01 Şubat 2013

Hastalık olgusu ve canlı varlıkların hastalanma potansiyeli ne sahip olmaları yaratılışın bir gerçeğidir. Cenab-ı Hakk nasıl her canlıyı ölümlü kılmışsa, o canlıların başka canlı organizmaların etkisiyle hastalanma potansiyelini de var etmiştir. Yeryüzünde hastalık sebeplerinin tamamen yok edilme imkânı varsa, o zaman hiç hasta olmama ihtimalinden de bahsedilebilir. Ancak geçmiş tecrübeler ve yaşadığımız çağ dikkate alınırsa, günümüz dünyasında hastalık riskinin her zaman ve her yerde mevcut olduğu rahatlıkla söylenebilir. O halde yapılması gereken, hastalanmamak için gerekli tedbirleri almak, hastalanınca da en kısa sürede tedavisine başvurmaktır. İşte yorumunu yaptığımız hadis-i şerifte sevgili Peygamberimiz, yarası olan bir şahıs için tabip çağrılmasını istemekte, oradakilerin bunun faydalı olup olmayacağı konusundaki tereddütleri üzerine, hastalığı yaratan Allah'ın mutlaka şifasını da yarattığını bildirerek bu şifayı aramak için gerekli girişimlerin yapılmasını istemektedir. (Tirmizi, Tıb, 2)

Allah Rasûlü (sav), insan hayatının en ciddi konularından biri olan sağlığa özel bir önem verdiği için hem kendi sağlığı, hem de arkadaşlarının sağlığıyla yakından ilgilenmiş ve devrinin bütün tedavi yöntemlerine başvurarak gerekli ilaçları kullanmıştır. Sağlığa verdiği bu önem, hadis kitaplarının "tıp" ve "hastalık" bölümlerinde geniş biçimde yer alan tavsiye ve önerilerinden de açıkça anlaşılmaktadır. İçinde yaşadığı toplumun, hastalık ve tedavi yolları konusundaki tecrübe ve bilgi birikiminden istifade ederek, gerektiğinde kendisi uyguladığı gibi hasta olan arkadaşlarına da birçoğu koruyucu hekimlik, bir kısmı da tedavi edici hekimliğe ait çözüm önerileri sunmuştur. Örneğin, çeşitli rahatsızlıklarında defalarca kan aldırmış ve başkalarına da bunu tavsiye etmiştir. (Buhârî, Tıb, 11–12)

Bir defasında kan aldırırken yanına giren bir bedevi, ilk defa gördüğü bu olay karşısında korkmuş ve Hz. Peygamber'in, kan alana ücret vermesi üzerine de "Derini kesen bu adama ne diye para veriyorsun?" diyerek şaşkınlığını dile getirmesi üzerine, Allah Rasûlü de bu işlemin hacamat olduğunu ve bunun en iyi tedavi yöntemlerinden biri olduğunu bedeviye izah etmiştir. (İbn Sa'd, Tabakât, 1/444) Zaman zaman ateşte kızdırılmış demirle dağlama yöntemini kullanmış (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/138), bazen de bu uygulamadan fazla hoşlanmadığını ifade etmiştir. (Buhârî, Tıb, 15–17)

Hz. Peygamber'in temizliğin önemine işaret ettiği (Müslim, Taharet, 1) ve sık sık dişlerin misvaklanmasını tavsiye ettiği (Buhârî, Cum'a, 8) bilinen hususlardandır. Hastalıkların yayılmasını önlemek için veba gibi bulaşıcı hastalıklara maruz kalanların bulundukları yeri terk etmemelerini, başkalarının da onların yanına girmemelerini öğütlemiştir. (Buhârî, Tıp, 30)

Yiyecek-içecek kaplarının ağızlarının açık bırakılmamasını istemiş (Müslim, Eşribe, 96), insanların gelip geçtikleri yerlere ve durgun sulara def-i hacet yapılmamasını emretmiştir. (Müslim, Tahâre, 68)

İslam'ın geldiği dönemde Arabistan'da tabipliğiyle ün salmış insanlar vardı. Hz. Peygamber bunlara değer verdiği gibi, kendisinin ve ashabının sağlık sorunlarında onlardan yararlanmışlardır. Mesela, Hâris b. Kelede es-Sekafî (ö.50/670) bunlardan biriydi ve Allah Rasûlü, hasta olan Sa'd b. Ebî Râfi'a, ona başvurmasını tavsiye etmişti. (Ebû Davud, Tıb, 12.)

Bu tabiplerden birisi de Ebû Rimse et-Teymî (ö.49/669)’dir. Rivayete göre Ebû Rimse, kendisi gibi tabip olan babası ile beraber Hz. Peygamber'i ziyarete gelmişti. Babası, Hz. Peygamber'in sırtında güvercin yumurtası büyüklüğündeki et parçasını görünce, "Ben insanlar içinde en iyi tabibim, seni tedavi edeyim mi?" diye sormuş, Allah Rasûlü de "Hayır, onun tabibi onu yaratandır" (İbn Sa'd, Tabakât, 1/426) diyerek muhtemelen kendisine zararı olmayan bu ben'i aldırarak sağlığını riske atmak istememiştir.

Bugün kesin olarak teşhis ve tedavileri yapılabilen ve etkili ilaçları üretilmiş olan bu gibi hastalıkların tedavisinde "Hz. Peygamber, o zamanda şunları önermiş ve uygulamıştı" diyerek aynı yolu benimsemenin, onu örnek almakla bir ilgisinin olmadığı açıktır.

Yorumunu yaptığımız hadisten ve verilen örneklerden anlaşılacağı üzere hastalık ve tedavi konusunda Allah Rasûlü (sav)'nün tutum ve davranışı tamamen Kur'âni olduğu gibi, insan aklı ve tecrübesine de uygundur. Yani Hz. Peygamber, kendisinin ve arkadaşlarının maruz kaldıkları hastalıklar karşısında hiçbir tedbir almadan eli kolu bağlı bir şekilde oturmamış, mücerret sabır ve tevekkül tavsiyesinde bulunmamıştır. Bizim örnek almamız gereken nokta burasıdır.

Yani, Hz. Peygamber'in, bu konuda takip etmemiz gereken sünneti, o zamanki tedavi yöntemlerini birebir uygulamaktan çok, onun sağlık sorunları ve tedavisi konusunda takınmış olduğu tavırdır. O günkü tedavi yöntemlerinin bir kısmı bugün kullanılmayabilir, hatta kullanılması sakıncalı da olabilir. Örneğin, Hz. Peygamber hicretten kısa bir süre sonra difteri veya kızıl (zübha) hastalığına yakalanan Es'ad b. Zürâre'nin şişen boğazının dağlanmasını emretmiş, bir rivayete göre de bizzat kendisi iki kere dağlamıştır. Bu sırada Yahudilerin, "Eğer Muhammed gerçekten peygamberse arkadaşını iyileştirsin" demeleri üzerine Hz. Peygamber, "ona doğrudan fayda veya zarar veremeyeceğini" söyleyerek kendisinde insanüstü bir güç olmadığını belirtmek istemiştir. Nitekim Es'ad b. Zürâre kısa bir süre sonra bu hastalıktan vefat etmiştir. (İbn Sa'd, Tabakât, 3/610–611)

Bugün kesin olarak teşhis ve tedavileri yapılabilen ve etkili ilaçları üretilmiş olan bu gibi hastalıkların tedavisinde "Hz. Peygamber, o zamanda şunları önermiş ve uygulamıştı" diyerek aynı yolu benimsemenin, onu örnek almakla bir ilgisinin olmadığı açıktır. İbn Haldun'un dediği gibi, Hz. Peygamber bize tıbbı öğretmek için değil, dini öğretmek için gönderilmiştir. (İbn Haldun, Mukaddime, 494) O dinin içinde, insanların maddi-manevi dünyalarına faydalı olacak her türlü evrensel ilkeye yer vardır. İşte Hz. Peygamber'in tedavi ile ilgili ısrar ve tavsiyeleri de bu evrensel ilkelerden biridir.