“Bizi aldatan, bizden değildir.” (Müslim, Îmân 164)
Medyen ve Eyke halkını hatırlarsınız değil mi? Peygamberlerin hatibi unvanıyla tanınan Şuayb aleyhisselamın Allah'a imana ve hakka çağırdığı kavmi.
İbrahim Aleyhisselam’ın soyundan gelen ve birbirine yakın topraklarda yaşayan bu iki toplum, ataları Hz. İbrahim’in dini üzere yaşamaktaydılar. Yemen-Medine-Suriye ile Irak'tan Mısır’a giden ticaret yolunun kesişme noktasında yer alan Medyen şehri, dönemimin büyük ticari merkezleri arasına katılmıştı. Komşusu Eyke ile de aktif bir ticari ve beşeri ilişki içindeydi.
Ancak, zamanla ataları Hz. İbrahim’in dinini tahrif etmişler, kendilerine uydurma ilahlar edinerek Tevhid akidesini terk etmişler, ticari hayatta da büyük ölçüde dürüstlükten uzaklaşmışlardı. Hilesiz iş yapmıyorlar, ölçü ve tartıyı tam tutmuyorlar; buna rağmen Müslüman olduklarına inanıyorlar, uydurma inançlarıyla övünüyorlardı. (İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, s.377)
Şuayb Aleyhisselam, Medyen halkına kendi uydurdukları tanrıları bırakıp sadece Allah’a kulluk etmeyi, ölçüyü ve tartıyı tam tutmalarını emrediyordu. İnsanların mallarının değerini düşürmeyin, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın, eğer müminseniz Allah'ın helâlinden bıraktığı kâr sizin için daha hayırlıdır, diyordu. Ticari hayattaki sahtekârlıklarını, hile ile elde ettikleri kazanç üzerine kurdukları refahı bırakmadıkları takdirde şiddetli bir azaba çarptırılmalarından korktuğunu söylüyordu. (Hud Suresi, 11/84-86)
Kavmi ise, Şuayb Aleyhisselam’ın “Sadece Allah’a kulluk edin, O’ndan başka ilahınız yoktur” emrine, “babalarımızın taptığı şeyleri asla terk etmeyiz” sözüyle, “ölçü ve tartıyı eksik tutmayın” ermine “mallarımızda dilediğimizi yaparız” sözüyle karşı çıkıyorlar, “Ey Şuayb! Böyle söylemeni sana namazın mı emrediyor? Hâlbuki sen akıllı, uslu biriydin” (Hud Suresi, 87) diyerek alay ediyorlardı. Oysa mülkün yegâne sahibi Allah'tır; O'nun mülkünde, insanın, haram helal gözetmeksizin dilediği gibi tasarrufta bulunması ne büyük cüretkârlıktır, haddini bilmezliktir, kibirdir!
Nuh kavminin, Hud kavminin, Salih kavminin, Lut kavminin başına gelenleri hatırlatıyordu Şuayb aleyhisselam ve ticarî işlemlerindeki sahtekârlıktan vazgeçerek Allah'a imana, tövbeye, bağışlanma dilemeye çağırıyordu. (Hud Suresi, 88-89)
Medyen halkının müreffeh bir hayat süren yönetici kesimi, kurdukları haksız kazanç sistemini korumak uğruna isyan ve fesadın elebaşı haline geldiler. Şuayb Aleyhisselam’ı ve beraberindeki müminleri, kendi sistemlerini kabul etmedikleri takdirde, ülkelerinden çıkarmakla, onlara zarar vermekle tehdit ettiler. (A'raf Suresi, 7/88-90) Hatta daha da ileri giderek dediler ki: “Ey Şuayb! Biz senin söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Ve aramızda seni çok zayıf bir kimse olarak görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı, seni taşlayarak öldürürdük. Bizim aramızda senin bir itibarın da yoktur.” (Hud Suresi, 91-93)
İnsanların, kendi kurdukları sistemlerini yüceltmeleri, üstelik belirli bir kesimin refahını temin eder hale gelmiş, zayıfların haklarının hile ve aldatmayla gasp edildiği sistemlerini canhıraş bir şekilde korumaya almaları ne zavallı bir tapınıştır. Bütün yapıp ettiklerini görüp bilen Allah'tan değil de kabilesinden çekiniyorlardı Şuayb Aleyhisselam’ın. Ne zavallı, ne iffetsiz bir korkaklıktır bu!
Elinizden geleni yapın, diyordu Şuayb Aleyhisselam kavmine. Ben yoluma devam edeceğim. Azab kime dokunacak, yakında bileceksiniz. (Hud Suresi, 93)
Şiddetli bir depremle ve dehşet verici bir sesle evlerinde dizüstü çökekaldı Şuayb Aleyhisselam’ı yalanlayanlar. Sanki orada hiç yaşamamışlardı. (Hud Suresi, 94; A'raf Suresi, 91-93)
Medyen halkından sonra Eyke halkına peygamber gönderilen Şuayb Aleyhisselam, onlara da aynı tebliğde bulundu. Onları da Allah’a imana, ticari hayatta dürüst olmaya davet etti. Onları, Medyen halkının başına gelen azapla uyardı. Ancak onlar da Şuayb Aleyhisselam’ı yalanladılar. “Doğru söylüyorsan, üzerimize gökten bir parça düşürüver” dediler. Eyke halkı da şiddetli bir sıcaklıkla helak edildi. Kur’ân-ı Kerîm’de onlara gönderilen azap hakkında “gölge gönünün azabı” ifadesi kullanılmaktadır. (Şuara Suresi 26/176-189) Rivayete göre, Allah onlara şiddetli bir sıcaklık musallat etmişti. Sıcaktan bunalıp rüzgârda serinlemek arzusuyla kırlara çıktıklarında, gördükleri bir bulutla çok sevinmişlerdi. Onun gölgesine sığınarak sıcaktan korunabileceklerdi. Bu amaçla bulutun altına toplanmışlardı. Ancak bulut bir anda şimşek ve ateş yağdırmaya başlamış ve hepsi helak olmuştu. Sanki hiç yaşamamışlardı. (İsmail Yiğit, Peygamberler tarihi, s.387)
Aldatmanın, hilenin yaygın olduğu toplumlar için çöküş mukadderdir. Ticaret erbabının soyguncu olduğu, zenginliğin haksız kazanç üzerinden elde edildiği toplumlarda dilencilik yaygınlaşır. Kolay yoldan mal kazanma hırsı insanı, insana köle yapar. Haksız kazanç sistemi, bağlılarını, Allah'tan değil mahlûkattan korkar hale getirir; Medyen halkının zengin tacirleri gibi. Böyle bir sistem, kendisine köle yaptığı zenginlerini, zayıfların, kimsesizlerin, yetimlerin ve muhtaçların haklarını gasp etmeye sevk eder.
“Bizi aldatan, bizden değildir” buyuruyor Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem. Aldatmak, hem alışverişte hem de diğer insani ilişkilerde karşı tarafın hakkına tecavüz etmektir. Hakların emniyette olmadığı bir toplum, İslam toplumu olamaz.