Üç Planda Taif Dersleri

30 Nisan 2020
Alıştığımız davranış ve ritüeller bazen öylesine kemikleşiyor ki hapsediyor benliğimizi, dışarıda akıp giden hayata sağırlaşıyoruz. Kendini sürekli mazur bilmenin zindanında ömür çürütmemek için yöneliyoruz kıbleye, insan olarak varlığımıza mesafeli bir açıdan bakabilmenin önemini öğreniyoruz sanat eserlerinden. Sadece hayat değil tarih de ancak sürekli bir okumayla yeni sorularımıza cevap sunacak şekilde başka açılardan gösteriyor sayfalarını.
 
İçinde bulunduğumuz Koronavirüs salgını dönemi sadece devletlere değil geniş kitlelere de şu gerçeği hatırlattı: Öncelikle silaha değil eğitime, ardından sağlık tesislerine ihtiyacımız var.
 
Biz Müslümanlar bu gerçekliği Peygamberimizin (sav) çıktığı seferlerde izlediği yöntemlerde fark ediyor olmalıyız. Gerek Tebük seferi gerekse Taif kuşatması sürecinde Peygamberimiz (sav) olabildiğince direnmiştir sıcak çatışmaya girmekten.
 
Peygamberimiz Tebük seferini Recep ayında başlattı ve Tebük’ten de Ramazan ayında döndü ordusuyla Medine'ye. Bu önemli taktik savaşının sonunda çeşitli kabileler İslam’ı kabullerini bildirmek için Medine’ye heyetler göndermeye başladılar. Taif’ten gelen Beni Sakîf Kabilesi’nin İslam’a girme talebi Peygamberimizin (sav) tebliğinin ilk on yıl boyunca bu şehirle ilişkisinin en zor sahnelerini akla getiriyor: Üzerine atılan taşlarla yaralanarak terk etmişti Taif’i hicretten iki yıl önce, 620 yılında, yanında kendisi gibi atılan taşların yaraladığı evlatlığı Zeyd’le.
 
Mekke ve Taif arasında rekabete dayalı çeşitli çekişmeler vardı, buna rağmen İslam’ın tebliğine engel olmak için dayanışma sergilemekten geri durmuyorlardı.
 
Kadim bir tarihi ve buna bağlı bir nüfuz alanı olan Taif’in entelektüel düzeyinin komşularına nüspetle daha yüksek olduğunu belirtiyor Hamidullah. Peygamberimizin (sav) sütannesi Halîmetü’s-Sa’diye Sakîfli veya Hevâzinliydi. Şehrin nüfusu Sakîfli ve yabancı müttefiklerinden oluşuyordu. Bu yabancı müttefikler arasında ise Mekkelilerin, Yahudilerin ve başka çeşitli kabilelerin seçkin temsilcileri bulunuyordu. Şehrin Arap nüfusu genellikle putperestti ve şehir tanrıça el-Lât’a ait ünlü bir tapınağın zemini olarak da bir öneme sahipti. Mekke ve Taif arasında rekabete dayalı çeşitli çekişmeler vardı, buna rağmen İslam’ın tebliğine engel olmak için dayanışma sergilemekten geri durmuyorlardı. Hendek Savaşında Sakîfliler Mekkelilerin yanında saf tutmuşlardı.
 
Mekke’nin fethinden üç gün sonra Peygamberimiz (sav) havalideki putları yıkmaları için ekipler oluşturmuştu. Hâlid bin Vêlid komutasındaki ekip Mekke ile Taif arasında yer alan Nahle’ye giderek burada kurulu ünlü el-‘Uzzâ putunu yıktı. Bunun üzerine Taifliler kendi putları el-Lât’ın da benzeri bir akibete maruz kalacağı endişesiyle telaşlanıp Müslümanlara karşı yeni bir örgütlenmenin arayışına düştüler.
 
Düşünce dolaşır, erdem örtbas edilemez, iyilik yorgun düşürülemez. Yenilgi ve zaferin somut bir mekanı ve zamanı olmadığını düşündürür Taif Seferi. İyilik üzere ve ilkelerinizden taviz vermediğiniz sürece başkalarına yenilgi görünen, esenlik ve umut adına gerçekleştirilmiş başarıdır.
 
Peygamberimizin (sav) Zeyd’le gerçekleştirdiği yolculuktan tam on yıl sonra Taif’in hâkim unsuru olan Sakîf Kabilesi Huneyn ve Evtas’ta İslam ordusu karşısında yenilgisini kabul etmek zorunda kaldı. Ancak mensuplarının kalelerine dönüp Müslümanlarla savaşmak için yeniden hazırlıklara başladıkları haberi yayıldı ardından. Bunun üzerine Müslümanlar Peygamberimizin (sav) öncülüğünde Taif’i kuşatma altına aldılar. Müslümanlar taş atmak için mancınıklardan yararlanıyor, düşman oklarından korunmak için de öküz derisiyle kaplanmış tekerlekli su rampaları kullanıyorlardı. Böylelikle şehrin surlarına iyice yaklaşıp bu surları temelinden yıkmayı amaçlıyorlardı. Kale içindekiler her türlü ihtiyaçlarını giderebilecek bir donanıma sahip olduğu için kuşatma bir türlü yarılamadı. Peygamberimiz (sav) kuşatmanın sürmesi yönündeki ısrarlara karşılık çeşitli istişarelerin ardından geri çekilmenin daha uygun olduğunu duyurdu orduya.
 
Taif’ten ayrılırken ordu içinden gelen Sakîf kabilesi mensuplarına beddua etmesi yönündeki talepleri kabul etmedi Peygamberimiz (sav), tersine, “Allah’ım! Sakîflilere doğru yolu göster! Onları bize getir.” diye dua etti.
 
Sahabeden kimileri geri çekilirken kendisinden Sakîf için beddua etmesini istediklerinde, “Allah onların aleyhine dua etmeme izin vermedi.” diye belirtti. Ancak savaşın başlaması yönündeki genel temayül sürdüğü için de ertesi sabah çarpışmaya hazır olmalarını bildirdi askerlere. Ne var ki ertesi sabah gerçekleşen çarpışmada Müslümanlar yine yaralar aldı. Buna karşılık Peygamberimizin (sav) düşmanın elinde bulunan kölelere yönelik olarak yaptığı, teslim olup İslam’ı kabul ettikleri takdirde özgürlüklerine kavuşacaklarına dair çağrı etkisini gösterdi. Bu köleler İslam’ı kabul ettikten sonra şehir içinde çatışma çıkarmak isteseler de Peygamberimiz onaylamadı bu çatışma isteğini. Taif’e sığınmış hevazinli lider Malik b. Avf da İslam ordugâhına geldiği takdirde aile mensuplarıyla birlikte özgürlüğünün bağışlanacağı, ayrıca yeni bir hayat kurması için destek de verileceği bildirildiğinde bu teklifi kabul ederek ordugâha geldi. Peygamberimiz (sav) kuşatma yarılamayınca Taiflilere, onlara ait olup da Müslümanların elinde bulunan bağ ve bahçelerle sulama tesislerini tahrip edeceğini duyurdu. Taifliler büyük bir telaşa kapıldılar, bağ ve bahçelerinin tahrip edilmesindense Müslümanlar tarafından harp ganimeti olarak alınmasını teklif ettiler. Bu teklif amaçladığı çözüme katkı sağlamaktan uzak olduğu için geri çekti duyurusunu Peygamberimiz (sav).
 
On dört Müslüman şehit oldu, süresi bazı kaynaklarda bir ay bazı kaynaklarda kırk gün olarak geçen  bu kuşatma sırasında. Peygamberimiz (sav) ordunun ertesi sabah Medine’ye döneceğini bildirdiğinde sevinçle karşılandı bu karar. Taif’ten ayrılırken ordu içinden gelen Sakîf kabilesi mensuplarına beddua etmesi yönündeki talepleri kabul etmedi Peygamberimiz (sav), tersine, “Allah’ım! Sakîflilere doğru yolu göster! Onları bize getir.” diye dua etti.
 
Dönüş yolunda Ci’râne’ye vardıklarında Peygamberimiz (sav) tutsaklar arasında bulunan ve sütkardeşi olduğunu söyleyen Şeyma isimli bir kadına büyük yakınlık gösterdi. Onunla konuştu ve  yanında kalabileceğini ama isterse de yurduna dönmesini sağlayacağını söyledi. Şeyma yurdunda kalmayı tercih ettiğini söyleyince de onu muhafızlar ve hediyelerle yurduna gönderdi. Cirane’deki bu konaklık sırasında Hevâzinli bir heyet süt kardeşi Şeyma ile akrabalıklarına göndermede bulunarak görüşme talebinde bulundu. Bu görüşmede heyet mensupları Huneyn günündeki tavırlarından dolayı pişmanlıklarını belirtip İslam’a girmek istediklerini belirttiler. Peygamberimiz (sav) onlara, Huneyn’de mal varlıklarını ganimet olarak dağıtmaksızın on gün beklettiğini hatırlatarak bir tercih yapmalarını istedi: Savaş esirleriyle ganimetlerden birini geri alabileceklerdi. Heyettekiler tabiatıyla savaş esirlerini tercih ettiler. Oysa savaş esirleri Müslüman savaşçılar arasında köle olarak taksim edilmişti. Peygamberimiz (sav) kendisi ev ve aile bireyleri adına köleleri serbest bıraktığını duyurunca, başta Hz. Ebubekir (ra) olmak üzere bütün savaşçılar onu izlediler.
  
Taifliler kuşatma kalktıktan sonra kendi içlerinde bir güven kargaşası yaşadılar. Çoğunluk putlara tapıyordu, aralarında Müslümanlar vardı ve İslam artık bölgenin güçlü, belirleyici, cazip bir gerçekliğiydi.  Beri taraftan liderleri Urve b. Mesud, Hz. Peygamberin (sav) kuşatmayı kaldırmasından çok etkilenmiş, böylelikle İslam’a yakınlık duymaya başlamıştı. Peygamberimiz (sav) daha Medine’ye ulaşmadan yetişerek yanına vardı ve İslamiyet’i kabul ettiğini bildirdi. Urve Peygamberimizin akrabasıydı, Hudeybiye Anlaşması sırasında yapıcı bir tutum sergilemişti ve itibarlı bir şahsiyetti, bu nedenlerle Peygamberimiz (sav) çok sevindi Urve’nin İslam’ı benimsemesine, ancak başına bir şey geleceği, hatta öldürülebileceği endişesiyle Taif’e dönmemesini söyledi. Buna rağmen Urve şehrinde çok sevildiği, hatırı olduğu gibi güven duyuran gerekçelerle dönmekte ısrar etti. Taif’e döndükten sonra kendisini ziyaret edenlere Müslüman olduğunu anlattı, İslam’ın önemini ortaya koyan bilgiler verdi. Ertesi gün evinin damında sabah ezanı okudu ve halkı İslam’a davet etti. Buna öfkelenen kesimler tarafından ok yağmuruna tutularak ağır bir şekilde yaralandı ne yazık ki. Akrabaları intikamını almak istediler ama buna izin vermedi, kendisini yaralayan şahsı affettiğini ve şehadet bağışını sevinçle kabul ettiğini dile getirdi.
 
Peygamberimiz (sav) Urve’nin şehadetini duyduğunda çok üzüldü. Onu, Yasin suresinde konu edilen kavmini uyarmak isterken onlar tarafından öldürülen “şehrin en uzak ucundan koşarak gelen” kişiye benzetti.
 
Sakîfliler namazla mükellef olmayı da istemiyordu. Bu talep üzerine Peygamberimiz (sav) “namazsız bir dinde hayır olmadığını” vurguladı.
 
Urve’nin şehadeti Sakîf üzerinde zihin açan bir etki uyandırmış olmalı. Dünya bildikleri, güvendikleri dünya değildi artık, değişiyordu. Taif’in eşrafının kulaklarını kapattığı İslam’ın dile getirdiği uyarı ve amaçların yerini tutmuyordu bildikleri söylemler. Arap kabilelerinin hemen hepsi Müslüman olmuştu hem. Böylelikle Sakîf, Peygamberimize (sav) aşiretlerinin hepsinden bir kişinin temsil edildiği bir heyet gönderdi. İslam’ı, Taif şehrinin kutsallığının kabulü, Müslümanların bazı sorumluluklarından muaf tutulma ve bazı cahiliye adetlerini sürdürme gibi şartlarla kabul etmek istiyorlardı. Lat putu üç sene kalıp sonra yıkılmalıydı; üç sene teklifi kabul görmeyince iki seneye, bir seneye ve nihayet bir aya indirildi süre ama Peygamberimiz (sav) putun hemen yıkılması gereği görüşünden taviz vermedi. Bu durumda putlarını kendi elleriyle yıkmak istemediğini dile getirdi Sakîf heyeti, Peygamberimiz (sav) bunun için adamlar göndereceğini belirtti. Sakîfliler namazla mükellef olmayı da istemiyordu. Bu talep üzerine Peygamberimiz (sav) “namazsız bir dinde hayır olmadığını” vurguladı. Taiflilerin fuhuş ve zina yasağından muaf olma talebini de şu sözlerle geri çevirdi: “İçinizden hanginiz hanımının, kız kardeşinin ya da kızının herhangi bir insan tarafından tecavüze uğramasını ister? Öyleyse diğer insanların da sizden kendi akrabalarına tecavüzde bulunmanızı istememelerini anlayışla karşılamanız gerekir.” Görüşme sırasında Taifliler alkollü içki kullanmakta serbest olmayı istediler ancak kayıtlarda Peygamberimizin (sav) bu konudaki ifadeleri yer almıyor. Bununla birlikte ileriki tarihlerde Taiflilere hitaben yazdırdığı bir mektupta mısır şurubundan yapılan Gubeyra içkisinin yasaklanması, Taiflilere içki konusunda da bir ayrıcalık tanınmadığını gösteriyor.
 
Taif şehrinin kutsallığını koruması için öne sürülen şartlarda, mesela ağaçların kesilmesi ve av hayvanlarının avlanmasının yasaklanmasına dönük talepte İslam’a aykırı bir yön bulunmadığı için Peygamberimiz (sav) onayladı bu şartı.
 
Sakîf heyeti yanlarında Peyamberimizin (sav) görevlendirdiği putlarını kıracak Ebu Süfyan ve Mugire b. Şube olduğu halde Taif’e döndü. Putların baltalarla kırıldığı sırada özellikle bu putlara adaklar adamış olan kadınlar ağlaya ağlaya saçlarını başlarını yolarak tepki gösterdiler. İslam’ı kabul etseler de hâlâ şirk inancının etkisi altındaydı his ve düşünceleri, yaşantıları.
 
Sakîf’in İslam’ı kabulü, Arap Yarımadası’nda şirk düzeninin egemenliği altında tek bir kabilenin kalmaması açısından önem taşır. Dağınık halde yaşayan küçük kabileler Müslümanlar için tehdit teşkil etmiyordu ve bu kabileler zaten Müslümanları tanıdıkça İslam’a yönelme eğilimi gösteriyorlardı. İbni İshak’ın siyerinde yer veriliyor bu sürece: Mekke’nin fethi, Tebük Savaşı ve ardından Sakîf’in İslam’ı kabulünün ardından yarımadanın dört bir tarafından Arap kabilelerini temsilen gelen heyetleri ağırlamaya başladı Medine’ye. Arapların umumu Kureyş’i, “Beyt-i Haram” ehli olma itibarıyla önder olarak görüyorlardı. Kureyş Peygamberimizle (sav) savaş hali içinde olduğu sürece kararsız kalanların yanı sıra Peygamberimizin tebliğ ettiği dini anlamaktan uzak duran müşrikler de Mekke’nin fethi ve Kureyş müşriklerinin İslam’ı kabulüyle İslam’ı kabul etmeye başladılar.
 
Muhammed Hamidullah, Peygamberimizin (sav) savaş yöntemleri konusunda ilerici olduğu gibi her zaman düşmanı kan dökmeden teslim almaya çalıştığını belirtiyor. İlk kez vahye muhatap olduğu 610 yılından itibaren 23 yıl boyunca, Peygamberimiz (sav) İslam’ın ikna edecek şekilde ifadesi esasında bir mücadele sürdürdü. Taif şehri halkına ve özellikle Sakîf kabilesine yönelik tebliğinin çeşitli aşamaları, ancak düşmanlık ve saldırıyla karşılaştığı durumlarda savaşa başvurduğunu ortaya koyuyor.