Hz. Muhammed'in Bazı İletişim İlkeleri

26 Eylül 2009

1) Mesajın kaynağı olarak Hz. Muhammed (sav)'in kendini tanıtması: Bilindiği gibi Hz. Peygamber, Mekke'de gayet tabiî bir hayat sürmek­teydi. Güvenilir bir kişiliğe sahip olması dışında, toplumca bilinen farklı bir yönü yoktu. Bundan dolayıdır ki, peygamberliğini ilan ettiğinde, insanların: "O ihtar (Kur'ân, başka kimse kalmadı da), aramızdan Ona mı indirildi?..."(1) şeklindeki itirazlarıyla karşılaştı. Muhataplarına "...Allah dileseydi ben onu size okumazdım ve onu size hiç bildirmezdi. Ben ondan önce aranızda bir ömür boyu kalmıştım (böyle bir şey yapamamıştım), düşünmüyor musu­nuz?"(2) demesi emredildi. Onun kendisini tanıttığı bazı sözleri de şunlardır: "Ben sadece tebliğciyim, hidayet edip doğru yola ileten Allah'tır."(3) "Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim."(4) "Ben muallim olarak gönderildim."(5) "Ben günde yüz defa Allah'a istiğfarda bulunurum."(6) Bedir savaşında bazıları kendi nöbetlerini O'na ikram etmek isteyince onlara: "Ne siz benden daha güçlüsünüz ne de Ben, sizin aldığınız sevaptan müstağniyim."(7) demiş ve empatik bir tavırla, insanlarla kendisi arasında eşitlik duygusu yaratmaya dikkat etmiştir. Hz. Peygamber kendi özelliklerine dikkat çektiği gibi, çevresindeki insanların da kişisel özelliklerine dikkat etmiştir.

2) Bireyin özelliklerini dikkate alması: Hz. Peygamber, cemaate imam olmak gibi, kamu hizmetini yü­rütecek kişinin, Kur'ân'ı en iyi bilen ve en iyi okuyan biri olmasını istemiş­tir. Kur'ân bilgisinde eşit olma durumunda ise, sünneti ve dini pratikleri en iyi bilip uygulayanın; eğer bunda da denk olurlarsa, önce hicret etmiş olanın; bunda da denk iseler, yaşça en büyüğün imam olması gibi, objektif kriterlere uyulmasını istemiş; ayrıca yetkili bir kişinin olduğu yerde, onun izni olmadıkça bir başkasının imamlığa geçmesinin hoş olmayacağını belirtmiştir. Bu tavrıyla Hz. Peygamber'in büyüğe-küçüğe, mevki ve makama gere­ken ilgiyi gösterdiği sonucunu çıkarabiliriz.

Hz. Muhammed (sav), insan insana diyaloglarında da bireysel farklılıklara dikkat etmiştir. Örneğin eşinin doğurduğu siyah çocuğun kendisinden olma­dığı iddiasıyla reddetmek isteyen bir bedevi ile aralarında şöyle bir diyalog geçmiştir: "Benim eşim siyah bir çocuk doğurdu. Ben bu çocuğu reddetmek istiyorum."  "Senin develerin var mı?" "Evet." "O develerin renkleri nasıldır?" "Kırmızıdır." "Bunların içinde beyazı siyaha çalan boz deve var mı?" "Evet, onların içinde boz renkli develer elbette vardır." "Öyleyse bu boz renklerin nereden geldiğini düşünüyorsun?" "Ya Rasûlallah bu soyunun damarıdır, ona çekmiştir." "Belki bu oğlan da eski bir soy köküne çekmiştir (yani ona benzemiştir)." Hz. Muhammed (sav) burada, peygamberlik otoritesine dayanarak, "hayır, ben Allah'ın Elçisi olarak söylüyorum, bu senin çocuğundur" dememiş; bedevinin anlayacağı dilden, yaşadığı hayattan bir benzetme ile sevi­yesini dikkate alarak konuşmuş, muhatabın tecrübesinden de faydalanarak, ikna edici üslupla, âdeta sonucu bedeviye söylettiren bir yöntemle problemi çözmüştür.

3) Toplumun özelliklerini dikkate alması: Hz. Peygamber'in farklı farklı muhatapları olmuştur. Onlardan bazı­ları, kendisini görebilmekte, dinleyebilmekte, günlük hayatı O'nunla paylaşıp, sürekli O'nunla etkileşim içinde bulunabilmekteydi. Bazıları ise, bu kadar canlı bir iletişim içinde bulunamazken, diğer bazıları da daha sonradan ina­nanlara katılmış veya sonradan gelmiş nesiller içinde bulunacaklardı. Dola­yısıyla Hz. Muhammed (sav), peygamberlik misyonu gereği toplumu oluşturan fertlerin bireysel özellikleri kadar, toplum psikolojisini de çeşitli iletişim yöntemlerini kullanırken göz önünde bulundurmuştur. Örneğin O, yerken, içerken, giyinirken yaşadığı bölgenin şartlarına göre hareket etmiştir. Yine O, konuşurken, hutbe irad ederken, kendisini dinleyen ilk muhataplarının yete­neklerini sürekli gözetmiş, örneklerini, muhataplarının yaşadığı ve iyi bildiği bir dünyadan seçmiştir. Hayvanlardan deve, bitkilerden hurma O'nun başlıca örneklerini teşkil etmiştir. O'nun çevresindeki insanların bir kısmını medeniler (şehirde yaşayan), bir kısmım bedeviler (çölde yaşayan) oluşturmuştur. Bu sebeple Hz. Muhammed (sav), bütün çağları ve bütün insanlığı kapsayacak mesajlarını iletirken, özellikle ilk mu­hataplarının akıl ve düşüncelerine, algı ve kabiliyetlerine göre iletişimde bulunmak gibi, oldukça zor bir sorumluluğun bilinci içinde hareket etmiştir.

Hz. Peygamber'in farklı farklı muhatapları olmuştur. Onlardan bazı­ları, kendisini görebilmekte, dinleyebilmekte, günlük hayatı O'nunla paylaşıp, sürekli O'nunla etkileşim içinde bulunabilmekteydi. Bazıları ise, bu kadar canlı bir iletişim içinde bulunamazken, diğer bazıları da daha sonradan ina­nanlara katılmış veya sonradan gelmiş nesiller içinde bulunacaklardı.

4) Her fırsatta insanlarla iletişim kurmaya çalışması:  Hz. Peygamber de, çevresindeki insanlarla canlı bir iletişim içinde ol­muş, yanına gelene iyi davranmış, gelmeyenleri de ziyaret ederek mesajını ulaştırmaya gayret etmiştir. O'nun panayırları dolaşması ve Taif'e gidişi de iletişim amaçlı olmuştur. Ayrıca, misafirperverlik ve misafire ikramda bulunma, gelmeyene gitme, ilişkiyi kesmeme, hasta ziyaretinde bulunma, cenazelere katılma O'nun günlük işleri ve tavsiyeleri arasındadır.

Yahudilerden Hz. Peygamber'e hizmet eden bir çocuk vardı. Hastalanınca onun ziyaretine gitti. Baş ucuna oturdu ve bu esnada onun Müslüman olmasını arzuladığını bildirdi. Çocuk yanı başındaki babasına bakınca, babası da Hz. Peygamber'e uymasını istedi ve çocuk Müslüman oldu. Genel yaklaşım ve tavsiyesi, "...senin vasıtanla Allah'ın bir tek kişiye hidayet vermesi, senin için kırmızı develere sahip olmaktan daha hayırlıdır."(8) şeklinde olan Hz. Peygamber, bu çocuğun Müslüman olması üzerine sevinç ve memnuniyetini "Onu, benim vesilemle ateşten kurtaran Allah'a hamd olsun." sözleriyle dile getirmiştir.(9)

5) Empati kurarak karşısındaki kişileri etkilemesi: Allah, Elçisini "And olsun, içi­nizden size öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya uğramanız O'na ağır gelir; size düşkün, müminlere şefkatli, merhametlidir."(10) şeklinde tanıtmış, kendi­sine, "Ben de sizin gibi bir insanım."(11) demesini emrettiği Elçisinin empatik tavrına dikkat çekmiştir. Hz. Peygamber de bir hadisinde inananların, birbir­lerini ve hissettikleri duygularını karşılıklı olarak anlamaya çalışmalarını isteyerek: "Nefsim kudretinde olan Allah'a and olsun ki, bir kul kendisi için istediğini komşusu veya kardeşi için istemedikçe tam iman etmiş olamaz."(12) buyurmuştur.

6) İnsan sevgisini öne çıkarması: "Sizden biri, bir başkasını sevdiğinde bu sevgisinden onu haberdar et­sin."(13) buyuran Hz. Peygamber, bir gün Muaz b. Cebel'in elinden tutarak: "Ey Muaz, vallahi ben seni severim. Kıldığın namazların ardından, 'Allah'ım, Seni zikretmek, Sana şükretmek, Sana güzelce ibadet etmek üzere bana yar­dımcı ol,' diye dua etmeyi sakın ihmal etmeyesin."(14) diye öğütte bulunur. Diğer bir sözünde de: "Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleye­yim mi? Aranızda selamı yayınız."(15) buyurmuştur.

7) İnsanların akıl ve duygularına hitap etmesi: Hz. Peygamber'in önemli bir iletişim ilkesi de insanların akıl ve duygu­larına hitap etmesidir. Hz. Muhammed (sav)'in iletişimde çevresindeki insanların akıl ve duygu­larına hitap ettiği görülmektedir. Örneğin O, arkadaşlarından bazılarının, "Ey Allah'ın Elçisi! Zenginler sevapları alıp gittiler. Bizim gibi namaz kılıyorlar, bizim gibi oruç tutuyorlar, hem de mallarının fazlasını bağış olarak veriyor­lar." demeleri üzerine, "Allah sizlere bağışlayacağınız bir şey vermedi mi zannediyorsunuz? Her tesbihe, her tahmide (‘elhamdülillah' demek), her tehlile (‘lâilâhe illallah' demek), her iyiliği emretme­ye ve her kötülükten alıkoymaya da bağış sevabı vardır. Hatta, birinizin eşiy­le ilişkiye girmesinde bile bağış sevabı vardır." buyurmuştu.

8) İnsanları ve onların değer verdiği şeyleri önemsemesi: "(Onların) Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek sınırı aşıp Allah'a sövmesinler!.."(16) âyeti, diğer insanların değer verdikleri şeylere saygılı davranmayı önermektedir. Bu sebeple, küfür ve inançsızlık düşünce ve fikir olarak red­dedilse de, her kim olursa olsun, bireyin değer verdiği kişisel inancına, düşünce ve kanaatine saldırmak, ahlaki bir davranış olarak görülmemektedir.

Müşriklerin reisi Ebû Cehil'in oğlu İkrime'nin   hanımı, Mekke'nin fethi sırasında İslam'ı kabul etmişti. Bu arada kocası İkrime korkusundan Yemen'e kaçtığından, onu affedip Müslümanlığa kabul etmesi hususunda Hz. Peygamber'den söz almıştı. Bunun üzerine eşi, İkrime'yi bulup Müslüman olması için huzuruna getirdiğinde Hz. Peygamber: "Hoş geldin süvari yolcu!" diyerek onu güler yüzle karşıladı. Öte yandan çevresindeki arkadaşlarına da, "İkrime aranıza katılı­yor, onu gördüğünüzde babası Ebû Cehil'e sövüp hakaret etmeyin, çünkü ölüye yapılan hakaret, hayatta olanı incitir." buyurdu.(17)


Küfür ve inançsızlık düşünce ve fikir olarak red­dedilse de, her kim olursa olsun, bireyin değer verdiği kişisel inancına, düşünce ve kanaatine saldırmak, ahlaki bir davranış olarak görülmemektedir.

9) Kişilerin yeteneklerinden yararlanması: Hz. Peygamber değişik işler için görevlendirdiği insanların yetenekleri­ni dikkate almıştır. Nitekim, "Kıyamet ne zaman kopacak?" diye soran kişiye, "Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekle." buyurmuş, aynı şahsın emane­tin nasıl zayi olacağını sorması üzerine de, "İşler ehil olmayan kimselere verildiği zaman." demiştir.(18)

Hz. Peygamber , askeri başarıları ile ünlü olan Halid b. Velid'e Allah'ın kılıcı anlamında "Seyfullah" demiş, yetenek ve başarısını takdir etmiştir.(19) Hz. Peygamber, şiiri bir iletişim aracı olarak kullanmış; çağının sözlü iletişim geleneğine uyarak şairlerin yetenek ve becerilerinden İslam'ı müda­faa etmede ve inkarcılara karşı tavır almada faydalanmıştır. O, "Şiirde hik­met vardır. Çünkü şiir, Kureyş'i oktan daha fazla yaralar."(20) buyurmuş­tur.

10) Hediye vererek insanların gönlünü kazanması: Hz. Peygamber, dostlukları kuvvetlendirme, sevgiyi pekiştirme, gönül kazanma, İslam'a yönlendirme, muhtemel kötülükleri önleme, hizmet ve başarıyı ödüllendirme gibi çeşitli amaçlarla, beşeri bir âdete uyarak çevresindeki insanlara hediye vermiş ve başkalarının hediyelerini de kabul etmiştir. Bir defasında genç sahabi Cabir'den devesini satın almış, parasını ödedikten sonra almış olduğu deveyi ona hediye etmişti.(21)

11) Mesajını kolaylık ve tedricilik yöntemiyle sunması: Hz. Muhammed (sav), peygamberlik misyonu gereği, ilahî mesajı, insan zih­ninin işleyiş ve algılayış yeteneğini dikkate alarak, bir anda değil de, zamana yayıp, önce basit ve kolay olandan başlayarak, yani tedricî olarak iletmiştir. Hz. Peygamber, Muaz'ı Yemen'e gönderirken şu tav­siyeleri yapmıştı: "Ehl-i Kitab'dan bir kavme gideceksin. Onları Allah'tan başka ilah olmadığına ve Benim Allah'ın elçisi olduğuma şehadet etmeye davet et. Eğer buna itaat ederlerse, Allah'ın her gün ve gecede onlara beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Buna da itaat ederlerse, zenginlerden alınıp fakirlere verilecek bir zekatı Allah'ın onlara farz kıldığını bildir. Buna da itaat ederlerse, sakın mallarının en kıymetlilerini alma. Mazlumun beddua­sından kork. Çünkü mazlumun bedduası ile Allah arasında perde yoktur."(22)

12) Mesajını yaymak için çevresindeki insanlara sorumluluk vermesi: Veda Hutbesinde Hz. Peygamber "Sizden bura­da bulunanlar sözlerimi burada bulunmayanlara ulaştırsın. Belki burada bu­lunan, kendinden daha anlayışlı ve sözlerimi daha iyi muhafaza edecek biri­ne ulaştırır."(23) diye hitap etmiştir. Hz. Peygamber bir defasında da: "Benim sözümü duyan, ezberleyen ve işittiği gibi kendinden sonrakilere ulaştıranı Allah nurlara gark etsin. Kendinden daha anlayışlı olanlara ilim taşıyan nice insanlar vardır. Niceleri de alim olmadıkları halde ilim taşırlar."(24) buyurarak, mesajının başkalarına iletilmesini temenni ettiği duasıyla insanları etkileye­bilmiştir. Hz. Peygamber mesajının yayılmasında olduğu gibi aslını muhafaza edebilmesi için de çevresindeki insanlara sorumluluk vermiştir. "Benim adıma söylenmiş bir yalan, bir başkasının adına söylenen yalan gibi değildir. Bile bile benim adıma yalan uyduran kişi ce­hennemdeki yerine hazırlansın."(25) Bir diğer sözünde de, mesajını içeren bilgileri gizleyenler için: "Kendisinden sorulan bir bilgiyi gizleyen ve onu insanlara ulaştırmayan kişiye kıyamet günü ateşten gem vurulur."(26) buyurmuştur.

13) Olumsuz tepkilere karşı sabır ve tahammül göstermesi: Eşi Aişe Hz. Peygamber'e, Uhud savaşının yapıldığı günden daha zor bir gün yaşayıp yaşamadığını sormuş, O da şu şekilde cevap vermiştir: "Evet, senin kavminden çok kötülük gördüm. Bu kötülüklerin en fenası, onların Bana (Taif de bir mevkii olan) Akabe günü yaptığıdır. Taifli İbn Abdülyâlîl'e sığınmak istemiştim de Beni kabul etmemişti. Ben de geri dö­nüp, derin kederler içinde yürümekteydim. Karnüsseâlib (denilen yere) varıncaya kadar kendime gelemedim. Orada başımı kaldırıp baktığımda, bir bulutun beni gölgelediğini gördüm. Dikkatlice bakınca bulutun içinde Cebra­il'i fark ettim. Cebrail bana seslenerek: ‘Allah, kavminin Sana ne söylediğini ve Seni himaye etmeyi nasıl red­dettiğini duymuştur. Onlara dilediğini yapması için de Sana Dağlar Meleği'ni göndermiştir.' dedi. Bunun üzerine Dağlar Meleği Bana seslenerek selam verdi. Sonra da: ‘Ey Muhammed! Kavminin Sana ne dediğini Allah işitti. Ben Dağlar Meleğiyim. Ne yapmamı istiyorsun? Eğer dilersen şu iki dağı onların başına geçireyim.'dedi. O zaman: ‘Hayır, Ben onların soylarından sadece Allah'a ibadet edecek ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını Allah'tan dilerim.' de­dim."(27)

Hz. Peygamber, dostlukları kuvvetlendirme, sevgiyi pekiştirme, gönül kazanma, İslam'a yönlendirme, muhtemel kötülükleri önleme, hizmet ve başarıyı ödüllendirme gibi çeşitli amaçlarla, beşeri bir âdete uyarak çevresindeki insanlara hediye vermiş ve başkalarının hediyelerini de kabul etmiştir.

14) İyiliği tercih etmesi, intikam alma yoluna gitmemesi: Hanife oğullarından Sümame b. Usal, Mekke'de Hz. Muhammed'le (sav) karşılaştığında, Peygamber'in kendisini İslam'a davet etmesi üzerine, "Bir daha bu teklifini yaparsan Seni öldürürüm." diyen ve bir başka sefer, Hz. Peygamber'in kendisine gönderdiği elçiyi öldürmek isteyecek kadar düşman­lıkta ileri giden bir kişiydi. Bir İslam askeri birliği onu yakalayarak Medine'ye getirmişti. Fakat, askerler yakaladıkları bu kişiyi tanıyamamışlardı. Hz. Peygamber onu görür görmez tanımış ve mescidde bir direğe bağlanma­sını ve kendisine saygılı davranılmasını istemiştir. Namaz için mescide, giriş ve çıkışlarda bizzat Hz. Peygamber kendisiyle ilgilenmiş ve ona iman teklif etmiştir. Onun bu isteğine cevaben Sümame'nin hep, "Şayet beni öldürecek olursan, zaten kanı dökülecek katil bir kimseyi öldürmüş olacaksın; şayet kan diyeti istersen istediğini veririm." sözleri karşısında Hz. Peygamber, ona hiç karşılık vermeksizin oradan uzaklaşıp gitmekteydi. Sümame, bu arada camide olup bitenleri ve İslam'ın nasıl bir din olduğunu bizzat görmekteydi. Üç gün sonra o, yine bildik cevabını tekrar edince Hz. Peygamber, onun hiçbir fidye alınmaksızın serbest bırakılmasını istedi. Sümame, bu tavırdan oldukça etkilenmiş olmalı ki, serbest kalınca camiden çıktı, şehir dışında bir yerde güzelce temizlendikten sonra tekrar Hz. Peygamber'e gelerek, O'na Müslüman olduğunu bildirdi ve şöyle dedi: "Şu ana kadar Sen bana dünyanın en iğrenç adamı gibi duruyordun; işte artık şimdi Seni herkesten çok takdir ediyorum."

15) Bazen sosyo-psikolojik bir baskı, bazen de uyarı, azarlama ve müdahale etme yoluna gitmesi: Hz. Peygamber, bazen sosyo-psikolojik bir baskı uygulama yoluna git­miştir. Rivayetlere göre, Ka'b b. Malik, askerî bir sefere katılması gerekir­ken her nasılsa ihmal etmiş, katılmamıştı. Onun bu tavrı Hz. Peygamber tarafından hoş karşılanmamış ve kendisiyle elli gün konuşulmamıştı. Bu durumda, ondan başka iki kişi daha vardı. Yüzlerine dahi bakılmadığı, ken­dileriyle iletişimin tamamen kesildiği böyle bir tavır, aslında savaşa katılan Müslümanlarla birlikte hareket etmedikleri için bir cezalandırmaydı. Hz. Peygamber'in kırgın ve kızgın bir şekilde "Allah'ın hükmü gelinceye kadar kalk, git!" dediği Ka'b b. Malik, bu elli günlük sürede, yeryüzünün kendisine dar geldiğini söylemiştir. Bu süre sonunda samimi tevbeleri üzerine Allah, affedildiklerini bildiren şu âyeti indirmiştir:149 "Ve (savaştan) geri bırakılan o üç kişinin (tevbelerini kabul buyurdu). Bütün genişliğiyle beraber arz başlarına dar gelmiş ve canları kendilerini sıktıkça sıkmış ve Allah'tan, yine Al­lah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Allah onların tevbesini kabul buyurdu ki tevbe etsinler. Çünkü Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir."(28)


1) Kur´ân, Sad (38): 8

2) Kur´ân, Yunus (10): 16.

3) Ahmed b. Muhammed bin Hanbel, Müsned, Çağrı Yayınlan, İstanbul, 1992, (IV,101).

4) Malik bin Enes, Muvatta´, Çağın Yayınlan, İstanbul, 1992, 47/Husnu´l-Hulk, 8 (H, 904).

5) Ebû Abdillah Muhammed bin Yezid İbn Mace, Sünen, Çağın Yayınlan, İstanbul, 1992, Mukaddime, 17 a, 83).

6) İbn Mace, 33/Edeb, 57 (H, 1254).

7) Ahmed bin Hanbel, Müsned, (1,411).

8) Buharî, 62/Ashabu´n-Nebi, 9 (IV, 207); Müslim, 44/Fedailü´s Sahabe, 34 (II,1872).

9) Buharî, 23/Cenaiz, 80 (II,

9); Ebû Davud, 20/Cenaiz, 5 (IH, 474).

10) Buharî, 23/Cenaiz, 80 (II, 97); Ebû Davud, 20/Cenaiz, 5 (IH, 474).

11) Kur´ân, Tevbe (9): 128. Kur´ân, Kehf (18): 110.

12) Müslim, l/İman, 71 (I, 67).

13) Ebû Davud, 35/Edeb, 122 (V, 343).

14) Ebû Davud, 2/Salat, 361 (II, 181).

15) Müslim, l/İman, 93( a, 74).

16) Kur´ân, Enam (6): 108.

17) Kettânî, Terâtib, c. 1, s. 271.

18) Buharî, 3/İlim, 2,( a, 21).

19) Buharî, 62/Fedailü´l-Ashab, 25 (VI, 318).

20) Müslim, 44/Fedailu´s- Sahabe, 157 (H, 1935).

21) Müslim, 22/Müsakat, 110 (E, 1221).

22) Müslim, l/İman, 29 (I, 50); Buharî, 24/Zekat, 1 (II, 108); 41 (II, 125).

23) Buharî, 3/İlim, 9 (I, 24).

24) Ebû Davud, 24/İlim, 10 (IV, 68); Tirmizî, 39/İlim, 7 (V, 34).

25) Buharî, 23/Cenaiz, 34 (II, 81); Müslim, Mukaddime, 4 (1,10).

26) Ebû Davud, 24/İlim, 9 (IV, 67); Tirmizî, 39/İlim, 3 (V, 29).

27) Buharî, 59/Bed´ul-Halk, 7 (IV, 83); Müslim, 32/Cihad, 111 (II, 1420).

28) Kur´ân, Tevbe (9): 118.