Yesrib'de Bahar

20 Nisan 2010

Vincenzo kendi ifadesiyle “İslâm dininin kökeni üzerine Batı romanının akıcılığını ve doğu bilgeliğinin içeriğini haiz bir hikaye” yazmak amacıyla yola çıkıyor.

Ahmad Vincenzo'nun Yesrib'de Bahar adlı kitabı okuyucuyu günümüzden İslâm'ın Medine dönemine doğru bir seyahate çıkarmayı amaçlıyor. Seyahat genel olarak Zeyd b. Sâbit'in rehberliğinde, onun penceresinden Siyer'i bir kez daha okuma imkânı veriyor. Vincenzo kendi ifadesiyle  "İslâm dininin kökeni üzerine Batı romanının akıcılığını ve doğu bilgeliğinin içeriğini haiz bir hikaye" yazmak amacıyla yola çıkıyor.  İbn İshâk, İbn Sa‘d, Buhârî, Taberî, Kâdı İyâz ve Nevevî gibi temel kaynaklar ve bu kaynaklara dayalı olarak Hz. Peygamber'in hayatını ele alan Leone Caetani, Martin Lings ve Muhammed Hamidullah gibi meşhur araştırmacıların eserleri üzerinden Medine dönemini bir roman üslubuyla anlatıyor. Bununla birlikte eseri yazarın kurguladığı "bir roman" olarak değerlendirmek doğru değildir. Esasen yazarın herhangi bir şekilde tarihî olaylara ve yaşanan gerçekliklere gölge düşürmemek adına roman üslûbundan yararlanmayı tercih ettiği anlaşılıyor. Temel kaynaklardan ve araştırmalardan hareketle tespit ettiği gerçek kişilikler ve olayları edebî bir anlatımla yoğurarak Medine dönemini okuyucunun zihninde daha kolay anlaşılır  bir hale getiriyor ve  kalıcı izler bırakmayı başarıyor. Bu haliyle Yesrib'de Bahar, temelde bir Siyer anlatımı olup günümüz okuyucusunu göz önünde bulundurarak rivayetleri anlamlı ve akıcı bir üslûpla örmek için edebî unsurlardan yararlanan bir eser olarak dikkat çekiyor.

Kitabın yazarı Ahmad Vincenzo 1961 yılında İtalya'nın Napoli şehrinde dünyaya geliyor ve 1990 yılında da İslâm'ı kabul ediyor. Halen Napoli II. Federico Üniversitesi'nde dersler veren Vincenzo'nun Yesrib'de Bahar adlı eserinde Batı kültür ortamında yetişmiş okuyucuların zihin dünyasına hitap edebilmek için azami dikkat gösterdiği gözlemleniyor. Eserde yazarın İslâm'ı seçmesiyle sonuçlanan süreç, diğer bir ifadeyle kendisinin bu konudaki şahsi tecrübesi İslâm'ın ilk döneminde gerek müşrik, gerek Hıristiyan ve gerekse Yahudi olsun, gerek ılımlı gerekse azılı muhalif olsun  İslâmiyeti kabul edip Hz. Peygamber'in çevresinde yer alma saadetine eren kutlu insanların bu süreçteki düşüncelerini ve  iç dünyalarını başarılı bir şekilde yansıtmasına yardımcı oluyor. Yazarın bazı hususların izahında İslâm tasavvuf geleneğindeki anlatımlardan yararlanması ise onun bu noktadaki birikimini ve eğilimini yansıtıyor. Vincenzo'nun bu eseri yazmaktaki temel amacının çoğu defa yanlış ve eksik bilgilenme veya tarihte kökleşmiş düşmanlıklar sebebiyle İslâm'a ve Müslümanlara önyargılı tutumunu sürdüren Batı dünyasının  daha mutedil ve insaflı bir yaklaşım sergilemesine zemin hazırlamak olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Önsözde bu amacını şöyle ifade ediyor: "Eğer sonunda Doğu ve Batı birbirine biraz daha yakınlaşırsa ve birbirlerini daha iyi tanıma arzusu, kuşkuyu ve korkuyu biraz da olsa bastırırsa, tüm çabalarımın karşılığını görmüş olarak kendimi mutlu addedeceğim".


Temel kaynaklardan ve araştırmalardan hareketle tespit ettiği gerçek kişilikler ve olayları edebî bir anlatımla yoğurarak Medine dönemini okuyucunun zihninde daha kolay anlaşılır bir hale getiriyor ve kalıcı izler bırakmayı başarıyor

Eserde dönemin olaylarını kendi penceresinden takip ettiğimiz Zeyd b. Sâbit İslâm'ın Mekke'de doğuşundan kısa bir süre sonra o zamanki adı Yesrib olan Medine'de dünyaya geliyor. Babası Sâbit, hicretten önce Evs ve Hazrec kabileleri arasında yaşanan ve geriye büyük acılar bırakan Buâs savaşında ölünce küçük yaşta yetim kalıyor. Bundan sonra annesi Nevvâr ve ağabeyi Yezid'le yaşamın zorluklarını aşmaya çalışıyor. Yaşı küçük olduğu için çok istemesine rağmen Bedir Gazvesi'ne katılamayan Zeyd bundan sonra Hz. Peygamber'e indirilen Kur'ân âyetlerini yazmakla görevlendirilen vahiy kâtipleri arasına alınıyor. Hz. Peygamber'in vefatından sonra Kur'ân'ı hem hafıza hem de yazı yoluyla en iyi bilenlerden biri olarak Hz. Ebû Bekir döneminde muhtelif malzemeler üzerindeki Kur'ân âyetlerini belirli bir tertibe göre bir araya getirmekle görevli mushaf  komisyonunun başkanlığını yapıyor. Hz. Osman döneminde Kur'ân'ın çoğaltılarak dönemin belli başlı merkezlerine gönderilmesi sürecinde de aynı görevi sürdürüyor. Zeyd b. Sâbit'in kutsal kitabımız Kur'ân-ı Kerim'in Peygamber Efendimiz'e indikten sonra hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze ulaşmasındaki rolü Yesrib'de Bahar'da yazar tarafından bir kez daha hatırlatılıyor ve akıllarımıza kazınıyor. Gerçekten Arap yazısının o günkü durumu ve yazı malzemesi açısından imkânları, daha doğrusu imkânsızlıkları dikkate alındığında bunun ne kadar büyük ve kutsal, ama bir o kadar da ne zor bir görev olduğu anlaşılıyor. Bu vb. noktalar dikkate alındığında Yesrib'de Bahar adıyla Türkçe'ye aktarılan eserin orijinal İtalyanca adının niçin "Gökten İnen Kitap" olduğunu anlamak kolaylaşıyor. Zeyd b. Sâbit işaret edilen  hizmetleri yanında âlim bir sahabî olarak, tarihe Fukahâ-i Seb‘a adıyla geçen ve dinî konularda her zaman başvuru kaynağı olan tâbiîn neslinden Medineli yedi âlimin yetişmesine katkıda bulunuyor ki, Vincenzo'nun eserinde henüz küçük bir çocuk olan oğlu Hârice b. Zeyd bunlar arasındadır.


Vincenzo'nun Yesrib'de Bahar'ı Akabe biatlarından Hicret'e, Bedir'den Uhud ve Hendek gazvelerine, Hudeybiye Antlaşması'ndan Mekke Fethi ve Veda Haccı'na kadar Hz. Peygamber'in Sîret'inden seçilmiş önemli sahneleri bir film şeridi gibi gözler önüne seriyor

Vincenzo'nun Yesrib'de Bahar'ı Akabe biatlarından Hicret'e, Bedir'den Uhud ve Hendek gazvelerine, Hudeybiye Antlaşması'ndan Mekke Fethi ve Veda Haccı'na kadar Hz. Peygamber'in Sîret'inden seçilmiş önemli sahneleri bir film şeridi gibi gözler önüne seriyor. Sahneler dönemin siyasî, dinî, sosyo-kültürel ve ekonomik hayatına dair edebî ve temelde gerçekçi anlatımlarla destekleniyor. Eserde İslâm öncesi Câhiliye döneminde yaşanan Buâs savaşı örneğinde kabileler arası savaşlar ve kan davalarının silinmez acıları, Menât putu örneğinde dönemin şirk anlayışı, Hz. Peygamber'in ve ashâb-ı kirâmın canları pahasına verdikleri tevhîd mücadelesi ve oluşturdukları örnek toplum modeli, Müslümanların yahudi, hıristiyan ve müşriklerle beşerî ilişkileri hakkında zengin anektodlara yer veriliyor. Bütün bu hareketli ve hemen her an korkudan ümide, üzüntüden sevince veya tersi istikamette değişmeye müsait canlılık içerisinde çeşitli olaylara bağlı olarak Allah tarafından Hz. Peygamber'e indirilen Kur'ân âyetleri zikredilmek suretiyle okuyucunun o dönemi adeta yaşamasına zemin hazırlanıyor. Vincenzo'nun bu eseriyle Siyer anlatımında Kur'ân ve Siyer'in birlikte okunmasının gerekliliği bir kez daha ortaya çıkıyor. Yazar eserini dönemin gündelik hayatı, çöl ve vaha şartları, göçebe ve yerleşiklerin birbirine bakışı, kabile asabiyetinin ferdî ve toplumsal yansımaları, dönemin insanını şekillendiren temel değer ve anlayışlar, aile hayatı, yaşanan ekonomik sıkıntılar gibi konulara dair örneklerle süsleyerek okuyucuya insan gerçeğini hatırlatıyor ve aynı zamanda hayatın içine çekiyor. Eserin bütün bu çeşitlilik ve gerçeklik yönüyle İslâm'ın doğuş yıllarına dair bir film senaryosuna oldukça zengin bir malzeme sunabileceğini de belirtmekte fayda vardır. Esasen Vincenzo'nun Zeyd b. Sâbit örneğiyle yaptığı gibi belli başlı sahabîleri merkeze alarak yazılacak olan eserlerin Siyer'i daha farklı ve daha geniş bir perspektifle yeniden okuyup anlamamıza yardımcı olacağında şüphe yoktur.              


Eserin çevirisi akıcı bir üslûp ve sade bir dille okuyucuya sunulmuş olup sürükleyici bir nitelik taşımaktadır. Sadece bazı özel isimlerin Türkçe transkripsiyonunda Arapça orijinalinin yerine İtalyanca transkripsiyonun etkisinde kalındığı anlaşılmaktadır

Feza Özemre ve Ahmed Yüksel Özemre tarafından Türkçe'ye çevrilen eser, günümüz İslâm tarihi otoritelerinden Prof. Dr. Mustafa Fayda hocamızın "Takriz"iyle 2007 yılında Ufuk Kitap yayınları arasından çıkmış. Eserin çevirisi akıcı bir üslûp ve sade bir dille okuyucuya sunulmuş olup sürükleyici bir nitelik taşımaktadır. Sadece bazı özel isimlerin Türkçe transkripsiyonunda Arapça orijinalinin yerine İtalyanca transkripsiyonun etkisinde kalındığı anlaşılmaktadır. Buna ilaveten gerek orijinalinden gerekse çeviriden kaynaklanan bazı küçük hatalar da mevcuttur. Bu bağlamda Esad ibn Zarûre (s. 19) yerine Esad ibn Zürâre, Muşallal (s. 30, 33, 55, 150 vs.) yerine Müşellel, İbn Hayyaban (s. 59) yerine İbnü'l- Heyyebân, Esselâmün aleyküm (s. 110) yerine Esselâmü aleyküm, Nahla (s. 128, 275) yerine Nahle, Husayn ismi ayrıca var olmakla birlikte Husayn (s. 142, 179) yerine birçok defa yazıldığı gibi Hüseyin (veya belki tersi sözkonusu olabilir. En azından aynı şahsın iki farklı şekilde yazıldığı anlaşılıyor)  , El Cuhfa (s. 171) yerine Cuhfe, El Hîra (s. 180) yerine Hîre, Zulhulayfa (s. 198) yerine Zülhuleyfe, Umayr (s. 229) yerine Umeyr, Rafayda (s. 236, 266) yerine Rufeyde, Tamim (s. 271) yerine Temîm, mukarribin (s. 287) yerine ilgili âyette olduğu gibi Mukarrabîn, "suçlarımızın affı" (s. 302) yerine günahlarımızın affı, birçok defa kullanılan "riyâkâr" (meselâ bk. 136) yerine Türkçe'ye yerleşmiş bir Kur'ân terimi olan "münafık", peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan Müseylime'nin etrafındakiler için "münafıklar" (s. 293) yerine "mürtedler"  ifadeleri daha uygun gözükmektedir. Ayrıca çevirenlerin de not düştükleri gibi Akabe Biatları sırasında Hz. Peygamber'in yanında bulunan amcası Ebû Tâlib değil (Ebû Tâlib daha önce ölmüştür) henüz Müslüman olmayan diğer amcası Abbas olmalıdır. Yine çevirenlerin de belirttikleri gibi Zeyd b. Sâbit'in vahiy kâtipliği yanında Hz. Peygamber'in "yaptığı ve söylediği şeyleri yazıya geçirmek" gibi bir "görevi" olmamalıdır. Çünkü, hadislerin yazılması konusunda Hz. Peygamber tarafından verilmiş bir "görevden" değil, ama bazı sahabilere verilmiş bir "izinden" veya bazı sahabilerin şahsi tercih ve tutumlarından bahsedilebilir.   Bunlara birkaç küçük nokta daha ilâve edilebilir: Ezanın Hicret'in 1. (veya 2.) yılında "meşrû kılındığı" bilinmekle birlikte ilgili rivayetlerden bunun Hz. Peygamber Medine'ye varır varmaz değil (s. 158) bir süre sonra gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Belki bu sırada "ezan okumak" değil "es-salâh, es-salâh" gibi ifadelerle namaza davet söz konusudur. Hz. Peygamber'in Veda Haccı sırasında "hicrî takvim" sözkonusu olmadığından (bilindiği gibi Hz. Ömer döneminde düzenlenmiştir) s. 274'teki "Hicrî takvimin onuncu yılı" ifadesi "Hicretin onuncu yılı" olmalıdır. Eserde belirtildiği gibi Zeyd b. Sâbit'in Bedir Gazvesi'nden sonra vahiy kâtipliği ile görevlendirildiği (s. 225) kabul edilirse, s. 284'teki "vahiy kâtipliği yaptığı on yıl" yerine "sekiz yıl" denilmesi daha uygundur. Eserde Büreyde'nin Yemâme'de Müseylimetü'l-kezzâb'a  karşı yapılan savaşta (h. 12/m.633) öldüğü belirtilmektedir. Bununla birlikte Eslem kabilesi reisi Büreyde b. Husayb'ın h.63 (m. 682-83) yılında vefat ettiğini hatırlamak gerekir.


Eser, Hz. Peygamber (sav)'in önderliğinde şirkten tevhîde, Câhiliye'den İslâm dönemine geçmiş bir toplumun dinî ve aynı zamanda insanî boyutları ihmal etmeden sosyo-kültürel ve ekonomik analizini yapmaya yarayacak malzemeyi de ihtiva etmesi bakımından önemlidir

Vincenzo'nun Yesrib'de Bahar'ı Siyer bilgisi, roman üslûbü ve samimi bir Müslüman duyarlılığının bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış bilgi, duygu ve düşünce yüklü edebî bir eser olarak dikkat çekmektedir. Eser, Hz. Peygamber (sav)'in önderliğinde şirkten tevhîde, Câhiliye'den İslâm dönemine geçmiş bir toplumun dinî ve aynı zamanda insanî boyutları ihmal etmeden sosyo-kültürel ve ekonomik analizini yapmaya yarayacak malzemeyi de ihtiva etmesi bakımından önemlidir. Kitapta, her okuyucunun mutlaka yeni bir şeyler bulacağına inanıyorum.