Bir İftira Üç Gerçek

07 Mart 2011

Bu hadis, Hz. Aişe’nin, hayatında karşılaştığı en talihsiz olaylardan biri olan “ifk hadisesi" ve akabinde geçirdiği sıkıntılı günleri detayıyla anlatan uzun bir rivayetin parçasıdır. İfk hadisesi, hicretin 6. yılında, Hz. Peygamber’in, Müstalikoğullarına karşı düzenlediği seferin dönüşünde meydana gelen bir olay dolayısıyla patlak vermiştir. Allah Rasulü (sav) ile birlikte bu sefere katılan Hz. Aişe, dönüş yolculuğunda, ordunun konakladığı bir yerde, tam hareket edilmek üzereyken, devesi üzerinde taşınan ve hevdec adı verilen kapalı, yuvarlak ve üstü kubbeli kafesinden def-i hacet için çıkmış ve bu arada gerdanlığını kaybetmişti. Gece karanlığında gerdanlığını ararken biraz oyalanmış ve bu arada ordu hareket etmişti. Hz. Aişe’nin dışarı çıktığını görmeyen taşıyıcılar, genç ve zayıf olan Hz. Aişe’yi içinde zannederek hevdecini deveye yükleyip yola koyuldular. Geri döndüğünde ordunun uzaklaştığını gören Hz. Aişe, kendisini almaya gelirler umuduyla olduğu yerde beklerken uykuya daldı. Bu esnada ordunun artçılarından olan Safvan b. Muattal ismindeki sahabi, Hz. Aişe’yi görüp uyandırdı ve devesine bindirerek orduya yetiştirdi. Hz. Aişe ile Safvan’ın yalnız geldiklerini gören münafıkların reisi Abdullah b. Übey, onlar hakkında iftiraya başladı. Buna alet olan birkaç kişinin katılımıyla iftira ve dedikodu yayılmaya başladı. Olayın gerçek mahiyetinden haberdar olmayan sevgili Peygamberimiz ailesiyle ilgili dedikodulardan son derece rahatsız oldu. Kendisine yapılan iftirayı duyan Hz. Aişe de Hz. Peygamber’in izniyle babasının evine gitti ve üzüntüsünden günlerce ağladı. Bu olaydan bir ay sonra Hz. Aişe’nin suçsuz olduğunu bildiren ayetler geldi. Bu ayetlerde, yapılan dedikoduların tamamen asılsız ve iftira olduğu bildirildi. Hz. Aişe’nin namuslu olduğu haber verildi. Müminlerin bu olayı işittiklerinde iftira olarak değerlendirmeleri gerektiği hatırlatıldı ve bu şekilde hareket etmeyenlerin tavrı kınandı. Allah’ın, müminleri, bir daha buna benzer bir durumu tekrarlamaktan sakındırıp uyardığı açıklandı. İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzu eden kimselerin çetin bir azaba uğrayacağı bildirildi. (Nur, 11-21.) Allah Rasulü, masum olduğunu bildiren ayetlerin nazil olduğunu büyük bir sevinçle Hz. Aişe’ye müjdeledi. Ancak, yapılan dedikoduların etkisinde kaldığını düşündüğü ve bu yüzden kırgın olduğu anlaşılan Hz. Aişe’nin Allah Rasulü’ne verdiği cevap oldukça manidardı: “Aziz ve Celil olan Allah’a hamd ediyorum sana değil." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/30.) Hz. Peygamber halka bir açıklama yaparak durumu bildirdi ve olayla ilgili nazil olan ayetleri okudu. İftiraya karışanlara kazf cezası (Bk. Nûr, 4.) uygulanmasını emretti.

Peygamberimiz, dedikoduların alıp yürüdüğü bir ortamda, gerekli soruşturmaları yapmış ve en önemlisi, olayın netlik kazanmadığı dönemde bile eşine kötü muamelede bulunmamıştır.

İfk olayını anlatan uzunca rivayetin orijinalinde yer alan “elmemti" kelimesi, aslında, Allah Rasulü’nün, Hz. Aişe’nin böyle bir şey yapabileceğine fazla ihtimal vermediğini göstermektedir. Arapçada “elemme" fiili bir şeye yaklaşmayı ifade eder. “Ellememu" ise, “bir günahı işlemeden ona yaklaşma" olarak tanımlanmış ve küçük günahları ifade için de bu kelime kullanılmıştır. (İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, 4/556.) Nitekim Kur’an-ı Kerim’deki kullanımı da böyledir. (Necm, 32.) Allah’ın bildirmediği ve kendisinin de başka yollardan haberdar olmadığı bir olay hakkında Allah Rasulü’nün tereddüt içinde kalması gayet doğaldır. Gaybı bilmediğine ve insanların kalplerinden geçeni de okuyamayacağına göre, yapılan dedikodulardan etkilenmesi kaçınılmazdır. Buna rağmen ailesine ve Safvan b. Muattal’a güvendiğini, onun hiçbir zaman evine yalnız başına girmediğini belirtmiş, Hz. Aişe’nin hizmetçisi Berîre’den ve eşi Zeynep’ten de Hz. Aişe ile ilgili bir şüpheleri olup olmadığını sorarak onların tezkiyelerini almıştır. (Buhârî, Megâzî, 34.) İşte bu noktada Hz. Peygamber, sevgili eşine, bu günahı işlediğine açıkça delalet eden bir kelime yerine, ona yaklaştığı ya da bulaştığı ihtimalini ifade eden bir kelime seçerek nasihatte bulunmuş ve bir kusur işlediyse Allah’tan af dilemesini istemiştir.

Bu hadisten çıkarabileceğimiz ilk önemli sonuç, kulun hata ve günahtan masun (korunmuş) olmadığı, günahların kefaretinin de ancak yapılan iyilikler ve Allah’tan samimi bir kalple af dilemek olduğu hususudur. Görüldüğü üzere sevgili Peygamberimiz, dedikoduların alıp yürüdüğü bir ortamda, gerekli soruşturmaları yapmış ve en önemlisi, olayın netlik kazanmadığı dönemde bile eşine kötü muamelede bulunmamıştır. Çünkü erkek olsun kadın olsun herkes kendi yaptığından sorumludur. (Tur, 21.) Kimse kimsenin günahını çekmeyeceği gibi (Fâtır, 18.) bilfiil cezalandırmada da bulunamaz. Hz. Peygamber’in bu olaydaki tutumuyla, basit bir şüphe ya da söylenti karşısında, karısını, kızını, şüphelendiği diğer insanları gözünü kırpmadan öldürebilen ve bunu da namus adına yaptığını söyleyen günümüz Müslümanlarının tutumu arasında bir karşılaştırma yapmak anlamlı olacaktır.

Hz. Aişe'nin çektiği sıkıntı ve üzüntüyü belli ölçüde Allah Rasulü de paylaşmış ve Hz. Aişe’nin masumiyeti anlaşılınca ona iftirada bulunanları Allah’ın emri gereğince derhal cezalandırmıştır. Bu, İslam Dininin, insan onuruna ne kadar büyük bir değer verdiğinin çok somut bir örneğidir.

Hadisten çıkartılabilecek ikinci sonuç, insanlar hakkında su-i zanda bulunmamak ve ispat edilememiş olaylardan dolayı kimseyi suçlamamaktır. Bilindiği gibi, kişilerin, özellikle hanımların dış görünüşüne, kılık kıyafetine ve bazı davranışlarına bakarak olumsuz yargılarda bulunmak özellikle erkeklerin çok yaptıkları bir iştir. Ağzımız açılınca, sadece hedefteki kişi değil, yedi sülalesi de bizim kafamızdaki kötü insan nitelemesinden nasibini almaktadır. Hâlbuki Cenab-ı Hak, iffetli kadınlara zina isnadında bulunup da dört şahit getiremeyenlere 80 sopa vurulmasını ve şahitliklerinin ebediyen kabul edilmemesini emretmiştir. (Nur, 4.) Ayette, erkeklere değil de, özellikle kadınlara yapılan iftiradan bahsedilmesi; bu işin daha çok erkekler tarafından kadınlara yönelik işlenmesi ve bundan da en çok kadınların etkilenmiş olmasından dolayıdır. Nitekim Hz. Aişe’nin kendisine yönelik iftiradan dolayı ne kadar büyük acı çektiği, kaynak olarak verdiğimiz hadis kitabındaki uzun rivayet okununca görülecektir. Onun çektiği bu sıkıntı ve üzüntüyü belli ölçüde Allah Rasulü de paylaşmış ve Hz. Aişe’nin masumiyeti anlaşılınca ona iftirada bulunanları Allah’ın emri gereğince derhal cezalandırmıştır. Bu, İslam Dininin, insan onuruna ne kadar büyük bir değer verdiğinin çok somut bir örneğidir.

Hadisten elde edilebilecek üçüncü sonuç da şudur: Hz. Aişe bu sıkıntılı günlerinde bir ay boyunca babasının evinde kalmış ve anne-babasından çok yakın destek ve teselli görmüştür. Bu tür iftira ve isnatlara maruz kalan günümüz kadınlarının birçoğunun en başta ailelerinden gördükleri şiddet ve dışlama düşünülürse Hz. Aişe’nin ebeveyninin takındığı tavır örnek alınacak bir tavırdır. Çünkü dinimiz, bir sıkıntıya maruz kalan din kardeşinin yardımına diğerlerinin koşmasını emretmekte, bir yanlışa düşene, diğerlerinin, “iyiliği tavsiye ve kötülükten sakındırma" görevini yerine getirmesini istemektedir. Bu görevleri öncelikli ve en etkili şekilde yapabilecek olanların da kişinin ailesi olduğunda şüphe yoktur.