25 Eylül 2009

KUR'ÂN-I KERİM

Lafız ve manasındaki yüksek belagat:

Kur'ân şiir olmadığı gibi, nesir de, baştan sona kadar kafiyeli seci' de değildir. O başlı başına eşine rastlanmayan ilahî bir metindir. Bu sebeple Araplar emsalini görmedikleri için onun karşısında aciz kalmışlar, aciz kalınca da Kur'ân'ın sihir olduğunu iddia etmekten başka bir yol bulamamışlardır.

Bugüne kadar gelen bütün şairler, edebiyatçılar, Kur'ân'ın nazmı ve manası karşısında aciz ve hayran kalmışlar, tek bir âyetin dahi benzerini söyleyememişlerdir. İcazı ve belagati insan sözüne benzemez. Tek kelimesi çıkarılsa veya bir kelime eklense, lafzındaki o mükemmelliğe ulaşılamaz. 

Kur'ân'ın icazının iki unsuru vardır, ikisi de vahye dayanır: Nazmı ve manası.

Kur'ân'ın mucize oluşunun en açık delili yüce belagatidir. Allah bu ilahî kitabında bütün zaman ve mekanları kuşatacak bir şekilde beyan ve fesahat erbabına meydan okumuş, hiç kimse bir cümlesinin benzerini söyleyememiştir. Deneyenler olmuşsa da hepsi aciz kalmıştır. Bu güne kadar aksi isbat edilmediği için bundan sonra olması da mümkün değildir.

(Bu hususta meydan okuyan âyetler Bakara, 23-24; İsra, 88; Hud, 13-14; Yunus, 38)

Meydan okumanın Arapçayı en güzel bir şekilde kullananlara yöneltilmesi dikkat çekicidir.

Hz. Muhammed (sav) ümmi idi.

Hiç kimseden bir şey okumamış, öğrenmemiş, hiç bir şey yazmamıştı. Buna rağmen ondan önce gelmiş peygamberlerin kıssaları, daha önceki ümmet ve kavimlere dair olayların gerçek olarak Kur'ân'da anlatılması bir mucizeden başka bir şey değildi.

Kureyşliler O'nun okur-yazar olmadığını biliyorlardı. Daha önceki kavim ve peygamberlere dair tarihi olaylar kıssa ve vakaları nereden öğrendi? Bu ancak ilahî vahyin ta kendisi idi.

"Ey Muhammed! (Bu Kur'ân Sana indirilmeden önce) Sen daha önce bir kitaptan okumuş ve sağ elinle de onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı batıla uyanlar şüpheye düşerlerdi."  (Ankebut ,48 )

Geçmiş Peygamber ve ümmetlere dair olayları anlatmakla yetinmemiş gelecekte olacak bir çok hususu da haber vermiştir. 

Bu olaylardan en önemlisi; Ateşe tapan Perslerin mağlup ettikleri Rumlar karşısında çok kısa zamanda mağlup olacaklarını ve Rum Devletinin galip geleceğini haber vermesidir ki, o gün için bu haberin çok uzak bir ihtimal olduğu söylenmiştir. Ama Allah'ın (cc) Kur'ân'da haber verdiği gibi olmuş, on sene geçmeden Rumlar Persleri mağlup etmiştir:

"Elif. Lâm. Mîm. Rumlar, yenildi. Arapların bulunduğu bölgeye en yakın bir yerde onlar, Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir."  (Rum, 1-5)

Allah Peygamberine Mekke'yi fethedeceğini müjdelemiştir.

 Rivayet edildiğine göre, Peygamber, Hudeybiye'ye çıkmadan önce rüyasında kendisinin ve ashabının emniyet içinde başlarını tıraş ederek Mekke'ye girdiklerini görmüş, bunu ashabına haber vermişti. Onlar da çok sevinmişlerdi. Nihayet sefere çıkıp, Hudeybiye'de alıkonulup döndükleri zaman bu durum onları çok üzmüştü. Bazı münafıklar da üstü kapalı konuşmalara başlamışlardı. Bunun üzerine fethin müyesser olacağı bildirilerek, bir sene önceki fetih (Hayber fethi) hatırlatılmıştır.

"Andolsun ki Allah, Elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi." (el-Feth, 27)

Arapların bilmediği bir çok dinî inanç, amel ve ahlaki hususları Kur'ân  beyan etmişti.

Araplar tevhid akidesi, meleklere, gayba, kıyamet  ve hesap  gününe, amellerin karşılığı olan cennet ve cehenneme iman etmenin gerektiğini bilmedikleri gibi, teşri ile ilgili hükümleri, helal ve haramı, insanın saadetini temin eden ahlaki kuralları, kardeşlik ve yardımlaşma ruhunu, birr ve takvayı, aile ve insanlara karşı görevleri de bilmiyorlardı. İnsan hayatı için çok önemli olan bu kuralları anlatan âyet-i kerimeleri Hz. Peygamber insanlara okuyarak tebliğ ediyordu. Kendisi Ümmi idi. Hukuk, sosyoloji, psikoloji  tahsil etmediği gibi,  felsefe, ahlak ve gayba dair de bir şeyin eğitimini almamıştı. O halde bu ilahî hazineden kendisine vahyedilen nübüvvetten başka bir şey değildi.

Kur'ân'ın bir çok âyetinde ilmî hakikatler açık olarak ifade edilmiştir.

 Kainat, gök, yer, yıldızlar, gezegenler, gece ve gündüzün oluşumu, insan yaratılışı ile ilgili cismani, akli ve ruhi safhalar, nebat, hayvan ve böceklerle ilgili beyan ve açıklamalarla, bulutlar yağmur, fırtınalar, dağlar, ağaçlar nehirler, denizler gibi kainatta mevcut olan her şeyin tafsilatlı açık ve net olarak anlatılması asrımızın ilim adamlarını dahi hayrette bırakmıştır. Kur'ân nazil olduğunda insanoğlu bunları bilmediği gibi, uzun zaman da anlayamamıştır. Ancak bu asrımızda ilmin çok gelişmesiyle Kur'ân'ın ifade ettiği bu hakikatler anlaşılmıştır.

Kur'ân'ın nüzulünden bu güne kadar on dört asır geçmesine rağmen ne naslarında ve ne de mana ve kast ettiği hususlarda hiçbir tenakuz, kusur ve bozulma görülmemiştir.

Kur'ân hem ifade bakımından, hem mana ve hüküm bakımından bir bütünlük arz etmektedir. İnsanların söylediği sözler, güzellik ve düzgünlük bakımından daima aynı olmaz. Yazan ve söyleyenin içinde bulunduğu hal ve şartlara göre değişir. Kur'ân'ın ifade ve üslubu ise baştan sona emsalsiz bir güzellik ve düzgünlük içindedir. Bu sözlerin ihtiva ettiği mana, hüküm ve haberler de, yaratılış öncesinden ebediyete kadar hemen her şeye temas ettiği halde tam bir tutarlılık, bütünlük, sıhhat ve uyum arz etmektedir. Yalnızca bunları düşünmek ve tesbit etmek bile, Kur'ân'ın insan eseri olmadığını, Allah'tan gelmiş bulunduğunu anlamaya yetecektir.

"Hala Kur'ân üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı." (Nisa 82)

Kur'ân'ın pek çok olan icaz yönleri, genel olarak şu iki kısımda toplanarak özetlenebilir:

1- Bütün insanları hedef alan icazı: Kur'ân'ın o zamana kadar duyulmayan, adı sanı bilinmeyen gaybî hakikatlerden haber vermesi ve bunların aynen çıkması, geçmiş ümmetlerden ve onların kıssalarından bahsetmesi, bütün devirlerde, her yerde ve her millete uygulanabilen genel ve eşsiz bir hukuk sistemi ortaya koyması mucizedir. Çünkü Hz. Muhammed (sav) ümmi idi, okuması yazması yoktu. O'nun herhangi bir alim ve mürşidden ders almadığı, hukuk ve kanun okumadığı tarihen sabittir. O halde, böyle ümmi bir zatın, Kur'ân-ı Kerim gibi, Arap belagat ve fesahatının zirvesinde olan ilahî hikmetlerle dolu eşsiz bir hukuk sistemini, kendi çabasıyla meydana getirebilmesi mümkün değildir. İşte Kur'ân-ı Kerim'in bu yöndeki icazını ve onun büyük bir mucize olduğunu aklı selim sahibi herkes rahatlıkla kavrayabilir.

2- Kur'ân-ı Kerim'in Araplara yönelik bulunan icazı: Bu Kur'ân'ın ilahî lafzının, eşsizliğidir. Kur'ân'ın hayret verici, insanı büyüleyen yüce bir belagatı ve eşsiz bir fesahatı vardır.

Eşsiz bir üslup, geniş ve engin bir mana hazinesi olan Kur'ân-ı Kerim, asırlardır tekrar tekrar meydan okuduğu halde, Arap edebiyatı, belagat ve fesahat üstadları bu güne kadar Kur'ân'ın bir benzerini yapmaktan aciz kalmışlardır.

Kur'ân hem ifade bakımından, hem mana ve hüküm bakımından bir bütünlük arz etmektedir. İnsanların söylediği sözler, güzellik ve düzgünlük bakımından daima aynı olmaz. Yazan ve söyleyenin içinde bulunduğu hal ve şartlara göre değişir. Kur'ân'ın ifade ve üslubu ise baştan sona emsalsiz bir güzellik ve düzgünlük içindedir.

AY'IN İKİ PARÇAYA BÖLÜNMESİ

Peygamber'in bu büyük hissî mucizesi de Kur'ân'la sabittir: ''Kıyamet saat(i) yaklaştı, ay (ikiye) bölündü (yarıldı)."  (Kamer,1)

Abdullah İbni Mesud (ra) rivayet ediyor: Rasûlullah  zamanında ay iki parçaya ayrıldı.

Bazı sahih hadislerde nakledildiğine göre; müşriklerden bir grup, bir mucize olarak, ayın iki kısma ayrılmasını, Hz. Muhammed (sav)'den istediler. Hz. Muhammed (sav) de, Rabbine yönelerek niyazda bulundu. Ay, Allah'ın kudret ve izniyle derhal ikiye ayrıldı; bir kısmı Hira dağı üzerinde, diğer kısmı ise, aşağıda ve tam karşısında görüldü.

MİRAÇ

Miraç, Peygamberimiz'in büyük mucizelerinden biridir. Kur'ân-ı Kerim'in İsra ve Necm sûrelerinde Peygamber'in mucizevi şekilde Mescid-i Aksâ'ya yaptığı gece yolculuğu ve Sidretü'l-Münteha'ya (Sidretü'l-Münteha: Yaratılmışların bilgilerinin tükendiği, ötesine geçemediği son sınır) yükselişi bildirilmektedir.

İsra sûresi'nin ilk âyetinde Allah, son Peygamber'in mucizevi yolculuğunu şöyle bildirmektedir:

"Bir kısım âyetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ'ya götüren O (Allah) Yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir." (İsra, 1)

Allah elçisi Mekke'den Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya götürülmüştür. İbn-i Kesir, Miraç olayıyla ilgili olarak sahabelerden en az yirmi beş kişinin rivayette bulunduğunu, hatta bu sayının kırk beşe kadar çıkabileceğini ifade etmiştir. Hadiste yer alan bilgilere göre Hz. Muhammed (sav), amcasının kızı Ümmühan bint Ebû Talib'in evinde yatarken, Cebrail, Peygamberimiz'e  görünmüş ve onu Burak adlı bineğe bindirerek Mescid-i Aksâ'ya götürmüştür. Miraç olayı da burada gerçekleşmiştir. Hadislerde Peygamberimiz'in Miraç esnasında gördükleriyle ilgili çok fazla detay bildirilmektedir.

Miraç konusuyla ilgili Kur'ân'da haber verilen bilgilerden biri de, Peygamber'in  Sidretü'l-Münteha'ya yükselmesidir:

"Andolsun, O'nu bir de diğer inişte görmüştü. Sidretü'l-Münteha'nın yanında. Ki Cennetü'l-Me'va onun yanındadır. Sidreyi örten örtmekte iken, göz kayıp şaşmadı ve (sınırı) aşmadı. Andolsun, O, Rabbinin en büyük âyetlerinden olanı gördü." (Necm, 13-18)

SON PEYGAMBER'İN KORUNMASI

Peygamberimiz de tüm diğer peygamberler gibi insanlara tebliğ ettiği gerçeklerden dolayı türlü eziyetlere, iftiralara maruz kalmış, alaycı tavırlarla karşılaşmıştır. Birbirinden farklı pek çok iftira ile itham edilmiş ve uzun yıllar iman etmeyenlerin baskısı ve ölüm tehdidi altında yaşamıştır.

Aleyhine kurulan bunca tuzağa ve hileye rağmen, son Peygamber Hz. Muhammed (sav)'in hiçbir zarar görmeden mücadelesine devam etmesi elbetteki O'nun en önemli mucizelerinden birisidir. ''Allah seni insanlardan koruyacaktır'' âyetiyle de bu vaad edilmiştir. (Maide, 67)

Allah her zaman O'nu korumuş ve Peygamberimiz tebliğ görevine sonuna kadar devam etmiştir.

Mucize niteliğindeki bu gerçek Kur'ân'da bildirildiği gibi, Peygamber'den  rivayet edilen hadislerde de yer almaktadır. (Mağarada müşriklerden korunması, inkar edenlerin O'nu öldürememeleri, savaşlarda İslam ordularının çok görünmesi gibi...)

PEYGAMBER'İN DUALARININ KABUL EDİLMESİ

Peygamber'in ashabına gösterdiği mucizeler çok fazladır. Bu mucizelerden biri de dualarının kabul olunmasıdır. Hadislerde bu konuyla ilgili olarak birçok haber verilmektedir. Bunlar arasında kıblenin değişmesi için yaptığı dua, yağmur duasının kabul edilmesi, sahabeden dua isteyenlere ettiği duaların kabulü zikredilebilir.

KAYNAKLARDA ZİKREDİLEN MUCİZELERDEN BAZILARI

- Hz. Muhammed (sav)'in Parmakları Arasından Suların Akması ve Çoğalması:

Abdullah b. Mesud (ra) rivayet ediyor: "Ondan görülen harika halleri biz bereket olarak telakki ederken siz O'nu korkutucu olarak görüyorsunuz. Bir seferde Rasûlullah ile beraberdik, suyumuz azaldı. "Bana az bir su bulun." dediler. İçinde çok az su bulunan bir kap buldular. Elini suyun içine koydu ve şöyle buyurdu: "Mübarek suya gelin, bereket Allah'tandır." Suyun Rasûl-i Ekrem'in parmakları arasından fışkırdığını gördüm." (Fethul-Bari, 3579)

- Cabir'in Yemeği:

Cabir b. Abdil­lah'tan (ra): ''Hendek kazılırken Rasûlullah ile beraber çalışıyorduk. Evde, semiz olmayan küçük bir oğlak vardı. Kendi kendime bunu Rasûlullah'a pişirsem dedim.

Hanıma hazırlık yap dedim: O da el değirmeniyle biraz arpa öğütüp ekmek pişirdi. Oğlağı da kestim, Rasûl-i Ekrem için pişirdik. Gündüz çalışır gece olunca evlerimize dönerdik. Akşam olup Rasûlullah hendeğin yanından ayrılmak isteyince O'na yaklaşarak, ''ey Allah'ın Elçisi bir oğlağımız vardı, onu sizin için kesip pişirdik. Biraz da arpa ekmeği ha­zırladık. Evimize buyurmanızı arzu ediyo­rum.'' dedim. O'nun yalnız gelme­sini istiyordum. ''Peki'' dedi ve birisine herkesin Cabir b. Abdillah'ın evine gelmesi için çağrıda bulunmasını emretti. Kendi kendime "İnna lillah ve innâ ileyhi raci'un" dedim.

Rasûlullah oradakilerle beraber evime gelip oturdular. Pişirdiğimiz oğlağı önüne koyduk. Bereketli olması için dua ettiler. Bismillah deyip yemeğe başladılar. Ashab da sıra ile yemeğe oturdular. Bir gurup yiyip doyduktan sonra kalkıp gidiyor, diğer bir gurup oturup doyuncaya kadar yiyordu. Öyle ki; hendekte çalışanların hepsi on­dan yiyip doydular.'' (Sahihi Buharî, 4/90, 5/138; Sahihi Müslim: 13/216)

Peygamber'in ashabına gösterdiği mucizeler çok fazladır. Bu mucizelerden biri de dualarının kabul olunmasıdır. Hadislerde bu konuyla ilgili olarak birçok haber verilmektedir. Bunlar arasında kıblenin değişmesi için yaptığı dua, yağmur duasının kabul edilmesi, sahabeden dua isteyenlere ettiği duaların kabulü zikredilebilir.

-Ümmü Süleym'in Küpü

Enes'in (ra) annesinden rivayeti: ''Bir koyunumuz vardı. Yağını toplayıp bir küpe koyuyordum. Nihayet küp doldu. Yanımda hizmetimi gören Zeyneb adındaki kıza küpü verdim, bunu Peygamber'e götür, katık olarak yesinler.'' dedim.

Kız küpü Peygamber'e götürür, küp boşaltılıp geri verilir. Kızcağız küpü eve getirir. Ümmü Süleym evde olmadığı için küpü duvarda çakılı bir kazığa asar. Ümmü Süleym eve dönünce, küpün asılı oldu­ğunu hatta yağla dolu olup, üstten taşarak damladığını gö­rür. Hizmetçi kıza ''ben sana bu küpü Rasûlullah'a götür dememiş miydim?'' deyince kız ''Ben küpü götürdüm, bana inanmıyorsan beraber Rasûlullah'a  gidelim.'' der.

Ümmü Süleym kızla beraber gider ve ''Ya Rasûlallah:  Ben bu kızla Sana yağ dolu bir küp göndermiştim.'' deyince Allah elçisi ''Evet, kız yağı getirdi.'' diye bu­yurur.

Ümmü Süleym'in ''Seni Hak din ve hidayetle Peygamber olarak gön­deren Allah'a yemin ederim küp ağzına kadar yağ do­ludur. Hatta üstten yağ damlamaktadır.'' sözü üzerine Rasûlullah ''Hayret mi ediyorsun? Allah Peygamberine yedirdiği gibi Sana da yedirir.'' (Sahihi Buharî, 4/251 - 5/62; Sahihi Müslim, 17/145; Müsned: 5/204)

Tarih boyunca insanlar, iman etmek için kendilerine gönderilen elçilerden mucizeler istemişlerdir. Allah da mucizelerle bazı peygamberlerini desteklemiş, çeşitli mucizeler vermiştir.

Son Peygamber Hz. Muhammed (sav)'in mucizeleri de Allah'ın yardımı ve lütfudur. Mucizeler iman edenlerin imanlarını güçlendiren ve inanmayanları da imana davet eden delillerdir.

BİBLİYOGRAFYA

Buharî, Meğazi

Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail b. İbrahim el-Buhari el-Cu'fi, Lübnan

Sahihu'l-Buharî, İstanbul, 1413 / 1992

Ebû Davud, Sünne

Ebû Davud Süleyman b. el-Eş'as, Sünenü Ebi Davud, İstanbul,  1413 / 1992

Ebû Nuaym, Hilye

Ebû Nuaym Ahmed b. Abdullah el-İsbahani, Hilyetü'l-evliya ve Tabakatu'l-asfiya, Beyrut 1405 / 1985,

İbn Kesir, Sire

Ebu'l-Fida İsmail b. Kesir, es-Siretü'n-Nebeviyye, Beyrut, 1411 / 1987

İbn Mace, Sünen

Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid , Sünenü İbn Mace, İstanbul, 1413 / 1992

İbn Hacer, İsabe

Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalani, el-İsabe fi Temyizi's-sahabe, Beyrut, 1415/1995

İbnu'l-Esir, el-Kamil

Mecduddin b. Muhammed b. Abdülkerim b. Abdülvahid eş-Şeybani İzzuddin İbnu'l-Esir el- Cezeri, el-Kamil fi't-tarih, Beyrut, 1400 /1980

İbnu'l-Esir, Üsdü'l-ğabe

İzzuddin İbnu'l-Esir Ali b. Muhammed el-Cezeri, Üsdü'l-ğabe fi Ma'rifeti's-Sahabe, Beyrut, 1409 / 1989

Müslim, Sahih

Sahihu Müslim, İstanbul, 1413 / 1992

Tirmizi, Sünen

Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre, Sünenü't-Tirmizi, İstanbul, 1413 / 1992