Allah’ın isimlerini kesin hatlarla birbirinden ayırmak ve tam bir taksimata tabi tutmak mümkün değildir. Çünkü iç içe daireler gibi isimleri de birbirine mütedahildir, birbiriyle irtibatlıdır.
Esma-i Hüsna’yı Bilmenin Önemi
Her şeyden önce, inanan ve inandığına ibadet etmek isteyen insan için Allah’ın bazı sıfatlarla nitelendirilmesi kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Çünkü bilinmeyene tapınmak mümkün değildir. Esma-i Hüsna bilgisi hem biz kullarına Allah’ı tanıtması hem de Allah-âlem ilişkisine ışık tutması açısından önem taşımaktadır.
Doğru bir Allah bilgisi insanı kendi zihin âleminde bütün evhamlardan, her çeşit hurafelerden ve batıl faraziyelerden kurtarır. Allah hakkındaki bilgisini kendi faraziyelerinin yerine bizzat Yaratıcıdan gelen tartışmasız hakikatlerle temellendiren insan zihinsel ve ruhsal bir berraklığa kavuşur. İnsan yaratıcısını sadece aklıyla bilmekle yetinmemekte gönül hayatı bakımından da O’nunla münasebet kurmak ihtiyacı hissetmektedir. Bu münasebetin sağlanmasında da Esma-i Hüsna'nın vazgeçilmez bir rolü vardır. Hz. Peygamber’den rivayet edilen dua metinlerinde de Esma-i Hüsna'nın çokça yer alması dikkat çekicidir. Ruh kemale âşıktır. Bir şeyin kemalini öğrenince hemen oraya akıverir ve gördüğü kemalin kuvvetine göre bir zevk duyar. Allah Teâlâ’yı bilmek onun isim ve sıfatlarını öğrenmekle olacağı gibi O’nu sevmek de bütün mükemmelliklerin ancak Allah’ta bulunduğunu bilmekle mümkün olur.
Velhasıl Esma-i Hüsna’yı öğrenmekle Allah bilgisi kazanılır. Allah bilgisi, Allah sevgisinin tohumudur. Bu tohumdan bir gönle düştüğünde filizlenir, şevk ve muhabbet ağacı biter. Bu ağacın meyveleri kalpte, ruhta, elde, ayakta, gözde, kulakta, insanın bütün maddi ve ruhi varlığında belirir ve olgunlaşır. Bu meyveler Yaratana hürmet, yaratılmışlara merhamet, kötü huylardan azat, güzel huyları iktisap, hak uğrunda her türlü fedakârlığa katlanmak gibi samimi meziyetlerdir.
Esma-i Hüsna ile ilgili olarak Peygamber Efendimiz, Buhârî ve Müslim’de rivayet edilen bir hadisi şerifte: “Allah’ın 99 ismi vardır. Kim bunları ezberleyip benimserse cennete girer” buyurmuştur.
İhsa kelimesinin buradaki anlamı üzerinde Buhari'den itibaren önemle durulmuş ve kelimenin "saymak, ezberlemek, anlamak" şeklindeki sözlük anlamının ötesinde bir mana taşıdığı görüşü ağırlık kazanmıştır. Öyle anlaşılıyor ki bu kelime “İslam’ın uluhiyyet inancını naslara başvurmak suretiyle tespit edip anlamak, benimsemek ve bu inanca uygun bir ruhi yetkinlik kaydetmek” anlamını içermektedir.
Hadis-i şerifte esma-i Hüsna sayılırken “Allah” isminden sonra “Er-Rahman” ismi gelmeyip araya “ellezî lâ ilâhe illâ hû” (“kendisinden başka hiçbir ilah olmayan” anlamında) kelime-i tevhit eklenmiştir. Bunun hikmeti her şeyden evvel Allah’ın birliğini tespit etmek ve arkasından gelen her ismin anlamıyla bu hakikati her bakımdan müdellel hale getirmektir. Kelime-i tevhitten sonra gelen doksan sekiz isimden her biri Lafza-i Celale’ye birer sıfat olmuştur.
Bu isimler, bir İsm-i Cami olan (diğer bütün isimlerin manalarını kendinde toplayan) Lafza-i Celal’deki icmali tafsil etmekle beraber Allah’ın varlığına ve birliğine birer delil, birer burhandır. Bu kadar delil ve burhanla bu yüce hakikatin zihinlerde kuvvetlenmesi ve muhkemleşmesi istenmiştir. Ruhları öldüren manevi birer hastalıktan başka bir şey olmayan küfrün, inkârın, şirkin ve bunlardan doğan bütün kötü huyların tedavisi için bu mübarek isimlerden her biri ayrı ayrı birer şifadır.
Hadisi şerifte sayılan isimlerden doksan üçü Kur’an-ı Kerim’de yer almış, diğer altı ismin ifade ettiği manalar ise başka kelimelerle yine O’na izafe edilmiştir. Bu liste İslam dünyasında meşhur olmuş, dua ve niyaz amacıyla okunmuş, Esma-i Hüsna telif türünün planını oluşturduğu gibi hat sanatının da bir konusu haline gelmiştir.
Hazreti Peygamber, bir münacatında Allah’a ait isimlerin bilinme derecelerini sayarken sonuncu derece olarak “yahut gayb ilminde bırakıp kendin için tercih ettiğin isimlerin” demek suretiyle bilmediği ilahi isimlerin de bulunduğuna işaret etmiştir.
Doksan dokuz isimden oluşan Esma-i Hüsna listesi sevgi ile korku, lütuf ile kahır açısından incelendiği takdirde görülecektir ki bunlardan sadece dört beş tanesi sevgi ve lütufla yorumlanmaya müsait değildir. Canlı ve cansız tabiatta gözlenen ve karşılıklı etki-tepki içinde büyük bir mekanizmanın bir parçasını oluşturan bu dengeyi kurup sürdüren yüce yaratıcıyı bundan dolayı korku ve kahr kavramlarıyla nitelendirmek isabetli değildir.
Kur’an’da Esma-i Hüsna
Allah’ın en güzel isimleri anlamına gelen Esma-i Hüsna, Kuran’da Araf suresi 180, İsra suresi 110, Taha suresi 8 ve Haşr suresi 22-24. ayetlerde geçiyor. Kur’an, Araf suresi 180 ve İsra suresi 110. ayetlerinde Allah’a bu güzel isimlerle dua etmemizi söylüyor.
“Allah’ın Esma-i Hüsna’sı vardır. O halde O’na bunlarla dua edin. O’nun isimleri konusunda eğri yola sapanlara uymayın.” (Araf, 180) ayeti uyarınca bazı kelimelere tanrılık makamına yakışmayacak anlamlar yükleyerek bunları yaratıcıya nispet etmek veya O’na ait kavramları ve bunları dile getiren isimleri O’ndan başkasına vermek “Esma-i Hüsna konusunda eğri yola sapmak” kabul edilmiştir.
Allah’ın isimleri tevkifîdir. Yani, Allah hakkında ancak ayet ve hadislerde zikri geçen ve söylenmesine izin verilmiş olan isimler kullanılabilir. Rast gele isim izafe edilemez. Allah kendi isimlerini kendisi koyar. Naslarda varit olmayan bir ismi başkası ona isnat edemez. Mesela “Allah Âlimdir” denir, ama aynı anlama geliyor diye “Allah Ariftir, Bilgedir” denilmez.
Kuran'da tespit edilen isim sıfatların bir kısmı tek kelimelik, bir kısmı ise bileşik isim halinde geçer. Tek kelimelik isimler 99 tanedir. Allah'ın bu isim ve sıfatları “Celal”, “Cemal” ve “Kemal” olarak gruplanır. Celal olanlar, Allah’ın evrendeki genel eserlerinden anlaşılan sonsuz azameti ve ilahi haşmeti bildirir. Cemal ise, pek çok nimetleriyle kendini gösterir ve bunlara şükürle karşılık verilir. Kemal de mükemmel olan ve hikmetlerle donatılmış sanat eserleriyle ortaya çıkar ve insanı üzerinde düşünmeye çağırır.
İsm-i Azam’ı, Allah, isimleri içinde gizlemiştir. Bunun da hikmeti, kullarının bütün Esma-i Hüsna’ya rağbetini sağlamak, kendisine bütün isimleriyle dua edilmesini temin etmektir.
İsm-i Azam’ın Esma-i Hüsna’dan hangi isim olduğu hakkında, İslâm âlimleri ayrı ayrı kanaatler ileri sürmüşlerdir. Büyük ekseriyetin kanaati, Allah'a izafe edilen yüzlerce isim arasından “en büyük isim” olma özelliğini taşıyacak bir isim varsa o da mana ve şümulünün genişliği sebebiyle lafza-i celal olan “Allah” ismi olduğudur.
Hangi ismin neye göre İsm-i Azam kabul edileceği hususu belirsizdir. Eğer bu seçimde kulun manevi hayatını en çok etkileyen bir isim olma özelliği dikkate alınacaksa o takdirde tercih sebebi isimden çok kişinin şahsi durumu olacaktır. Eğer kul masivadan (Allah dışındaki “şey”ler) sıyrılıp aklı, fikri ve gönlüyle sadece Allah'a yönelirse onun dua ve zikrinde yer alan her isim en büyük etkiye sahip olur. Hatta her ismin bir azamiyet noktası vardır. Ebu Yezid el-Bistami de aynı şekilde “Kalbini masivadan arındırdıktan sonra hangi isimle dua edersen, o isim İsm-i Azam’dır” der.
Bir rivayete göre, bir zat Rasûlullah’ın (sav) yanında şöyle bir duada bulunmuştur: “Allah’ım, şehadet ettiğim şu hususlar sebebiyle senden talep ediyorum: Sen kendisinden başka ilah olmayan Allah’sın, Bir’sin, Samed’sin, doğurmadın, doğmadın, bir eşin, bir benzerin yoktur.” Bu duayı işiten Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Nefsimi kudret elinde tutan Zâta yemin olsun, bu kimse Allah’tan İsm-i Azam’ı adına talepte bulundu. Şunu bilin ki kim İsm-i Azam’la dua ederse Allah ona icabet eder. Kim onunla talepte bulunursa Allah ona dilediğini mutlaka verir.” Bu hadisten İsm-i Azam’ın İhlas suresi içerisinde olduğu anlaşılmaktadır.
İnsanın Esma-i Hüsna’yı İdrak Dereceleri
Her bir isim Rabbimizin farklı bir vasfını ifade ettiği için Cenab-ı Allah'a bakmamıza yardımcı olan birer penceredir. Ancak insan, o isimlerin isimlendirdiği varlığın gerçek hakikatini, kendi kabiliyeti miktarınca tanır. Onun için Allah hakkındaki marifetler eşit değildir. Peygamberlerin, meleklerin, velilerin marifetlerinin dereceleri değişmektedir. Allah'ın “Âlim ve Kadir” olduğunu genel olarak bilen biri ile onun ayetlerinin harikalarını, yerin ve göğün melekûtunu müşahede edenin marifetleri aynı değildir.
İnsan, Cenab-ı Allah’ın isimlerinden ve sıfatlarından mümkün olanlarla muttasıf olmaya, onlarla ahlaklanmaya gayret gösterir, Esma-ı Hüsna’yı bu şekilde kavrarsa, Allah’a yakın ve meleklere arkadaş olur. Zira kul, Esma-i Hüsna'nın manalarıyla ahlaklandığı sürece manen kemale ulaşır. “O manalardan hissesi olmayan, sadece lafzını duyan, lugavi tefsirini bilenin derecesi düşük, nasibi azdır. Zira yalnız lafzı duyabilmek hayvanlarla müşterek bir vasıftır. Mahiyetini anlamaksızın sadece var olduğuna iman etmek ise çocukların da yaptığı iştir.”
Esmanın İnsan Kişiliğindeki Etkileri
Allah’ın varlığı konusunda Kur’an-ı Kerim'in benimsediği metot, “insana saygı” şeklinde ifade edilebilecek olan Kur'an felsefesinden kaynaklanmıştır. O, evrenin merkez varlığı kabul ettiği insanın gerek ferdi yücelişinin gerekse hemcinsleriyle olan münasebetlerinin insani değerlere uygun bir şekilde gelişmesinin ancak Allah’a bağlılıkla mümkün olabileceğini ve bu bağlılık duygusunun onun yaratılışında mevcut olduğunu kabul etmiştir.
İnsanın Esma-i Hüsna ile ahlaklanması onu kemale götürecek biricik yoldur. Çünkü insan-ı kâmil olmak bütün ahlaki özelliklerin biri diğerini gölgede bırakmayacak şekilde bir denge içinde var olmasıyla mümkündür. Buna göre mesela sevgimiz adaletimizi; şefkat ve merhametimiz cesaretle hakkı savunmayı; affediciliğimiz gerektiğinde cezalandırmayı; vericiliğimiz bazen muhatabımızın hayrına olarak vermemeyi engelliyorsa bir kemalden değil ancak zaaflardan söz edilebilir. İşte insanı, kişiliğinin eksik kalan vasıflarını kazanmaya ve tüm yönleriyle bir denge içinde gelişmeye, nihai olarak da kemale ulaşmaya muvaffak kılacak tek yol bilinçli bir şekilde Esma-i Hüsna ile ahlaklanma çabasıdır.
İnsan, potansiyel olarak yaratıkları içinde Allah’a en yakın olabilecek yetenektedir. Allah’ı bilme noktasında melekler bizden ileri gözükse de O’na itaatin değeri bakımından insanın, şerre temayülüne rağmen taat ve hayrı seçmesi onun meleklerden de üstün olmasını sağlar. Ancak bu üstünlüğe giden yoldan daha en başta insanı saptıran şey Allah’a şirk koşmasıdır. Şirk bütün günahlar ve isyanlar içinde en büyüğüdür. İnsanı daha bu dünyadayken sonsuz yakıcılıkta bir azabın içine sokar. Çünkü şirk yoluyla insan kendi gibi bir yaratılmışta üstünlük vehmederek kendi kemalinin yolunu ebediyen tıkamış ve fıtratından gelen yükselme arzusunu henüz yolun başındayken imkânsızlaştırmış olur. Şirk insanın kendi kapasitesine ihanetidir. Kendi kendisine verdiği en büyük zarardır.
İnsanı şirk çıkmazına sevk eden duygularıdır. Hırsla istemek, ölesiye korkmak, çılgınca üstünlük vehmi, hayata aşırı düşkünlük gibi duygular sağlam bir Allah inancıyla kontrol altına alınmadığı zaman insan ya kendinde ya da başkalarında ulûhiyet vehmederek şirke düşmektedir. Bütün psikolojik sorunlarımızın temelinde de bu şirk tehlikesi yatmaktadır. Kendisine hiçbir noksanlığı yakıştıramamak ve kusursuz olmak isteği bedensel ya da sosyal bir eksikliğe maruz kalan günümüz insanını psikolojik rahatsızlıkların kucağına itmektedir. İşte bu birbirinden doğan zihinsel huzursuzluklar ve şirk belasından korunmanın en emin yolu inandığımızı iddia ettiğimiz Allah’ı, O’nun kendisini anlattığı gibi tanımak ve kendi benliğimizde O’nun hâkimiyetine tam teslimiyeti temin etmekten geçer. Bunun tek yolu da O’nun esmasını öğrenmek, anlamak ve içselleştirmektir.
Dipnotlar:
1) Ali Osman Tatlısu