İnsanın hayata adımlarını attığı ilk andan itibaren ona yoldaşlık eden bir dürtüdür her şeyi kontrolü altında tutma isteği. İyi çalışıldığında, gerekli önlemler alındığında sonucun tam da planladığımız gibi olması gerektiğine öylesine içten inanırız ki önümüze çıkıveren küçük bir pürüz bizi, iç dünyamızla birlikte tepetaklak ediverir. Gel-gitler içinde boğuşmaktan, sebep-sonuç odaklı düşünmeye şartlanmışlıktan dolayı görünenin arkasına bakmaya gözümüzün feri yetmez. Çokça unuttuğumuz "kul oluş"umuzu hatırlatan her şey, "bunu hak edecek ne yaptığımız" sorusuna kaynaklık eder. Oysa insan olmanın, potansiyel olarak kusur sahibi olmakla neredeyse eş anlam taşıdığını bilmeyenimiz yoktur. Her şeye gücü yeten, yetmesi gereken, her şeyi eksiksiz planlama gücü ve kabiliyetine sahip olan biz değiliz ki... Böyle bir yükümlülüğü kendi omuzlarımıza, aldığımız yanlış eğitim sonucu bir şekilde kendimiz bindirdik. Takatimizin sınırları zorlandığında büyük bir telaş yaşamamız da boşuna değil. Ancak hayatımızdaki yanlış tutumların kaynağı ne olursa olsun, sürecin aynı şekilde devam etmesine bahane sayılamayacağını da görmek gerek. Bir Müslüman olarak kendi iç dünyamızda gerçekleştirmeyi hedeflediğimiz atılımların kaynağını yine kendi özümüzde, kendi değerlerimizde bulabileceğimizi de gözden ırak tutmamalıyız.
Eşsiz kavram haritaları sunarak zihin ve kalp dünyamızı yeniden yapılandıran Kur'an ve Sünnet'ten beslenmeye devam edebilirsek eğer, müslümanca yaşamaya, müslümanca düşünme ve hissedebilme noktasından hareketle varılabileceğini de kavramış oluruz. Kendisi sonsuz olmayan, sadece sonsuzluğun kazanıldığı yer olan dünyanın hızı yaşıyla birlikte her geçen gün artarken insanı tefekkür ve teemmülden kopararak kendi ruhundan sürgüne yolluyor. Ruh ve beden sağlığına katkı potansiyeli olan gezip dolaşmaktan, sadece alış veriş merkezlerini, indirim günlerini takibi anlayan modern insan kendisi ve geleceğinin garantisi olarak yaptığı yatırımları görüyor. Yatırımını yetersiz gördüğünde taşıdığı endişe ve kaygı bir müslümanda olmazsa olmaz olan tevekkül inancını gün gün baltalıyor. Süreç değil sonuç odaklı yaşanmış hayatlar nihayet insanı inandığı değerlerin çok uzağına düşürüyor.
Yanımızda, her türlü hesabı bir anda farklı kılabilecek bir saltanata sahip, bize "şah damarından da yakın" (Kaf;16) olan Rabbimizin olduğunu bilmenin insanı ulaştıracağı güven ve huzurun ne tarifi mümkün ne de tasviri... Bu noktada yanılmamak için, Allah'a dayanıp güvenmenin gerek şartı olan maddî sebepleri ihmal etmemenin de altını çizmeliyiz. Tevekkül, tembellik etmeden, üzerimize düşen tüm sorumlulukları yerine getirdikten sonra işin takdir kısmını Allah'a bırakabilmenin adıdır. Her hususta Allah'a tam yetki verebilmektir, O'na güvenebilmek, O'ndan başka hiçbir makam, mevki ve kişiye O'nun kadar ümit bağlamamaktır. Hz. Musa'nın, kavmi için kendisinden su/yağmur talebine, Allahu Teala'nın"asanı yere vur" emrindeki (Bakara;60) inceliği anlayıp hayat yolunu azim, gayret ve itmi'nan ışıkları ile aydınlatabilmektir. Cenab-ı Hakk'ın hiçbir şeye mecbur olmadığının bilinciyle, O'nun iradesini çerçevelemeye kalkmadan, sadece rızasını talep ederek O'na yakarabilme yüceliğine erebilmektir. Yapılan ibadetlerin ve iyiliklerin, yerine getirilen vazifelerin, insana ahiret garantisi sağladığını düşünerek Allahu Teala'yı icbar/zorunluluk altındaymış gibi vehmetmenin şeytanın insanı Allah hakkında yanıltmasından başka bir şey olmadığını ayıt edebilmektir.(Lokman;33)
Yüce Allah'ın El-Vekîl olan, "ancak işlerini gerektiği şekilde kendisine bırakanların işini düzeltip, onların yapabileceğinden daha iyisini temin eden" (Ali Osman Tatlısu) olduğunu unutmadan hayatını idame ettirenler, "mütevekkil/rablerine güvenen" sıfatını taşımaya hak kazanırlar. Mü'minlerin taşımaları gereken en temel özelliklerden biri olan tevekkül, insanı bilimsel ve tecrübî hiçbir dayanağı olmayan hurafelerden de uzak durmaya sevk eder. Ahiret hayatındaki rahatlık ve endişesizliğin temelinin bu dünyada iken Allahu Teala ile kurulan sağlam iman ve güven ilişkisine dayandığına da dikkat etmek gerekir. Bu ilişki bir kere sağlam bir şekilde kuruldu mu ne rızık ne sağlık ne eğitim ne yaşlılık ilh...konusunda insan endişeye kapılmaz; ara sıra kapılsa da endişeye kapılanmaz. Hz. İbrahim'in ateşe atılırken söylediği, "Hasbiyallah ve ni'mel-vekil" "Allah bana yeter, O ne güzel vekildir" sözü yoldaşı olur. İbrahim misali, içinde gül bahçesi olduğunu bilmeden ateşe atılmayı göze alabilenlerden olma temennisiyle...
"Allah'ım! Kendimi Sana teslim ettim. Yüzümü Sana çevirdim. İşimi Sana ısmarladım, işimde Sana güvendim. (Rızanı) isteyerek, (azabından) korkarak sırtımı Sana dayadım, Sana sığındım. Sana karşı yine Senden başka sığınak yoktur. İndirdiğin Kitab'a ve gönderdiğin Peygamber'e inandım."