Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Hz. Hüseyin

26 Eylül 2009 Cumartesi Sahabe / Ehl-i Beyt

"Şehid" lakabıyla meşhur olan Hz. Hüseyin’in göğsünden aşağısının dedesi Hz. Muhammed (sav)’e çok benzediği rivayet edilir. Doğduğu zaman Hz. Peygamber, ağabeyi Hasan'a yaptığı gibi o güne kadar Araplarca pek bilinmeyen adını kulağına bizzat ezan okuyarak koydu ve doğumunun yedinci gününde akika kurbanı kestirip Hz. Fatıma'dan saçının ağırlığınca fakirlere gümüş dağıtmasını istedi.

5 Şaban 4 yılında (10 Ocak 626) Medine'de doğdu. "Şehid" lakabıyla meşhurdur. Göğsünden aşağısının dedesine çok benzediği rivayet edilir. Doğduğu zaman Hz. Peygamber, ağabeyi Hasan'a yaptığı gibi o güne kadar Araplarca pek bilinmeyen adını kulağına bizzat ezan okuyarak koydu ve doğumunun yedinci gününde akika kurbanı kestirip Hz. Fatıma'dan saçının ağırlığınca fakirlere gümüş dağıtmasını istedi. Hz. Hüseyin, ağabeyi Hasan ile birlikte tabiînden Ebû Abdurrahman es-Sülemî'den kıraat öğrendi; dedesiyle annesinden ve babasından, ayrıca Hz. Ömer'den ve diğer bazı sahabîlerden sekiz hadis rivayet etti.

Hz. Hüseyin de ağabeyi Hasan gibi ilk iki halife döneminde cereyan eden önemli olaylarda fiilen yer almadı. Hz. Osman zamanında Said b. Âs'ın Kufe'den Horasan'a yaptığı sefere (30/651) ağabeyi ile birlikte katıldı. Daha sonra Hz. Osman'ın evini kuşatan isyancılara karşı babası Hz. Ali tarafından yine ağabeyi ile birlikte halifeyi korumak ve evine su taşımak üzere görevlendirildi.

Babasının halifeliği sırasında Hz. Hüseyin Kufe'ye giderek onun bütün seferlerine katıldı; şehadetinden sonra da yine onun vasiyetine uyarak ağabeyine itaat etti. Bu arada Hz. Hasan Muaviye ile anlaşmaya karar verdiği zaman ona karşı çıkmak istediyse de itirazının reddedilmesi üzerine vazgeçti ve beraberinde Medine'ye gitti, kendini ibadete vererek zühd ve takvaya dayalı bir hayat sürdürdü. Hz. Hüseyin'e ağabeyinin vefatı üzerine imam sıfatıyla biat edildiğine veya onun Muaviye aleyhine faaliyette bulunduğuna yahut kendi imameti için harekete geçtiğine dair ilk Sünnî ve Şiî kaynaklarında herhangi bir rivayete rastlanmaz; aksine bu husustaki birtakım kıpırdanışlara fırsat vermediği söylenir. Bununla birlikte Hz. Hüseyin'in Muaviye'ye karşı takındığı olumlu tavrı 56 (676) yılından sonra değiştirdiği muhakkaktır; çünkü bu yılda Muaviye'nin, oğlu Yezid'e biat edilmesini istemesi pek çok Müslüman gibi Hz. Hüseyin'i de rahatsız etmiştir.

Kufe Valisi Ubeydullah kafilenin sarp ve müstahkem yerlere sığınmasına engel olunmasını, susuz ve savunmasız bir yerde konaklamaya mecbur edilmesini istedi. Rey valiliğine getirilen Ömer b. Sa'd b. Ebû Vakkas'a da ordusuyla Hz. Hüseyin üzerine yürümesini ve bu meseleyi halletmesini emretti. Ömer, Hz. Hüseyin'i Kufe'ye çağıranlar arasında bulunan Amr b. Haccac'ı su yollarını kesmekle görevlendirdi; sonra da birkaç defa Hüseyin'le gizlice görüştü. Aralarında ne konuştukları tam olarak bilinmemekle beraber tahminlere göre Hz. Hüseyin şu teklifleri yapmıştır: Geldiği yere dönmek, bizzat Yezid'e gidip biat etmek veya İslam serhadlerinden birinde cihadla meşgul olmak. Ömer, kabul edilebileceği ve böylece kendisinin de bu sıkıntılı işten kurtulacağı ümidiyle teklifi Ubeydullah b. Ziyad'a bildirdi. Ubeydullah önce bu teklifi uygun gördüyse de Sıffîn'de Hz. Ali'nin safında çarpışanlardan Şemir b. Zülcevşen ona önemli bir fırsatı kaçırmış olacağını hatırlatarak Fırat nehriyle irtibatı kesilmiş ümitsizlik içindeki Hüseyin'i isteğine boyun eğdirmesini veya cezalandırmasını söyledi. Bunun üzerine Ubeydullah, Şemir ile Ömer'e bir mektup göndererek Hüseyin'in doğrudan kendisine teslim olmasını sağlamasını, bunu başaramazsa onunla savaşmasını, aksi takdirde kumandayı Şemir'e bırakmasını emretti. Şemir karargaha 9 Muharrem Perşembe günü ulaştı. Ömer b. Sa'd kumandayı, dolayısıyla kazandığı dünyalığı elden kaçırmamak için bu görevi yerine getireceğini söyledi. Hz. Hüseyin ve yanındakiler o geceyi dua, namaz ve istiğfarla geçirdiler.Hz. Hüseyin yeni gelişen olaylardan haberi olmadığı için Kufe'ye hareket etmeye karar verdi. Abdullah b. Ömer ve Ömer b. Abdurrahman b. Haris gibi şahıslar da kesinlikle Kûfe'ye gitmemesini istediler, İbn Abbas ise hiç değilse yalnız gitmesini önerdi. Fakat Hz. Hüseyin, 8 Zilhicce 60 (9 Eylül 680) tarihinde, umresini tamamladıktan sonra ailesi ve bazı taraftarlarıyla birlikte Kufe'ye hareket etti. Ancak daha sonra Sa'lebiyye'de karşılaştığı iki yolcudan Kufelilerin biatlarından caydığını ve Müslim b. Akil ile Hâni' b. Urve'nin öldürüldüğünü öğrenince geri dönmek istedi; fakat bu defa da Müslim'in oğulları ve kardeşlerinin ısrarı üzerine yola devam etmeye mecbur oldu. Bu arada taraftarlarına isteyenlerin ayrılabileceğini söyledi, onlar da ayrıldılar; yanında sadece aile fertleriyle birlikte yaklaşık yetmiş kişi kaldı. Böylece sayısı azalan kafile Ninevâ bölgesindeki Kerbela'ya vardı (2 Muharrem 61/2 Ekim 680).Hz. Hüseyin 28 Receb 60 (4 Mayıs 680) gecesi, kendisine şu anda böyle bir harekette bulunmasının yanlış olduğunu söyleyen baba bir kardeşi Muhammed b. Hanefiyye hariç bütün aile fertlerini yanına alıp Mekke'ye doğru yola çıktı. Hz. Hüseyin'in Yezid'e biat etmeyip Mekke'ye gittiğini haber alan Kufelilerden Şebes b. Ribl ve Süleyman b. Surad gibi bazı ileri gelenler onu hilafete getirmek için kendisine davet mektupları yazdılar, ayrıca Ebû Abdullah el-Cedelî başkanlığında bir heyet gönderdiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin, durumu yerinde incelemesi için amcasının oğlu Müslim b. Akîl'i Kufe'ye yolladı. 5 Şevval 60 (9 Temmuz 680) tarihinde şehre ulaşan Müslim, Hz. Hüseyin adına biat almaya başladı. İlk aşamada 12-30.000 kişinin biat ettiği ve hatta Müslim'in Kufe Mescidinde açıkça bir konuşma dahi yaptığı rivayet edilmektedir. Yezid, Müslim'in bu faaliyetini öğrenince Kufe Valisi Numan b. Beşîr el-Ensarî'yi görevden alarak yerine Basra Valisi Ubeydullah b. Ziyâd'ı tayin etti ve ondan Müslim'i şehirden çıkarmasını veya öldürmesini istedi. Müslim ihbar üzerine yakalanarak öldürüldü (8 veya 9 Zilhicce 60/9 veya 10 Eylül 680). Bu yüzden Kufelilerden biat aldığını daha önce mektupla haber verdiği Hz. Hüseyin'e onların sözlerinden döndüğünü bildiremedi.

Ertesi gün Hz. Hüseyin gerekli savaş hazırlıklarını yaptıktan sonra atına bindi ve önünde bir mushaf olduğu halde Ömer'in ordusuna yaklaşarak kendisinin buraya geliş amacını anlamaları, hakkında insaflı hüküm vermeleri halinde saadete kavuşacaklarını ve üzerine yürümelerine gerek kalmayacağını, mazeretini dikkate almamaları durumunda ise istediklerini yapmalarını söyledi. Hz. Hüseyin'in bu konuşması üzerine Hür b. Yezid yaptıklarına pişman olarak onun safına geçti. Ömer b. Sa'd'in sancağıyla gelip ilk oku atması üzerine başlayan savaş birbirine denk olmayan bu kuvvetler arasında tam bir dram şeklinde devam etti ve Hz. Hüseyin'in savaşa başlarken yirmi üç süvariyle kırk piyadeden oluşan askerleri kısa sürede azaldı. Savaşın sonlarında artık sıcak ve susuzluktan bitkin hale düşen bu az sayıdaki insanın başında piyade olarak cesaretle dövüşen Hz. Hüseyin'e Şemir b. Zülcevşen'in emriyle her taraftan hücum edildi. Sinan b. Enes en-Nehaî önce bir harbe saplayıp onu yere düşürdü, sonra da atından inerek saçlarını ve daha sonra başını kesti; oradakiler de cesedini soyup her şeyini, ardından da çadırları yağmaladılar. Bu arada Hz. Hüseyin'in hasta yatağındaki oğlu Ali Zeynelâbidîn öldürülmek istendiyse de Ömer b. Sa'd buna engel oldu (10 Muharrem 61/10 Ekim 680). Şehidlerin cesetleri ertesi gün Benî Esed mensuplarının ikamet ettiği Gadiriye köylülerince toprağa verildi.


Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehid edilişinin hatırasını anmak için yapılan ve "taziye" denilen yas merasimleri, onu imamların üçüncüsü ve on dört ma'sûm-ı pâkin (çârdeh ma'sûmi pâk) beşincisi kabul eden Şiî dünyasında başlı başına bir olaydır.

Hz. Hüseyin'in kesik başı ve esirler Dımaşk'a gönderildiğinde Yezid görünüşte üzülmüş ve Hüseyin'i öldürtmesi sebebiyle Ubeydullah b. Ziyad'a lanet etmiştir. Ancak onun bu üzüntüsünde samimi olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü gerçekten üzülmüş olsaydı Ubeydullah, Şemir ve diğerlerini hiç değilse görevlerinden alması gerekirdi; ayrıca öldürme emrini verenin bizzat kendisi olduğu yolunda rivayetler de vardır. Bununla beraber Hz. Hüseyin'in katliamdan kurtulan oğlu, kızları, kız kardeşi ve Taliboğullarından diğer esirler Dımaşk'ta birkaç gün tutulduktan sonra Yezid tarafından bir muhafız birliği refakatinde Medine'ye gönderilmiştir.

Hz. Hüseyin'in başının nereye gömüldüğü konusu ihtilaflıdır. Medine'de Bakî' Mezarlığına, Necefte babasının yanına, Kufe dışında bir yere, Kerbela'da cesedinin konulduğu kabre, Dımaşk'ta bilinmeyen bir yere, Rakka'ya, hatta Kahire'ye gömüldüğüne dair rivayetler bulunmakta ve bunlardan birincisi daha güçlü bir ihtimal olarak görülmektedir.

Şiî dünyası, Şiîliğin hareket noktası ve temel şahsiyeti Hz. Ali olmakla birlikte, şehid edilişinin arka planında varlığını sürdürebilen güçlü bir siyasi kuruluş bulunmadığından bu olayla fazla ilgilenmemiş, Hz. Hüseyin'in şehadetini ise Şiîliğe hayat veren bir kaynak telakki ederek içtimai ve siyasi hayatın parolası haline getirmiştir. Bugün İslam dünyasının en büyük azınlık mezhebini oluşturan İsnâaşeriyye İmamiyyesi'nin özellikle duygu ve gönül hayatını Hz. Hüseyin sevgisi yönlendirmektedir. Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehid edilişinin hatırasını anmak için yapılan ve "taziye" denilen yas merasimleri, onu imamların üçüncüsü ve on dört ma'sûm-ı pâkin (çârdeh ma'sûmi pâk) beşincisi kabul eden Şiî dünyasında başlı başına bir olaydır. Ancak Sünnîlerin tuttukları 10 (veya 9,10,11) Muharrem orucunun Kerbela taziyesiyle bir ilgisi yoktur. Hz. Hüseyin'in acıklı sonu İslam edebiyatında başlı başına bir tür oluşturmuş ve özellikle taziye törenlerinde okunmak üzere Şiî şair ve edipleri tarafından "maktel" veya "makteli Hüseyin" denilen mersiye ve okuma parçaları kaleme alınmıştır.

Hz. Hüseyin'in çocuklarından Ali el-Ekber Kerbela'da kendisiyle birlikte şehid olmuş, Cafer ve Abdullah adlı oğullarından devam etmeyen soyu diğer oğlu Ali Zeynelabidin'den devam ederek seyyid unvanıyla tanınmıştır. Ayrıca Fatıma ve Sekine adlı iki de kızı vardı.

Kaynaklar Rasûl-i Ekrem'in iki torununu çok sevdiğini, isteklerini tereddütsüz yerine getirdiğini, onlarla oyun oynadığını, sırtına bindirip gezdirdiğini, hatta secdede iken üstüne çıktıklarında inmelerine kadar beklediğini yazar ve onlara olan düşkünlüğünü gösteren birçok rivayet nakleder. Bir gün Hz. Peygamber minberde iken Hasan ile Hüseyin'in düşe kalka mescide girdiklerini görünce konuşmasını yarıda keserek aşağı inip onları kucaklamış ve "Cenâb-ı Hak, 'Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir' (et-Tegabün 64/15) derken ne kadar doğru söylemiş; onları görünce dayanamadım." dedikten sonra konuşmasını sürdürmüştür. Müslümanların Ehl-i Beyte ve Âl-i abaya dahil olan Hz. Hasan ile Hüseyin'e duyduğu sevgi ve şefkat Rasûl-i Ekrem'in vefatından sonra da devam etmiştir. Mesela Hz. Ömer, hilafeti sırasında divan teşkilatını kurup herkese yapılacak yardımları belirlerken onlara Bedir Gazvesine katılanlara verilen miktarda tahsisat ayırmıştır. Hz. Hüseyin Rasûlullah'ın sevgili torunu, emaneti ve reyhanesi (çiçek demeti) denilerek Müslümanlardan daima sevgi, şefkat ve bağlılık görmüş, böylece altı yaşında kaybettiği dedesinin ve annesinin yokluğunu fazlaca hissetmemiştir. Ayrıca ağabeyi Hasan ile birlikte bütün İslam dünyasında olduğu gibi Türkler arasında da Rasûlullah'ın sevgili torunu sıfatıyla daima sevilmiş, sayılmış ve adları çocuklara verilen en yaygın isimler arasında yer almıştır.