Hz. Peygamber insanların kusurlarını yüzüne vurmazdı; eleştirilerini isim vermeden yapardı. Çünkü kişinin hatasını yüzüne vurmak, mahcup olmasına ve toplumdan uzaklaşmasına yol açabilir. Muhataplarının farklı tepkilerine karşı daima azim ve ümitle davetine devam etmiştir. Özellikle Mekke döneminde daveti kabul etmeyen kabilelerden kimisi kaba, kimisi kibar, kimisi kaçamak bir şekilde olumsuz cevap vermiştir. Fakat O, sebatla, ümitsizliğe kapılmadan, azimle gayret göstermiş, her fırsatta davetini tekrar etmiştir.
Peygamberimiz hiç kimseyi İslam'ı kabule zorlamamıştır. Çünkü O'nun görevi insanları zorla dine sokmak değil; İslam'ı tebliğ etmek ve uyarmaktır. İnsanları zorla İslam'a dahil etmek, arzu edilenin aksine sonuçlar doğurur; İslam'ın son derece karşı çıktığı ve istemediği münafıklığı yaygın hale getirir, insanları iki yüzlü yapar. Halbuki İslam samimi olmaya, samimi olarak inanmaya büyük önem verir. Hz. Peygamber'in, davet faaliyetlerini yürütürken takip etmiş olduğu metot insanları güzel öğütle İslam'a çağırmaktır. Bu esaslar doğrultusunda hareket eden Hz. Peygamber, hiçbir Yahudi, Hıristiyan veya başka bir din mensubunu dinini terk edip İslam'a girmesi için zorlamamıştır. Bilakis onları zorlamaksızın İslam'a davet etmiş; kabul etmedikleri takdirde kendilerine belli şartlar çerçevesinde din ve vicdan özgürlüğü sağlamıştır. Kur'ân-ı Kerim'de insanların iman etmeleri için zorlanamayacağı, hatta Hz. Peygamber'in bu konuda, sorumluluk duygusuyla gücünün yettiğinin ötesinde kendisini zorlamasının bile uygun olmadığı ifade edilmektedir.
Peygamberimiz çalışmalarında hiçbir zaman şahsi menfaat arzusu gözetmemiştir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de O'nun uyarma ve müjdeleme görevinin karşılığı olarak bir ücret istemediği bildirilir. O'nun vefatından sonra da Müslümanlar İslam'a daveti, kendilerinin kaçınılmaz görevlerinden biri olarak kabul etmişlerdir.
Burada, bir davetçi olarak Hz. Peygamber'de Allah Teâlâ'nın bulunmasını istediği bir niteliğe daha işaret etmek gerekmektedir. Müddessir sûresinde "Kalk ve (insanları) inzar et. Rabbini büyük tanı." hitabıyla insanları dine davet etmesi emrolunduktan sonra Hz. Peygamber'den "elbisesini temiz tutmasının" emredilmesi, davet açısından konuya bakıldığında son derece dikkat çekicidir. Ayet-i kerimede geçen ve temizlenmesi istenen "elbise"den maksadın ne olduğunu izah hususunda amel, kalp, nefis, beden, ahlak, din ve elbise şeklinde, kişinin maddi ve manevi yönünü kapsayan geniş yorumlar yapılmıştır. Bununla birlikte, maksat ne olursa olsun, gerek beden ve kıyafet, gerekse kalp ve ahlak temizliğinin iletişim açısından önemli olduğu ortadadır. Bu hitaba muhatap olduğunda artık Hz. Muhammed (sav) Allah'ın elçisidir, İslam'a davetle emrolunmuştur, âyet-i kerimede maddi ve manevi temizliğe dikkat etmesi vurgulanmıştır.