Müslümanlıkta dile yüklenen anlam insanı ürpertiyor. İslam öğretisine baktığımız zaman ilim, adalet, zarafet, istikamet, diğerkâmlık, mücadele ve sabır gibi nice kavramlar öne çıkıyor ama dil bir şekilde bütün hasletlerin kendini dışa vurduğu ayna konumunda.
Peygamberimizin, “Kulun kalbi istikamet bulmadan imanı istikamet bulmaz; dili istikamet bulmadan da kalbi istikamet bulmaz” sözünü her yönüyle kavramamız lazım.
Çalıştığım kütüphanede sadece sözlükler için geniş bir alan ayrılmış durumda. Farklı disiplinlerin, mesleklerin, meşreplerin kendine has ıstılahi ve kavramsal sözlükleri mevcut. Sayısız dili birbirine çeviren sözlükler olduğu gibi, ihtisas sözlükleri de rafları dolduruyor. Resim Sözlüğü, Hat ve Tezhip Sanatları sözlüğü, Kuyumculuk Terimleri Sözlüğü, Ayakkabıcılık, Havacılık, Gemicilik, Tekstil ve daha nice alanların sözlükleri. Doğadaki işleyişlerden ortak, kesin sonuçlara varmak isteyen bilimin diliyle, gerçek ve kurgu arasında salınan edebiyatın, bir nesneyi resmederken o nesneden çok daha fazlasını anlatan resmin dili birbirinden ne kadar da farklı. Sanat bilinene görünene eğilmez, bilindiği sanılan nesnenin, olayın, insanın içindeki görünmeyeni görünür kılmaya çalışır. O zaman konuşurken ve yazarken kelimeleri ne kadar ince eleyip sık dokusak yeri var.
İnsanların yüz yüze olmamanın verdiği cahil cüretiyle sosyal medyada başkalarına fütursuzca hakaret etmesi, iftira atması, hatta tehdit etmesi, bunu iddialı, profesyonel, dini önder etiketli insanların bile yapabilmesi son derece düşündürücü. Bu fiillerin dünyada bir yaptırımı olmaması, ahirette ağır bir karşılığı olmayacağı anlamına gelmez. Zikrettiğimiz hadis, dilin afete dönüşüp imanımıza nasıl halel getirebileceğinin en açık kanıtı. Dilin çeşitli veçhelerine; mecazlara, alegorilere, benzetmelere, metaforlara, farklı ifade biçimlerine vakıf olmak, duygu ve düşünce dünyamızı zenginleştireceğinden, bizi birçok afetten koruyacaktır. Misal, yağmur hakkında söz söylerken “Bulutlar nemle yüklenince su olarak yere indi” demekle “Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat” demek çok farklıdır. Peygamberimizin Hz. Ayşe’ye “Seni kördüğüm gibi seviyorum” demesini, Ayşe annemiz iyiye ya da kötüye yorabilirdi. Bunu onun iç dünyası, niyeti, kavrayışı ve karşılıklı duygu durumları belirginleştirdi Allahualem.
Dil, dinin ortaya koyduğu hakikatin temsilcisi. Bu yüzden peygamberimizin hadislerinden, yaşayış ve kavrayışından ortaya çıkan temel ilkeler var. Söylenecek sözün sonunu düşünerek yazmak, konuşmak, kelimeleri kimsenin gönlünü kırmayacak şekilde seçmek, konuşurken kimsenin sözünü kesmemek, övmekte ve yermekte aşırı gitmemek, kusur aramamak, bilgiçlik taslamamak, başkasının sırlarını fâş etmemek, dili kötü sözlere alıştırmamak, yalan söylememek, dedikodudan sakınmak gibi nice ilkeler. Sonunda işin özüne varıp “ya hayır söyle yahut sus” hadisine geliyoruz. Hor gören, alay eden, insanları dünyevi mevkilerine göre ayıran enaniyet dili de bize yabancı olmalı. Peygamberimiz kurtuluş yolu nedir diye soran birine boşuna “Dilini muhafaza et!” dememişti.
Kütüb-ü Sitte'de dilin afetlerine epeyce örnek var.
“Âdemoğlu sabaha erdi mi, bütün azaları, dile temenna edip: Bizim hakkımızda Allah'tan kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikamette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız!' derler.”
Âzâlar dile gelip cismen konuşacak mı yoksa lisan-ı halden mi bahsediliyor bilemiyoruz ama dilin Ademoğluna istikamet verdiği çok açık. “Vücutta bir et parçası var, eğer o düzelirse bedenin tamamı düzelir, eğer o bozulursa bedenin tamamı bozulur, bilesiniz o kalptir.” hadisi başrolü kalbe veriyor, ama başta zikrettiğimiz hadis, kalbi de dilin yönlendirdiğini anlatıyor.
Süfyan İbnu Abdillah (r.a.) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü” dedim, “Uyacağım bir amel tavsiye et bana!” Şu cevabı verdi:
“Rabbim Allah’tır de, sonra doğru ol!”
“Ey Allah’ın Resulü” dedim tekrar, “Benim hakkımda en çok korktuğunuz şey nedir?” Eliyle dilini tutup sonra: “İşte şu!” buyurdu.
Ebu Hureyre’den nakledilen “Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır konuşsun ya da sussun” hadisini bilmeyenimiz yoktur. Ne yazık ki bir şeyin çok söylenmesi uyulduğu anlamına gelmiyor. Ancak inanan, tabi olan, uyan insanlarla karşılaşırsak, hadislerin hakikatine vasıl olabiliriz. Başka bir hadiste “Kim susarsa kurtulur” denmesi de yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Elbette zulme karşı susmak manasında değil, konuştukça batma riskine karşı bir uyarı. Haram ve mekruh sözleri geçtik, mubah sözler hakkında bile âlimler çoğu kez susmanın daha faziletli olduğunu söylüyorlar ki bir anda sınırları aşma tehlikesi her zaman mevcut.
“Kişinin malayani şeyleri terki İslam’ın güzelliğinden ileri gelir” hadisi bizi daha ince detaylarla karşılaştırıyor. İmam Gazali’ye göre malayani, kişi sükût ettiği takdirde günaha girmediği, haline ve malına bir zarar vermediği her sözdür; insan bir seyahati anlatırken bile mübalağaya, böbürlenmeye, başkalarını tahkire ve gıybete kayabilir. Sürekli konuşma zarureti yoktur zaten. “Söz gümüşse sükût altın” deyişi de yüzyılların içinden süzülüp gelen bir atasözümüz.
Gazali en güzel şekilde hülasa etmiş; kalbinin, dilinin, göz, kulak, akıl, hayal gibi bütün azalarının amellerinden hesap verecek olan insanın, bu hesapta terazinin sevap kefesine girmeyecek şeylerden kaçınması gerekir. “Âdemoğlunun, emr-i bi’lma’ruf veya nehy-i ani’lmünker veya Allah Teâla hazretlerine zikir hariç bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir” diyen peygamberimize kulak vermek bizi birçok afetten koruyacaktır.
Yazarların da hatiplerin de sorumluğu çok büyük. “Beyanda sihir vardır” diyerek sanatlı sözün insan üzerindeki tesirinden söz eden hadis, beyanın akıl ve kalpler üzerinde sihir ve büyü misali, irade dışında yön verici bir güce sahip olduğunu belirtir. Bir sihirbaz nasıl illüzyonlar yaratıyorsa, konuşan ya da yazan kişi de batılı hak, hakkı batıl gösterebilir. Mahir bir hatip, konuşmasıyla insanların akıl ve idraklerini çelebilir, gözbağcılık yapabilir.
“Ben, haklı bile olsa münakaşayı terk eden kimseye cennetin kenarında bir köşkü garanti ediyorum. Şaka bile olsa yalanı terk edene de cennetin ortasında bir köşkü, ahlakı güzel olana da cennetin en üstünde bir köşkü garanti ediyorum.”
“Sana günah olarak, husumeti devam ettirmen yeterlidir” hadisleri de tevile tefsire gerek bırakmayacak şekilde yolumuzu aydınlatıyor.
Sen diliyle insanları suçlamanın ailevî, bireysel ve toplumsal sonuçları herkesin malumu. Ayşe annemiz ne kadar güzel bir hadis naklediyor bunun için: Rasûlullah, bir adamdan kendisine menfi bir söz ulaştığı vakit: “Falan niye böyle söylemiş?” demezdi. Fakat: “İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle söylüyorlar?” derdi.
Buradan da anlıyoruz ki O, kimsenin ayıbını yüzüne vurmaz, toplum içinde teşhir etmez, yanlış yapanların hatalarını ilkesel olarak ele alıp herkese hitaben konuşurdu. Çünkü birçok ayette izleyeceği yol gösterilmişti. “Kolaylık göster, affa sarıl, iyiliği tavsiye et, cahillerden yüz çevir.” (A’raf, 199)
“Allah’ın zikri dışında kelamı çok yapmayın. Zira, Allah’ın zikri dışında çok kelam, kalbe kasvet (katılık) verir. Şunu bilin ki insanların Allah’a en uzak olanı kalbi katı olanlardır.” hadisi de kalbin selameti için dili muhafaza etmenin önemine başka bir delil.
En etkileyici hadislerden biri de belki hepimizin sıklıkla içine düştüğümüz umutsuzluğun, kibrin, kabahati hep başkalarında görmenin tedavisi.
“Bir kimsenin ‘İnsanlar helak oldu!’ dediğini duyarsanız, bilin ki o herkesten çok helak olandır.”
Hadisleri aldığımız kaynak olan Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi’nde Prof. İbrahim Canan hocanın hadisteki “İnsanları böyle söyleyen helak etmiştir” manasına dikkat çekmesi önemli.
Canan’ın şerhine bakalım: “Her iki mana da doğrudur. Şöyle ki: ‘İnsanlar helak oldu, iyi kalmadı’ sözünün içinde, herkesi kötülerken kendisini övme vardır. Bu mana hem ye’si, hem ucbu, hem de zulüm ve gıybeti ifade eder. Dolayısıyla böyle söyleyeni, Rasûlullah, herkesin kötüsü olarak ilan edip, zemmetmektedir. Aslında kimin kimden üstün olduğunu Allah bilir. Âlimler, kişi bu sözü, din hususundaki kendi hatalarını ve diğer insanların eksikliklerini gördüğü vakit üzüntüsünü ifade etmek maksadıyla söylemişse, bunun bir mahzuru olmayacağını belirtirler.
İkinci okunuşa göre de mana doğrudur. Çünkü ‘İnsanlar helak oldu’ diyen kişi bu sözüyle insanları kendisi helake mahkûm etmiştir, onları helak eden Allah değildir. Allah’ın rahmeti geniştir, dilediğine rahmetiyle muamele edecektir. Öyleyse herkesin helak olduğunu söyleyen kimse, herhangi bir delile dayanmadan, zannıyla bu hükmü vermiştir, böyle bir hükme itibar edilmez. Ayrıca böyle hükmeden kimse, bu sözüyle insanları ye’se atarak taati terk etmeye ve günahlara girmeye sevk edebilir. Bu da onların helake atılmasıdır.”
Bu açıklama ve şerh, son zamanlarda ziyadesiyle kullandığımız hayıflanma ve umutsuzluk sözleri hakkında önemli uyarılar. Demek ki sürekli yakınmaktan da Allah’a sığınmamız lazım.
Not: Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, Ankara, 1988