Dua kelimesi, “çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” anlamlarına gelmektedir. lstılahta ise, “insanla Allah arasında bir haberleşme ya da iletişim” olarak tanımlanabilir.[1] Hz. Peygamber'in yapmış olduğu duaları oldukça çoktur. Bizim bu makalede hepsine yer vermemiz mümkün değildir. Zaten konuyla ilgili pek çok müstakil çalışmalar yapılmıştır.[2] Bu yüzden biz bu çalışmamızda Hz. Peygamber'in siyası olaylar karşısında yapmış olduğu dua ve beddualardan bir kısmına yer vereceğimizi belirtmeliyiz.
Duanın biçimi konusunda klasik kaynaklarımız bir takım şekillerden bahsetmektedirler.[3] Duanın etkili oluşunda şaşanın ve törenin hiç bir değeri olmadığı gibi, duanın kabul edilebilmesi için, üstün fesahate sahip olmaya da gerek yoktur. Çünkü duanın değeri, yöneldiği faydayla ölçülür. Bu nedenle, hamd, övgü ve dileklerimizi içeren en sade kelimeler, en büyük dua, yalvarma ve dilemeler gibi, yaratıcının yanında var olduğu şekliyle kabul görür.
Dua, durumunu arz etme ve isteklerini sıralamanın çok üstünde, yücelere varan bir şeydir. İnsan, duayla her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah'ı sevdiğini, nimetlerine şükrettiğini ve iradesi doğrultusunda her zaman hareket etmeye hazır olduğunu gösterir.
Genel olarak söylemek gerekirse duanın tüm etki ve ürünlerinden yoksun kaldığımız da bir gerçektir. Bu yoksulluğun da bizce iki önemli nedeni gözükmektedir Bunlardan birincisi, duayı çok seyrek yapıyor olmamızdır. İkincisi ise, duanın bugün etkisiz oluşudur. Bunun sebebi de, çoğunlukla duanın temeli olan aşk, iman ve samimiyetten uzak, kuru bir dua yapmamızdır. Bu nedenle duanın açığa çıkan ya da gözle görülebilecek somut etkileri bize ulaşmamaktadır.
Bu nedenledir ki bugün çoğu insan duayı sorumluluktan kaçmak, işsizlik, tembellik, tehlikelerden uzak kalmak amacıyla yapıldığını sanmaktadır. Bir başka deyişle bu anlayışa sahip olanlara göre dua, bireyin kendi çabası ve çalışmasıyla elde edebileceği şeyleri tembellikten ötürü Allah'tan istemesidir. Bu düşüncenin temelinde şu gerçek yatmaktadır: Bir kısım insanlar, günümüzde olduğu gibi geçmişte de hayatlarından ümitsizleştirilmiş, aciz bırakılmış, kendilerini zayıf görmüş, isteklerini ele geçirme konusunda yetersiz saymışlardır. Çoğunlukla duanın bu tür algılanışıyla yetişmişler ve inanmışlar ki, dua, insanın yetersizliği ve zayıflığı karşılayışı ve sorumluluktan kaçışıdır. Hâlbuki İslam'a göre durum, bunun tam tersidir. Dua, çaba ve mücadelenin sonucunda başarı ya ulaşmak için yapılan bir vasıtadır. Hz. Peygamber askeri, ekonomik, politik, toplumsal ve bilimsel ön hazırlıkları yaptıktan sonra Allah'a yönelerek dua etmiştir. Yoksa herhangi bir hazırlık yapmadan sadece dua ile yetinmemiştir. Kesinlikle Hz. Peygamber “Allah'ım, biz ihanet etsek de, yükün ağırlığından kaçsak da, düşmana teslim olsak da, düşman bizden çok üstün durumda olsa da, biz düşmana karşı zaferin hakkını vermesek, ona layık olmasak da, sen kerem ve lütfun ile bizi muzaffer kıl!” şeklinde dua etmemiştir. Hz. Peygamber, hazırlıksız dua etmediği gibi, hazırlıktan sonra da duayı kesinlikle ihmal etmemiştir.
Allah, kullarının kendisine dua etmesini bir kulluk vazifesi olarak görmektedir. Her zaman Rabbine muhtaç olan kula düşen, dua etmek, yalvarmak, istemektir. Rabbe yaraşan da kabul ve icabettir. Bir başka deyişle dua, sınırlı, sonlu ve aciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Dolayısıyla insan, tarihin hiçbir döneminde duadan uzak kalmamıştır.[4] Gittikçe dünyevileşen dünyamızda bazı toplumlar çareyi tekrar öze dönüşte yani Allah'a yakarışta bulmaktadır. Sosyal ve psikolojik sorunların çözümünde duanın göz ardı edilemeyeceği gerçeği bir kez daha vurgulanmaktadır.[5] Yapılan bir araştırmada İngiltere'de yaşayanların %40'ının, Amerika’da yaşayanların ise %60’ının günlük dua ettiği belirtilmektedir.[6]
Psikolojik açıdan dua, “zihnin maddi olmayan âleme doğru çekilmesi, bazen her şeyin değişmez ve üstün prensibinin huşu içinde bir temaşası, ruhun Allah'a doğru yükselişi, hayat denilen mucizeyi yaratan varlığa karşı aşk ve tapınma ifadesi; her şeyi yaratan, en üstün kemal, kudret, kuvvet ve güzellik kaynağı, herkesin kurtarıcısı ve hamisi olan görülmez varlıkla ilişkiye geçmek için yapılan bir gayrettir.”[7] Bu yüzden Allah, biz insanlardan her zaman her yerde dua etmemizi istemektedir. Şimdi bu konu ile ilgili ayetlerden bir kaçının mealini burada verelim:
“Kullarım sana benden sorarlarsa, muhakkak ben onlara yakınım. Bana dua ettiğinde dua edenin duasına icabet ederim…”[8] “Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın. Doğrusu O, aşırı gidenleri sevmez. Düzeltilmişken yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a korkarak ve umutla yalvarın. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyi davrananlara yakındır.”[9] “Rabbini gönülden ve korkarak, içinden hafif bir sesle sabah akşam an, gafillerden olma. Doğrusu Rabbinin katında olanlar, O'na kulluk etmekten büyüklenmezler. O'nu tenzih ederler ve yalnız O'na secde ederler.”[10] “Gerçek dua ve ibadet ancak O'nadır. O'ndan başka çağırdıkları putlar kendilerine hiç bir cevap vermezler. Durumları, suyun ağzına gelmesi için avuçlarını O'na açmış bekleyen adamın durumu gibidir. Hiçbir zaman suya kavuşamaz. İşte kâfirlerin yalvarışı da böyle boşunadır.”[11] “Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşın giderek hevesine uyan kimseye uyma.”[12] “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.”[13]
Hz. Peygamber de hadislerde insanları Allah'a her zaman ve her yerde dua etmeye çağırmış ve bunu bizzat kendisi hayatı boyunca uygulamıştır. Rasûlullah (sav)’ın dualarına baktığımızda dualarının özlü ve kapsamlı, aynı zamanda çoğunlukla sosyal ve ahlaki içerikli olduğunu görürüz.[14]
Bu çalışmamızda kronolojik olsun diye önce Rasûlullah (sav)’ın Mekke'de, ardından da Medine'de yaptığı dualardan örnekler verip, duaları arasındaki benzer ve farklılıkları ortaya koymaya çalışacağız. Amacımız Hz. Peygamber'in yaptığı duaların tamamını burada vermek değildir. Şimdi Allah Râsulü (sav)’nün Mekke döneminde yaptığı dualardan örnekler verelim:
Bilindiği üzere Arap toplumu kabile toplumu idi. Dolayısıyla kabile anlayışı ve kabilecilik Araplarda oldukça önemli idi. Allah Râsulü (sav) bir kabileyi kazanabilmenin yolunun bazen söz konusu kabilenin lideri veya liderlerinden geçtiğini biliyordu. Çünkü cahiliye döneminde kabile liderinin kabilesi üzerinde büyük bir etkisi bulunmaktaydı. Bu durum zaman zaman Hz. Peygamber ve sonraki dönemlerde de kendini göstermiştir. Örneğin Medine'de İslamiyet'in kabulünde Evs ve Hazrecin liderlerinin önce Müslüman olmaları sonucu neredeyse bu kabilelerin tamamı Müslüman olmuştur. Keza Ümeyye oğullarının lideri Ebû Süfyan’ın geç Müslüman olması nedeniyle de söz konusu kabile İslam ile öncelikle tanışma şerefine ulaşamamıştır. Kısacası Araplarda kabile liderinin toplum üzerinde büyük bir etkisi ve rolü bulunmaktaydı. Bu nedenledir ki Rasûlullah (sav)’ın yaptığı dualarda bu durumu göz önünde bulundurmuştur.
Hz. Peygamber Mekke dönemindeyken bazen belirli şahıslar bazen de İslam'a hizmet etmeleri ile dinin daha gelişeceğini, güçleneceğini düşündüğü ve İslam'a karşı Mekkeliler gibi düşmanlık beslememiş kabilelerin Müslüman olması için dua etmiştir. Bazen sıkıntı ve zor anlarda kaldığında Allah'a yalvarmıştır. Şimdi onlardan tespit edebildiğimiz kadarıyla bazılarını vermeye çalışalım:
Hz. Peygamber, İslam'ın yayılmasına yardımcı olur düşüncesiyle bazı nüfuzlu kişilerin Müslüman olup hidayete ermeleri için Allah'a dua etmiştir. İşte onun, hidayete ermelerini istediği şahıslardan biri Ebû Cehil, diğeri de Ömer b. el-Hattâb idi. Davetin ilk günlerinde, Müslümanların inançları nedeniyle işkence ve eziyetlerle karşı karşıya kaldığı bir dönemde Resulullah iki güçlü şahsiyetten ya Ömer b. el-Hattâb'ın ya da Amr b. Hişam'ın (Ebu Cehil) Müslüman olmasını Allah'tan niyaz etmiştir. İlk Müslümanlardan olan Habbâb b. Eret (ra), Rasûlullah (sav), İslâmiyet'i Ebu Cehil veya Ömer ile kuvvetlendirmesi için dua ettiğini bizzat duyduğunu belirtmektedir. Resulullah bunun için şöyle dua etmiştir:
“Ya Rabbi! İslam’ı Ömer b. el-Hattâb ile ya da Ebû'l-Hakem b. Hişam ile aziz kıl, kuvvetlendir”.[16]
Hz. Ömer'in (ra) yeğeni ve kız kardeşi bu duanın Ömer için makbul olmasını umduklarını belirtiyorlardı.[17] Rasûlullah (sav)’ın duasından kısa bir süre sonra Ömer İslam dinine girerken[18] Ebu Cehil tam tersi İslam düşmanı olarak hayatını sürdürmüştür[19]. Öyle ki Hz. Peygamber, onu İslam'a ve Müslümanlara karşı yaptıklarından dolayı, “ümmetin firavunu” olarak tavsif etmiştir.[20] Kur'ân da onun zulümlerine pek çok ayetlerle değinmektedir.[21] Rasûlullah (sav)’ın bu duasına baktığımızda onun risalet görevini yüklendiği zamanın psikolojik yansımasını görmekteyiz. Müslümanlar hem azınlıktalar hem de Mekkeli müşrikler tarafından hakaret ve işkenceler görmektedirler. Böylesi bir psikolojik ortamda Allah Râsulü (sav) İslam dininin bölgede kısa bir sürede yayılması için o dönemin iki önemli insanı olan Hz. Ömer (ra) ile Ebu Cehil’in Müslüman olmasını Allah'tan istemektedir.
Peygamberimiz, Mekke'de insanları İslam dinine çağırdığı zaman Beni Devs[22] kabilesinden Tufeyl b. Amr (ra) Hz. Peygamber'e gelerek Müslüman olmuş ve ardından da kavmini İslam'a davet etmiştir. Davetine ailesi olumlu karşılık verirken, kabilesi yavaştan almıştır.[23]
Bunun üzerine Tufeyl (ra), Rasûlullah (sav)’ın yanına gelmiş, Rasûlullah (sav) kavmini şikâyet etmiş ve onlar için beddua etmesini istemiştir. Çünkü kavmi onun davetine sıcak bakmamıştı. Ancak öncelikle rahmet peygamberi olan Rasûlullah (sav), ellerini dua için havaya kaldırdığında orada bulunanlar “Devs yandı, işi bitti” demiş, fakat Resulü Ekrem'in duası beklenenin aksine şu şekilde olmuştur:
“Rabbim, Devs'e hidayetini ver ve onları Müslüman olarak getir”.
Allah Râsulü (sav) daha sonra Tufeyl'den kavmine dönmesini ve nazik bir şekilde halkını İslamiyet'e davete devam etmesini istemiştir. Tufeyl (ra), kabilesine döndüğünde Ebu Hûreyre (ra)’den başkası İslam'ı kabul etmemiştir. Ancak hicretin yedinci yılında Peygamberimiz Hayber'de iken Tufeyl (ra), kabilesinden kendisine tabi olan 70 veya 80 ev halkıyla birlikte Medine'ye hicret etmiştir.[24]
Dipnotlar:
[1] Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Ankara 1993, s. 212.
[2] Dua hakkında geniş bilgi için bkz. Alex Carrel, Dua, çev. Nahid Tendar, İstanbul 1947 / Ali Şeriati, Dua, çev. Kerim Güney, İstanbul 1983 / Osman Cilacı, “Dua”, DİA, İstanbul 1994, IX, 529 / Hökelekli, Age., s. 211-232.
[3] Cilacı, agm., IX, 529.
[4] Cilacı, agm., IX, 529.
[5] Duanın psikolojik etkileri hakkında detaylı bilgi için bkz., Hökelekli, age., s. 117-131.
[6] Bu konuda detaylı bilgi için bkz., Michael Argyle, İbadet ve Dua, çev. Mustafa Koç, Uludağ Üniv. Sos. Bilim. Enst. Dergisi, Uludağ 2006, sayı: 21, s. 329-338.
[7] Carel, s. 6.
[8] Bakara, 2/186.
[9] A’raf, 7/55-56.
[10] A’raf, 7/205-206.
[11] Ra’d, 13/14.
[12] Kehf, 18/28.
[13] Mü’min, 40/60. Kur’ân’daki dua ayetleri için bkz. Yunus 10/12; İsrâ 17/11; Rûm 30/31; Lokman 31/32; Fussilet 41/49; Zümer 39/8; Nisâ 4/103; Mü’min 40/60; Bakara 2/152, 186; Şuarâ 26/213; Kasas 28/88; A’raf 7/194, 195; Hac 22/12, 13.
[14] Hz. Peygamber'in dua hakkındaki hadisleri konusunda geniş bilgi için bkz. Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, İstanbul 1980, XI, 5-85. / M. Yusuf Kandehlevî, Hayatü's-Sahabe, çev. Ahmet Meylânî, İstanbul 1980, IV, 40-191.
[15] Mehmet Ali Kapar, “Ebû Cehil”, DİA, İstanbul 1994, X, 117. / Mustafa Fayda, “Ömer”, DİA, İstanbul 2007, XXXIV, 44.
[16] İbn Kudâme, et-Tebyîn fî Ensâbi'l-Kureşiyyîn, thk. Muhammed Nayif, Beyrut 1988, s. 403.
[17] İbn İshak, Siyer, nşr. Muhammed Hamidullah, çev. Sezai Özel, İstanbul 1991, s. 241.
[18] Hz. Ömer'in Müslüman oluşu konusunda bkz. İbn İshak, s. 239-245.
[19] Kapar, agm., X, 117.
[20] Kapar, agm., X, 117.
[21] Bkz. En’am, 6/108, Hicr, 15/90, Alak, 96/9-10.
[22] Beni Devs, Kuzey Yemen’de Tihame bölgesinde yaşayan ve Devs b. Udsan soyundan gelen Kahtânîlere mensup bir Arap kabilesidir. Mustafa Fayda, “Devs”, DİA, İstanbul 1994, IX, 253.
[23] İbn Sa’d, I, 353. / Fayda, agm., IX, 253.
[24] İbn Sa’d, I, 353. / M. Asım Köksal, İslam Tarihi, İstanbul 1981, VII, 235-236. / Ahmet Önkal, Resulullah’ın İslam’a Da’vet Metodu, Konya 1984, s. 220.