Mekkelilerin Efendimiz'le olan mücadelelerinde Ebu Talib'in konumu hep caydırıcı bir unsur olmuş. Onun bir Mekke reisi olarak yeğeninin önünde dimdik durması nedeniyle Efendimiz'in hayatına el uzatamamışlar.
Ebu Talip Peygamberimiz’i sekiz yaşından sonra yetiştiren, büyüten, himaye eden amcası. Yeğenini çok seven Ebu Talip, kaynakların bildirdiğine göre son nefesine kadar Hz. Muhammed (sav) 'in peygamberliğine iman etmemiş, ölüm anında da "Kureyşli kadınların arkamdan 'Ebu Talip ölümden korktu da inandı' diyeceklerini bilmeseydim inanırdım" diyerek ilan etmiş inan(ma)masının nedenini.
İnanmadığı bir davayı güden yeğenine kendisini tehlikeye atacak kadar sahip çıkmasının nedeni ise kardeşinin bir emaneti olması yanı sıra, o sıralarda kırklı yaşlarının sonlarında olan Efendimiz’i bir insan olarak da çok sevmesi.
Bunlar bizim hayatımız için çok büyük dersler. Sevmek yetseydi Ebu Talib’e yeterdi. İman etmek, bir kişiyi sevmekten farklı olarak, bir tercihte bulunmanın sorumluluğunu üstlenmek demektir. “Ne derler?” diye korktu Ebu Talib. “Yaşlandı, ölümden korktuğu için iman etti, derler benim için” diye iman etmedi.
Çevremizdekilerin bizim hakkımızda ne diyeceğinden bu kadar korkmamızdır onlara bizim hayatımızı etkileme gücü veren. Bizim onların takdir ve tenkitlerine duyduğumuz bağımlılık, kendimize Allah'ın rızası yerine daima toplumsal beklentilere göre ayar verme çabamız onlara bizim hayatlarımıza müdahale gücü veriyor.
Peki, Ebu Talib'in toplumunu bu derece dikkate alan tutumuna karşılık Hazreti Peygamber’in tavrı ne olmuş? Kıymetli amcası Kureyş'in baskısına dayanamayıp “yeğenim, beni ve kendini düşün, bana kaldırmayacağım bir yük yükleme” dediğinde bu sözü amcasının himayesinin kaldıracağına yoruyor, gözleri yaşarıyor, kalbi hüzünle doluyor. Ama ne yakınlarına duyduğu sevgi ve şükran hissi ne de azgın bir topluluğun verdiği gözdağı O’nu Rabbinin yüklediği görevden vazgeçirebiliyor.