Şimdi Ne Yapacağız?

O gece sokaktaydık. Başlangıçta biraz ürkektik ne yalan söyleyeyim. Birkaç darbe görmüş, hiçbirinde böyle herkesin yollara düştüğüne şahit olmamıştık. Bir bakalım insan var mı, bir yerlere gidebiliyor muyuz diye ara sokaklardan ilerlerken güçlü bir hoparlör sesiyle irkildik. "Tamam" dedim; "Ara sokaklara bile gelmişler, çıkanları evlerine sokmak için hoparlörden konuşuyorlar." Meğer o hoparlör bir karpuz kamyonunun hoparlörüymüş ve herkesi dışarı çıkmaya davet ediyor, bedava taşıyacağını söylüyormuş. İlerledikçe önümüzden geçenlere, yan yana durduklarımıza, dua eden kadınlara, ağlayan yaşlılara, küfür eden sarhoşlara, hepsinden önemlisi "köprüye, köprüye" diye yürüyenlere baktım. Makarnacı diye küçümsenenler, göbeğini kaşıyan adam diye tahkir edilenler, hedonist gençlik diye hayıflandıklarımız, maganda diye yaftaladıklarımız… Hepsi oradaydılar. Profesörlerle işçiler, gencecik delikanlılarla bastonlu dedeler, askılı tişörtlülerle çarşaflı teyzeler yan yanaydılar. 15 Temmuz gecesi, milletin gönlünü kazananla, cebine ve evladına göz diktiklerinin dışında onu önemsemeyenlerin farkını millet çok güzel gösterdi.

Efendimiz’in ümmetin her bir ferdini nasıl önemsediğini, bir yandan yavaş yavaş onları eğitmeye çalışırken bir yandan da hiçbirini kendinden uzaklaştırmadan nasıl onları etrafında tuttuğunu tekrar hatırladım. Bütün nezaketine, duyarlılığına ve asaletine rağmen hiçbir Müslümanın, samimiyet içeren hiçbir davranışından incinmeyen Efendimiz’in ahlakını hatırladım. İnananları seven ve herkesin kendisini O’na en yakın hissetmesine sebep olacak ölçüde onlara sevgi gösteren Peygamber’in ahlakını…

Müşriklerin saldırı tehlikesinin olduğu gecelerden birinde Medine'de yüksek bir sesle herkesin evinden dışarı fırlayıp, karanlıkta korkuyla oraya buraya koşuşturduğu sırada korkusuzca çıplak atına atlayıp Medine'nin etrafını dolaşan ve gelip herkese sakin olmalarını, bir tehlike olmadığını söyleyen Peygamberim’in yolundan gittiğimiz sürece doğru yoldayız.

O’na ne kadar uyarsak o kadar doğru yoldayız. Bu milletin hiçbir evladını küçümsemeden, kendimizi onlardan ayrıcalıklı ve üstün görmeden, yüksek duvarların arkasına saklanmadan halktan biri olarak yaşadığımız sürece doğru yoldayız. Herkesle hemhal olabildiğimiz, herkes gibi göründüğümüz, herkesin konuşabildiği, sarılabildiği, dertleşebildiği biri olduğumuz sürece doğru yoldayız.

Duyduğu her haberi telaşla yaymayan, kaynağına bakan, teenni ile hareket eden, üzerine düşeni hakkıyla eda eden; can, mal, makam, mevki, evlat, ıyal kaygısı gütmeden vatanın bütün önceliklerin üstünde tartışılmaz tek öncelik olduğunu bildikçe doğru yoldayız. Bir vatan toprağı olmadığı zaman imanın ve dinin de olmayacağını bildiğimiz sürece doğru yoldayız.

Kimsenin projesinin bir parçası olmayacak kadar ilkelerimiz olduğu zaman doğru yoldayız. "Feyzimiz dağılır" diye kendimizi sadece bir kişinin kitaplarına ve vaazlarına mahkum etmediğimiz, ilim talibi olarak Allah ve Rasûlü (sav)’nün yoluna çağıran herkesten istifade ettiğimiz, "bir tek bizim yolumuz doğru" demediğimiz sürece doğru yoldayız.

Tavır ve duruşumuzu kontrol imkânı olmayan sırlı görüşmelere değil; herkese açık, kontrol edilebilir kaynaklara dayadığımız sürece doğru yoldayız. Çok ibadet etmenin, mistik ve karizmatik görünmenin hak yolda olmak anlamına gelmediğini; ama hak yolda olmanın da ibadetsiz, taatsız olmayacağını bildiğimiz sürece doğru yoldayız.

Kur'ân ve Sünnet dışında hiçbir referansı onların üstüne çıkarmadığımız, hiç kimseyi yanılmaz kabul etmediğimiz, Peygamber’den sonra gaybdan haber beklemediğimiz, kimseyi kutsallaştırmadığımız sürece doğru yoldayız.

Kıyametin koptuğunu görsek de sakince elimizdeki fidanı diktiğimiz, yaptığımız her işi Allah'ın gözleri önünde yaptığımızı bildiğimiz, kirli hesaplara bulaşmadan azıcık lokmayı tertemiz yemeyi en büyük nimet saydığımız sürece doğru yoldayız.

İçlerinde olmaktan şeref duyduğum sıradan insanlar! Kardeşlerim!

Şimdi yapacağımız en iyi şey, yaptığımız her ne ise onu en iyi şekilde yapmak, sonra da hiçbir başarıyı kendimizden bilmeden yeniden işe koyulmaktır.