Sibel Eraslan: ''Hz. Hatice Aşkıyla Çölü Deniz Kıldı''

29 Kasım 2010

Son dönem edebiyatımızın güçlü kalemlerinden Sibel Eraslan’la Çöl-Deniz, Hz. Hatice adlı eseri üzerine kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik. İslam Tarihi ve siyerin erkek kahramanlar üzerinden didaktik bir üslupla anlatılageldiğinin altını çizen Eraslan,  eserinde lirik bir dil kullanarak alışılmış tarzın dışına çıktığını da dile getirdi.

 


-Neden böyle bir kitap yazma ihtiyacı duydunuz? 

-2002 yılında bir proje vardı: Kadın Oradaydı. 2004’te bu proje kitaplaştı. 12 kadın edebiyatçı Kur’ân-ı Kerim ve İslam Tarihinde atıf yapılan 12 kadını, edebî bir dille anlatmak için bir araya gelmişlerdi. Bu bana çok büyük bir heyecan verdi. Biz dinler tarihini, hep erkek kahramanlar üzerinden ve çoğu kez daha didaktik, araştırmacı ve bilimsel bir dil üzerinden okuyoruz. Edebiyat çalışması olarak biraz geride kalmıştı, böyle bir seçim yapılmamıştı o zamana kadar. Daha sonra ben Hz. Peygamber (sav) 'in bir hadisinden yola çıkarak dört annemizi edebî bağlamda kendi gündemime almaya karar verdim. 

Bir gün Peygamber Efendimiz elindeki hurma dalıyla toprağa dört uzun çizgi çizdi ve arkadaşlarına sordu “Bunlar nedir bilir misiniz?” diye. Arkadaşları da “Rasullullah (sav) daha iyi bilir” diye cevap verdiler. Efendimiz de cennet kadınlarının sultanı olan dört kadının ismini saydı: Müzahim kızı Asiye, İmran kızı Meryem, Huveylid kızı Hatice ve Muhammed (sav) kızı Fatıma… Ben ayrıca dört sayısını çok önemsiyorum çünkü dört sütunun üzerinde yükselir bütün muhteşem kubbeler. Yani biz mimari ve geometrik olarak alan ve hacim hususunu dört nokta üzerinden tahayyül ederiz. Bu dört annenin de omuzlarında taşıdığı bir dünya haritası var, yani kadınlık dünyasına, aslında insanlık haritasına dair bir harita. Doğrusunu isterseniz heyecan vericiydi çünkü bu konuda çok fazla çalışma yoktu. Hz. Fatıma Can Parçası isimli kitap yayınlandığında Hz. Fatıma ile ilgili yedinci Türkçe telif eserdi o mesela. Halbuki Hz. Fatıma Ehl-i Beyt'in annesi, Peygamber Efendimiz'in kızıdır; çok sevilen bir kişiliktir. Peki, edebiyatta niye yoktu? Aslında geleneksel edebiyatımızda bunun çok güzel örnekleri var. Mesela Fuzuli'nin Hadikatü's Süeda'sı benim için aşılamaz bir şaheserdir. Ama modern dönemde, özellikle Latin harflerine geçtikten sonraki edebiyatımız gelenekle bağını kopartmıştır. Bu dört kadını gündeme almamın arkasında gelenekle olan bağı yeniden kurma çabası da var. 

-Hz. Hatice'yi yazdığınızda bir nevi Peygamber Efendimiz'i de yazmış oluyorsunuz. Daha önceki bir röportajınızda “kırmızı çizginin ötesine geçmeme ve hürmet duyma” gibi bir ifadeniz var. Bu kitapta kırmızı çizginin ötesine geçtiğinizi düşünüyor musunuz?

-Çok zor bir alan aslında. Çünkü Peygamber Efendimiz'in kızı veya eşi veya Hz. İsa'nın annesi veya Hz. Musa'nın annesi gibi kadınları yazdığınız zaman aslında küçük bir siyer yolculuğu da yapıyorsunuz. Mesela kızının gözüyle bir baba-peygamber portresi karşımıza çıkar Hz. Fatıma ele alınırsa. Hz. Hatice içinse bir eş, bir yol arkadaşı olan peygamber portresi var. Tabii ki sevgi, merhamet, aşk, şefkat gibi hislerle çizilen portreler bunlar… Esma-i Hüsna'nın bütün isimlerinin bir tecellisi var Efendimiz'de. Hz. Hatice'nin gözlerinden o tecelligâhı resmedebilmek, renklendirebilmek bizim çabamız. Ömer Lekesiz’in ifadesiyle telvin… Yani yeniden kurmuyoruz bir şeyi, inşaattan değil gözün ve gönlün ışıması, pırıltının menbaını ona dair parlaklıklarla keşfetme ve yansıtma diyebilirim belki… Bizim yaptığımız “tezyin”dir. Âlemlere rahmet bir peygamberse söz konusu olan ve eşi de âlemlere rahmet o peygamberin emanet edildiği bir aşk mercii ise o da benzeri bir hürmete layıktır. O hürmet içerisinde yaklaşmak tabii bir basınç oluşturuyor edebiyatçının üzerinde. Yani kendinizi Müslüman olarak tanımlıyorsunuz, bir hürmetiniz var, o mukaddesatın farkındasınız, onun mesuliyeti altında titriyorsunuz. Ben hasta oldum o süreçte. Yazarken daha da zor elbette. Ve Efendimiz (sav) bir güneş gibi o anlatının ortasında. Yani siz Hz. Hatice'yi O'ndan ne kadar ayırıp da anlatabilirsiniz, sürekli kendisine çekiyor konuyu, bir mıknatıs gibi, kutuplar kutbu gibi güçlü bir çekim... 

-Kaynak sıkıntısı yaşadınız mı?

Şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim; gerek Hz. Hatice ile ilgili olsun gerek Hz. Fatıma ile ilgili olsun kaynak konusunda zorlandım. Yani kadın portreler hakkında çok detaylı bilgiler yok. Çünkü hadis yazıcılığını yahut tarih yazıcılığını daha çok erkekler yaptığı için dikkatlerini kadınlar dünyasına pek de teksif etmemişler. Ama mesela Hz. Aişe gibi bir annemiz sayesinde bizim aile hayatıyla ilgili bilgilerimiz var. Belki de Hz. Aişe annemizin aktarımları olmasaydı Efendimiz'in aile hayatıyla ilgili bu kadar bilgimiz de olmayacaktı. Ben kadınların, genç kızların ilahiyat tahsil etmesini de bu yüzden çok önemsiyorum. Yani bu akademik çalışmalar hep erkek dili ve kalemi üzerinden yapıldı. İnşallah yeni nesil kadın araştırmacılar, bizlerin ilahiyat bilgisini yeniden güncelleyeceklerdir. 

-Peki siz bu çalışmanızla o erkek-egemen bakışı kırıp nötr bir hale mi getirmek istediniz yoksa kadın bakışı daha mı ağır bastı?

-Şimdi bu çok büyük bir iddia olur tabii… Ama edebi performans olarak siyerin, şerhin civarında geziniyor diyebilirim Çöl-Deniz, Hz. Hatice için… Kıssa geleneği çerçevesinde kaleme aldığım “uzun hikâye”dir diyebilirim Çöl-Deniz, Hz.Hatice için. Benim edebiyat serüvenim, Hocam Mustafa Kutlu’nun edebiyat öğretisi üzerinden, yani tahkiye üzerinden seyreder. İnşa değil, hakikate ve gerçek olana odaklanan anlatı diyebilirim buna. Keza, geleneğin içerisindeki o devasa siyer örneklerinin yanında sizin çıkıp bu kadar yüzyıl aradan sonra, (veya son seksen yılı düşünelim; yani harf devriminden sonrasını) çok ciddi seküler soyutlamaları yaşamış Türkçe’nin üzerinden bir şeyler yazmaya çalışmanız elbette kolay değil. Türk Edebiyatı kendini, dilini, bakışını, zihnini, bakışını, moral değerlerini, son seksen yıllık aşımda, cidden dışlamış. Ve bu seküler dilin, seküler edebiyat kamu’sunun tüm bu sansürleri içerisinden seksen yıl sonra uyanıp gelenekle bir bağ kurmaya çabalarken zorlanıyorsunuz ister istemez. Dolayısıyla siyer çalışması demek iddialı olur ama mesela Siret-i Meryem ismini kullandık Hz. Meryem'in hayatında. Siret gibi bir kelimenin yeni edebiyatın dilinde tekrar edilmesini çok önemsiyorum. Çünkü gelenek tekrar etmektir. Tekrar ederek devam eden bir şeydir gelenek. Ve siret kelimesini de tekrar etmiş olmaktan, yeni edebiyata hatırlatmış, gündeme taşımış olmaktan dolayı tabii ki sevindik, Ömer Lekesiz’in teklifiydi siret ve şerh üzerinden yürümek… Temiz bir yol olduğunu düşünüyorum bunun ve alçakgönüllü, abartısız… 

-Yani kitabım siyer değil ama siyerin etrafında dolaşan bir uzun hikâye diyorsunuz.

-Edebiyat, adabtır, haddini bilmektir, hocalarımızdan böyle gördük. Edebiyatçı her şeyden evvel iyi insan olmalıdır, Kutlu böyle öğretti bize. Alçakgönüllü olmak, niyeti salih tutmak…  Evet, siyer değildir ama siyerin yörüngesindedir. 

-Kitapta daha çok “aşk” odaklı bir anlatı mevcut ama gelenekle de bağ kurmak istediğinizi söylediniz. Geleneksel anlatılarda bunlar mahrem sayılır ve pek yer verilmez. Bu konudaki tavrınız nedir?

-Tevafuken bugün sizle konuşmadan evvel Fatih Sultan Mehmet döneminden divan sahibi olan Zeynep Hatun'un divanından beyitler okuyarak geldim. Şiir gibi erkeksi bir alanda bundan 600 yıl evvel söz söyleyebilmek bir kadın için ne kadar zor. Ama Zeynep Hatun bunu başarmış. Tabii bizdeki aşk yeryüzündeki minör ritimlerden, gökyüzündeki majör ve aslında bitimsiz olana uzanan bir aşktır. Yeri göğe bağlayan bir gücü vardır mısraların, axis mundi’dir şiir bizde, hayat ağacı. Biz kâinata aşkla baktığımızda onu yaratan zata hürmete ve aşka dair bir yol buluruz mütemadiyen. Yani bir merdivendir, bir skaladır bizde aşk. O yüzden ben Hz. Hatice'nin Efendimiz'e duyduğu aşkın onu tasavvuf dünyasının da bir yıldızı, en parlak yıldızı haline getirdiğini düşünüyorum. Zaten onu Haticetü'l Kübra kılan da bu pırıl pırıl, bu fedakâr aşktır. Hz. Hatice neyi var neyi yoksa Peygamber Efendimiz'in yoluna sermiştir, Efendimiz'e sadakat, şefkat ve aşkta fenâ bulmuş, bu fenadan beka’ya ağmış bir yıldızdır… Hz. Hatice aşkıyla çölü deniz kılmış bir kadındır. 

Bugün seküler edebiyatta aşk dillere çok pelesenk oldu ve yorgun düşürüldü bu kelime. Ama sırf bu yüzden aşktan vazgeçemeyiz. Aşkın süflisi, kötüsü, sıradanı olmaz; aşk aşktır ve insanı yüceltir. Aşk, varoluşun özündedir, “kûn” kelimesinin sırrıdır, hakikatidir… 

-Kitabınızla ilgili en çok hangi konularda eleştiri aldınız?

-Tabii ki insanlar daha çok akademik dille Hz. Peygamber (sav) 'in hayatını okumaya alışıklar. Bizim bunu lirik bir dille anlatmamız alışkanlık bozucu, ezberin dışında bir tarz. Bir de tabii çok yakın hissediyorsunuz kendinizi. Yani Hz. Hatice bir hikâye kahramanı olunca o mukaddesattan bir eksilmeye mi yol açıyor, acaba elinizi mi değdiriyorsunuz yahut sınırı mı aşıyorsunuz? Bu beni yazarken de hasta eden bir soruydu. Kitaplaştıktan sonra da hala üzerine titrediğim bir soru. Ama mesela Peygamber Efendimiz (sav) ve Hz. Hatice ile ilgili kâfi bilgisi olmayan kimselerin merakını celbetmesi noktasında hizmet gördüğünü de düşünüyorum kitabın. Evet, yukarıda bahsettiğim gibi endişelerim var, o endişeleri ölünceye kadar da taşıyacağım; ama Cenab-ı Allah hayra hizmet etmeyi nasip etsin diye dua etmekten başka bir şey de gelmiyor elimden.

-Siz eserin “uzun hikâye” olduğunu söylediniz fakat kitabın kapağında “roman” diye not düşülmüş. Bu kitap bir roman mıdır yoksa Mustafa Kutlu'nun hikâyeciliğimizde örneklerini verdiği “uzun hikâye” tarzına mı yakın?

-Ben Mustafa Kutlu'nun talebesiyim. Ama bu işin bir de yayınevi tarafı var. Yayınevlerimiz bu tip eserlere yayım katalogları açısından profesyonel-endüstriyel nazariyeler üzerinden yaklaşıp tasniflere tabi tutuyorlar… Popüler veya reel kaygılar da olabilir tabii. Gerçi popüler kaygıyı da önemsiyorum ben, avami ama insani... Evet, bir sanatçı olarak popüler kaygının uzağında durabilirsiniz, yani ben okuyucuya ulaşması, kampanyalar gibi konuları bir yazar olarak bilemem. O konu, yayınevinin tasnifidir, onların hazırladığı bir sonuçtur. Tabii ki isterim kadınlar tarafından çok sıkı, başarılı romanlar kaleme alınsın. Ama ben Mustafa Kutlu'nun talebesiyim ve uzun hikâyeciyim. Kıssa geleneğini takip ediyorum. Kur'ân-ı Kerim'in edebi bağlamı hakkında da genel tahkiye tarzının “kıssa” olduğunu söyleyebilirim. Biz peygamberlerin hayatını yahut da bize dersler, hikmetler veren bütün olayları kıssalar üzerinden okuruz Kur'ân-ı Kerim'de. Dolayısıyla kıssa geleneğini bir Müslüman edebiyatçılar olarak ihya etmemiz gerekir diyorum. 


Kitabın Künyesi

Adı: Çöl / Deniz Hz. Hatice

Yazarı: Sibel Eraslan

Yayınevi: Timaş

Yayın Yılı: 2010

Sayfa Sayısı: 352