Enes b. Malik’ten nakledildiğine göre, Rasûlullah (sav) yatağına uzandığında şöyle dua ederdi:
“Bizi yedirip doyuran, bizi içirip kandıran, (her konuda) bize yeten ve bizi sığındıran Allah’a hamdolsun. İhtiyaçlarını karşılayacak durumu ve sığınacak bir yeri olmayan nice kimseler vardır!” (Müslim, Zikir, 64.)
Allah Rasûlü (sav) yatağına uzandığı zaman geçirdiği günün şükrünü bu duayla eda ederdi. Zira huzuru yerinde, bedeni sağlıklı ve günlük yiyeceği yanında olarak bir gün geçirmek, dünya nimetlerine sahip olmakla eş değerdi onun nezdinde. (Tirmizi, Zühd, 34) Kulluğun gereği olan şükür (Bakara, 2/172; Nahl, 16/114) vahye muhatap kılındığı yirmi üç yıl boyunca defalarca hatırlatılan hasletlerden biriydi. Hz. Peygamber’in Rabbine şükreden bir kul olabilmek gayesiyle geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılması (Buhari, Teheccüd, 6), yatıp kalkarken, yiyip içerken, yeni bir nimete kavuştuğunda dilinden “elhamdülillah” tespihini düşürmemesi (Buhari, Deavat, 8; Müslim, Zikir, 64; Tirmizi, Deavat, 55; Ebu Davud, Libas, 1), sevindirici bir haber aldığında ya da kendisine bir müjde verildiğinde şükür secdesine gitmesi (Ebu Davud, Cihad, 162) hep bu sebeptendi.
İnsanın kimseye muhtaç kalmadan karnını doyurması, kendisini türlü tehlikelerden güvende hissedeceği bir mekâna sahip olması gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi şükretmek için yeterli sebeplerdir. Ne var ki çoğu zaman insan elindeki bu nimetlerin kıymetinin farkında bile değildir. Hatta bunlara zorunlu bir şekilde sahip olması gerektiğini düşünür ve kendini şükretmekten müstağni görür. Hâlbuki kendilerine karşı sonsuz iyilik sahibi olduğu hâlde insanların çoğunun şükretmediğini bildiren Yüce Allah (Mü’min, 40/61), kullarının nankörlük gafletine düşmelerini asla istemez. (Bakara, 2/152) Onlara istedikleri her şeyi verdiğini hatırlatarak saymakla bitmeyecek nimetlerini (İbrahim, 14/34) şöyle zikreder: O hiçbir şey bilmez hâlde dünyaya gelen insana kulaklar, kalpler ve gözler vermiş (Nahl, 16/78), onu yaratılmışların birçoğundan üstün kılmıştır. (İsra, 17/70) Ona yeryüzünde imkân ve iktidar tanımış, geçim vasıtaları vermiştir. (A’raf, 7/10) Göklerde ve yerde ne varsa hepsini, (Lokman, 31/20) geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı, bütün yıldızları ona amade eylemiştir. (Nahl, 16/12) Yağmurun müjdecisi olan rüzgârları göndermiş (Rûm, 30/46), yağmurla hayat verdiği ölü topraktan meyvelerinden yemesi için nice hurma bahçeleri, üzüm bağları yaratmış ve içlerinden pınarlar fışkırtmıştır. (Yasin, 36/33-35) Denizleri onun emrine vermiş (Nahl, 16/14), bazısını susuzluğu giderecek şekilde içimi kolay, bazısını da tuzlu ve acı yaratmıştır. (Fatır, 35/12) Geçiminde birçok fayda sağlayan hayvanları ona boyun eğdirmiştir. (Yasin, 36/71-73) Onun için evini huzur ve dinlenme yeri kılmış, dağlarda barınaklar var etmiş, kendisini sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta koruyacak zırhlar vermiştir. (Nahl, 16/80-81)
Allah Teâlâ, insana bahşettiği bütün bu nimetlere karşılık ona gösterdiği doğru yolda iki tercih sunar. İnsan dilerse şükreder dilerse nankörlük eder. (İnsan, 76/3) Bununla birlikte kendisinden beklenen, bütün bu nimetleri bahşeden Rabbine nankörlük etmeyip şükretmesidir. (Bakara, 2/152) Yüce Allah şükrün karşılığını muhakkak vereceğini (Nisa, 4/147) ve nimetlerini daha da arttıracağını vaad eder. (İbrahim, 14/7) Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük eden de bilmelidir ki Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. (Neml, 27/40) Şükre ihtiyacı olan Allah değil, kuldur. İnsan şükrettiği sürece elindeki nimetlerin gerçek sahibinin idrakinde olur ve kulluk bilincini muhafaza eder.
İnsanoğlu elindeki nimetin kıymetini çoğunlukla onu kaybettiğinde anlar. Hatta elindekine sahip olduğu sürece nefsi daha da fazlasını istemeye sevk eder kendisini. Ancak nefsin isteklerinin sonu yoktur. Rasûlullah (sav) insanın bu zaafını, “Âdemoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, iki vadi olmasını ister! Onun ağzını ancak toprak doldurur” (Buhari, Rikak, 10) hadisiyle ifade eder. O, kişinin hep daha fazlasını isteyip halini mali imkânlar bakımından ve bedenen kendinden daha iyi durumda olanlarla kıyaslamasından ziyade kendisinden daha kötü durumda olanlara bakmasını tavsiye eder. (Buhari, Rikak, 30) Nitekim Allah’ın verdiği nimetleri küçümsememek ve onların kıymetini bilmek adına en uygun davranış budur. (Müslim, Zühd, 9)
Allah Rasûlü (sav)’nün beyan ettiği üzere yemek, içmek, barınmak gibi ihtiyaçlar her ne kadar günlük hayatta zorunlu ve sıradan karşılansa da aslında bunların her biri şükretmeyi gerektiren nimetlerdir. Biz farkında olmasak da etrafımızda bu en temel ihtiyaçlarla imtihan edilen nice insanlar var. Fakirlik, kuraklık ya da savaşlar nedeniyle bir lokma ekmeğe muhtaç olan, içecek bir damla su için feryat eden, sığınacak bir çatı altı, gölgelik bile bulamayan birçok kimse var. Şükredilmesi gereken bu kadar nimete sahipken onları göz ardı edip küçümsemek, kendimize yapacağımız en büyük kötülük ve Rabbimize yapacağımız en büyük nankörlük olur. Günlük hayat telaşesinde böyle bir gaflete düşme ihtimali herkes için söz konusudur. Bu nedenle Sevgili Peygamberimiz ve önceki peygamberler gibi şükredenlerden olabilmek (Zümer, 39/65-66) ve şükür duygusunu yitirmemek için şu dua ile Rabbimizden yardım talep etmeliyiz: “Allah’ım, seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce ibadet etmek için bana yardım et!” (Ebu Davud, Vitr, 26)