerlerde Rasûlullah'ın ismi anıldığında salat-ü selam getirmeyen kimsenin durumu söyle belirtilmiştir: "Yanında anıldığım zaman Bana salat-ü selam getirmeyen cimri kimsedir." "Yanında anıldığımda Bana salat-ü selam getirmeyen adamın burnu (yerde) sürünsün...." (16)
1) Muhyiddin Nevevî, Riyazussâlihin, (terc. edenler: H. Hüsnü Erdem, Kıvamüddin Burslan), Ankara, 1954, II. 270.
2) A.g.e., II, 174.
3) Munyiddin Nevevî, el-Ezkâr, Beyrut, 1971, s. 217.
4) Zekiyüddin el-Munziri, et-Tergib ve´t Terhib, Beyrut, 1968, III, 428.
5) Sünen-i İbn Mace, II, 1217; Sünen-i Tirmizî, V, 52; Tergib ve´t Terhib, III, 424.
6) Sahih-i Buharî, VIII, 45.
7) Et-Tergib ve´t Terhib, III, 430.
8) Tecrid-i Sarih, (terc. edenler: A.Naim, K.Miras), Ankara, 1957, Diyanet İşleri Başkanlığı yay., I, 39.
9) Sahih-i Buharî, VIII, 45.
10) Riyazussalihin, II, 173; et-Tergib ve´t Terhib, III, 428; Sünen-i Tirmizî, V, 54.
11) Nur, 24/27
12) Nur, 24/59
13) Ahzab, 33/56.
14) Sünen-i Ebû Davud, II, 218.
15) Nisa, 4/65.
16) Sünen-i Tirmizî, II, 356.