Kapıların yüzünüze kapandığı, ruhunuzun daraldığı, iki elinizin iki yanınıza sarkıp kaldığı anlar oldu mu hiç? Dilerim hiç olmasın. Berbat bir duygudur. Berbat oluşu da aslında her şeyi akıl etmeyi, her düğümü çözmeyi üzerimize vazife addetmemizden ve daha da derinlerde kendimizi buna muktedir görmemizdendir. Kontrol isteğinin bu raddede güçlü olması korku, kaygı ve üzüntüyü de ta en baştan davet ediyor.
Biz hayatın sahibi değiliz. Kapıların sahibi değiliz. Yolumuz çıkmaza çıktıysa yapacağımız tek şey geri dönüp başka yol aramaktır.
Hazreti Peygamber’in insanları İslam'a, Allah'ın yoluna, davet ederken yaptığı da buydu. Kaç kişiyi davet etti hayatı boyunca, kaç çadıra girdi kendini tanıtmaya Rabbinin yoluna çağırmak için, kaç kez yüzüne kapandı kapılar?
Gerçeği inkâr edenlerin inatçılıkları karşısında onun da ruhu daralmış, "acaba ben mi anlatamıyorum" diye düşündüğü olmuş. Rabbinden gelen tesellilerle her seferinde kalkıp yeniden yola koyulmuş. (Zariyat 54)
Düşünelim bir, amcası Ebu Talib'te takılıp kalsaydı Peygamberimiz. Ya da babasında takılıp kalsaydı İbrahim (as). Veya oğlundan başkasını gözü görmeseydi Hazreti Nuh (as)'un. Tevhid yolunun nice başka yiğitleri olduğunu göremeseler, takılıp kaldıkları o kapının önünde bütün enerjilerini ve vakitlerini harcasalardı. Ama yapmadılar.
İşte bizim yapmamız gereken de bu: Bir kapı kapandıysa yüzümüze, o kapının önünde bekleyip durmamak.
Aşırı üzüntünün, kendini çıkmazda hissetmenin, elinin kolunun bağlanmasının sebebi kapının bir tane olduğunu sanmak, orada takılıp kalmaktır. Oysa sorunlar üzerinden atlamak içindir. Karşısında yıkılmak için değil. Aşırı korku, makul olanın fevkinde kaygı, helak eden üzüntü... Bunlar hep şeytandandır. (Al-i İmran 175)
Sanal âlemde dolaşıp duran, söyleyenini bilemediğim bir sözü aktarmanın tam sırası: “Bir derdin olduğunda 'Ey Allah’ım benim büyük bir derdim var' deme! Onun yerine de ki: Ey derdim benim büyük bir Allah’ım var” Söyleyenin yüreğine sağlık...