Vahyin ilk sarsıntılarında hiç kimse değilse de hemen yanına koştuğu kadın; O’nu dinledi, anladı ve tasdik etti. Hira dağındaki mağarada vahye ilk muhatap olduğunda, büyük hakikatle ilgili bilgilere açılmaya o kadar da hazır olmadığını hissetmiş olabilir. Kaynaklar; fecr karanlığında endişeli ve titreyerek, solgun bir renkle evine yöneldiğini kaydediyor. Aişe Abdurrahman Bintü’ş-Şatı, Taberî Tarihi’ne atıfla, Hatice’nin hücresinde güveneceği yere vardığını hissettiğini yazıyor, Fas Karaviyyin Üniversitesi, Kur’an Araştırmaları Profesörü olarak yaptığı çalışmada. [1]
Hatice’nin hücresine O’nu çeken; sahibinin sunduğu şefkat ve ihtimamın yanında, daha önceki yazılarımda da konu ettiğim, muhakeme yeteneğine sahip hayat arkadaşıyla paylaştığı söyleşilerle de ilgili bir güven olsa gerek.
Bütün bu olanları nasıl yorumlamak gerekir? Bir taraftan mucizenin içindeydi ama aynı zamanda pekala ciddi meselelerle karışan bir toplumsal gerçekliğin de ortasında... Maxime Rodinson, taşıdığı entelektüel kaygıların, çağdaşlarının gözünde onu “ciddi sorunlar”la uğraşmaktan aciz, zararsız bir idealist kimliğine sokmuş olmasının beklenebileceğini yazıyor. [2] Ölçülü, dengeli bir kişiliği olduğu halde toplumsal planda karşılaştığı yargılayıcı tavırların sebebi olsa olsa, eleştirmekten geri kalmadığı sorunlu ancak egemen kesimler açısından zaruri kabuller... Köleler, iş düzeni, faiz, kız çocuklarını değersizleştiren cinsiyetçi bir algı... Durmak bilmeyen öğrenme faaliyetiyle zihni yavaş yavaş ülkesinin ve çağının ufkunu aşmaya sürükleyecek olan bir istikamete yöneliyordu.
Vahiy deneyiminin ardından, bunun için donanımlı kişiliğine rağmen, muhatap olduğu ayetlerin mahiyetini kendi içinde tartışmayı hâlâ sürdürdüğü söylenebilir. “Bunu neticesiz bir düş olarak mı yorumluyorsun, yoksa bu olayda cinnet getirme durumu mu var” diye sordu Hatice’ye.
Hatice endişelerini anladı ve onu yatıştırdı: “Ey Ebu’l-Kasım!” dedi. “Allah bizi gözetir. Sevin, ey amcamın oğlu ve sakin ol! Hatice’nin canı, kudretinin ellerinde olan Yüce Rabbim’e yemin ederim ki ben senin bu ümmetin peygamberi olacağını umuyorum. Vallahi, Allah seni hiçbir zaman perişan ve rüsva etmez. Çünkü sen akrabayla ilgiyi devam ettirirsin, sözü doğru söylersin, biçarelerin yükünü yüklenirsin, misafiri ağırlar, Hakk yolundaki sıkıntıların giderilmesine yardımcı olursun.”
Bir başkası değil, dürüstlüğü ve muhakeme gücüyle tanınan Hatice’ydi kanaatini bildiren; inançlı, sakin, kendinden emin bir dille anlatıyordu: “Amcasının Oğlu” ne kahindi ne de cinnet geçiriyordu. Bunun için tanıklığını sürdürmeye ve getirdiği mesaja herkesten önce iman etmeye de hazırdı. Hem o sadece tanık değil, sırları ve tecrübeleri paylaşan ilk kişiydi. Muhammed (sav)’le arasında bir dil ve ifade kopukluğu olmadığı açık. O uyurken dosdoğru Cahiliye zamanında Hıristiyanlığı kabul etmiş âmâ bir bilge kişi olan amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’in evine koştu. Varaka ona neler anlattı, biliyoruz. Çok geçmeden el-Müdessir suresi ile doğrulandı Varaka’nın anlattıkları. Sevgili eşi, elçi olmaya layık bulunmuştu. Bunu ilk bilen, doğrulayan Hatice’ydi, Peygamber’in şu sorusuna muhatap olan da yine o: “Hatice, artık rahatlık ve uyku dönemi bitti. Cebrail bana insanları Allah’ın azabıyla uyarmak ve Allah’a ibadete çağırmak üzere vahiy getirdi. Kimi çağırayım? Kim bu çağrıya kulak verir?”
Çok açık ki sorulara muhatap olan kadın, peygamber eşi nezdinde danışılmaya layık bir yerde görülüyor. Kadın aklının seviyesini, niteliğini hafife alan bir toplumda yaşıyor Hatice, Zuhruf suresinde dile geldiği üzere. Toplumsal konum açısından şanslı ancak gördüğü saygı sadece bu şansla da açıklanamaz. Aristotales’in, Aquinas’ı da etkileyecek olan “kadın aklı” görüşünü hatırlayalım: “Kadınlar ‘nefsine hakim’ olarak tanımlanmaya uygun değildirler; değişken akıllı olduklarından ‘tereddüt’ içinde kalırlar ve kolaylıkla yönlendirilebilirler çünkü tutkuların peşinde sürüklenmeye meyillidirler.” [3] Kadınlara dönük benzeri yargıların Arap toplumlarını da pekala etkilemiş olacağı dikkate alınırsa hem Hatice’nin kişiliği hem de onun eş olarak Muhammed (sav)’le ilişkisinin niteliği, dönemler üstü bir örnekliğe sahip görünüyor.
Kadınsı olanın aşılması, Yunan bilgi kuramlarının ilk biçimleri içinde apaçık yer etmiş bir özellik olarak görülmez. Bununla birlikte saf `anlık`* tarafından aşıldığı varsayılan madde ile kadınsılık arasında kurulan örtük çağrışım, kadınsı olanın aşılmasının bilgiyle eşleştirilmesi şeklinde bir netice ortaya koyar. [4]
Peygamber’in etrafıyla ilişkilerinde Hatice’den daha ayrıcalıklı bir söyleşi arkadaşını göstermiyor bize kaynaklar. Akıllı kadın ikna olmuştu. 80 bin deve içeren servetini tebliğ yolunda harcamaya hazırdı. Vermek onun şanındandı. Hz. Muhammed (sav)’le evlenmeden önce de evi “Dar’ul Yetim”, “Dar’ul Ümit” olarak adlandırılıyordu onun.
Hatice, sevgili eşine tebliğe başlamadan önce Varaka’ya gitmesini tavsiye etti.
Varaka’yı ziyareti sırasında düşünceleri berraklaştı Muhammed (sav)’in. Zor görevi sanki doğduğu gün üstlenmiş gibiydi, bir taraftan da öylesine hazırdı tebliğe. Özel tecrübesinin bütün aşamaları ve ayrıntılarını Hatice ile paylaşmayı sürdürdü. İsabetli yorumları, temiz kalbi ve takvasıyla Hatice, Allah’ın kendisine Cebrail vasıtasıyla gönderdiği selamla onurlandırıldı. O, Elçi’nin cennette sazlardan örülmüş bir evde birlikte yaşayacağı kadındı.
Hüzün Yılı, Hatice’nin yitikliği temsilinde bir dönüm noktası gibidir İslami tebliğde. Yokluğunun oluşturduğu boşlukta yankılanan sesi, biat ve Hicret’le gelen bir sürece ivme kazandırıyor sanki. Tesadüfi olan bir şey yok: Hatice’nin sağlığında tebliğ için gerekli alt yapı tamamlanmıştı.
25 yıllık hayat, yol, fikir arkadaşı kimi rivayetlerde “Peygamber’in veziri” olarak tanımlanıyor: “Hatice’nin vefatından sonra Fahr-i Kainat (sav) üzerine musibetler arka arkaya gelmeye başladı. Hatice, O’nun için İslam yolunda çok sadakatli bir vezir idi.” [5] İbni İshak, siyerinde şöyle anlatıyor Hatice’yi: “Rasûlullah (sav) kendisini reddeden, yalanlayan, hoşlanmadığı bir şey duyduğunda, bu onu çok üzüyordu. Ancak, Rasûlullah (sav) Hatice’nin yanına geri dönünce, Allah (cc) O’nu feraha çıkarıyordu. Hatice, O’nu düşüncelerinde takviye ediyor, üzüntüsünü hafifletiyor, O’nu tasdik ediyor...” [6]
Bu önemli ve etkileyici örneğe karşılık kadınlara akli yeterlilik konusunda düşkün muamelesi yapan cinsiyetçi bir telakki onları aynı zamanda fitne-fesat kaynağı olarak tanımlarken Peygamberimiz’in sünnetini göz ardı etmekte tereddüde kapılmıyor.
“Sürgün akılla nereye kadar?” diye soruyor Atasoy Müftüoğlu bir konferansında. Müslüman kadınların hep ikincil konumda kaldıklarını çünkü tüm klasik metinlerde kadınların aşağılanıp horlandığını ve dışlandığını dile getiren Müftüoğlu bu ikincil konumdan kurtulmaya çalışan Müslüman kadınların feminist bir dile müracaat ettiklerini, bu durumda da en dindar insanlar tarafından bile “feminist” olarak yaftalandıklarını hatırlatıyor. Oysa Mücadele suresi varken dış kaynaklı bir etikete ihtiyaç duymaması gerekirdi Müslüman kadınların. Sure, “Hakkıyla İşiten, Hakkıyla Bilen”in kadınla erkeği aklen nasıl eşit bir seviyede muhatap aldığının örneklerinden sadece biri.
Ne vahiyde ne de sünnette kadın aklının hafife alındığını gösteren bir dayanaktan söz edilebilir. Peygamberimiz’in, etrafındaki kadınlarla ilişkileri üzerinden bu konuyu açmaya devam etmeyi umuyorum.
Sahi, şunları da söylüyor Müftüoğlu aynı konferansta: “Israrla yeni bir zihinsel içeriğe cesaret etmeliyiz. Geçmişte üretilenler tükendi, evvelki büyüklerimiz bugün karşılaştığımız sorunların cevaplarını bulamazlar; bu çözümleri biz üretmeliyiz. Alışkanlıklarımızı din haline getiriyoruz, mekanik ibadetin bize hiçbir şekilde katkısı olmayacak.” [7]
_____
*Anlık: Duyu ve iradeden ayrı olarak düşünülen bilme melekesi, anlama gücü.
Dipnotlar
1. Aişe Abdurrahman Bintü’ş-Şati, Rasûlullah’ın Annesi ve Hanımlar, sf. 41, Uysal Kitapevi, 1987.
2. Maxime Rodinson, Muhammed-Yeni bir dünyanın ve peygamberin doğuşu, sf. 82, Doruk Yayıncılık, Mart 2008.
3. Genevieve Lloyd, Erkek Akıl, sf. 60, Ayrıntı, 1996.
4. Llyold, age, sf. 38.
5. Bintü’ş-Şati, age, sf . 45.
6. İbni İshak, Siyer, sf 188, Akabe; 1988.
7. F. Kebire Gündüz Karaaslan, İzmit konuşması metni, 17 Ocak 2012, dunyabizim. com